Actions

Work Header

KADERİ DEĞİŞTİRMEK

Summary:

 

Snape, Sirius ve Dumbledore’un ölmediği bir dünya hayal et. Hogwarts'a yeni gelen bir kehanet profesörü ölümleri önceden görmektedir. Peki geleceği değiştirebilecek mi?

Ölümü Kandırmak ▕⃝⃤

Snape ⚔️ Sirius

Chapter 1: Hogwarts'a Dönüş

Chapter Text

KADERİ DEĞİŞTİRMEK

 

 

~ YILLAR ÖNCE ~

Lorien öğrenciyken arkadaşlarına fazlasıyla güvenirdi. Bir gün tek boynuzlu at gördüğünü iddia eden arkadaşı, tüm grubu Yasak Orman’a gitmeye ikna etti ancak duydukları ses yüzünden hepsi arkasına bakmadan kaçtı. Lorien yere yuvarlanmış ve ormanda tek başına kalmıştı. Üstelik yanlış yöne gittiğin farkında bile değildi. Ağaçların arasında duyduğu hırıltı yüzünden tüylerini diken diken oldu. Korkuyla gözleri açılan Lorien, karşısında büyük bir yaratık gördü. Daha asasını çıkaramadan tek hamlede onu yere serdi. Herşeyin bittiğini düşünen genç kız, gözlerini kapatarak bitmesini bekledi.

"Sersemlet!"

Lorien gözlerini açınca, o yaratığı yerde baygın halde yattığını gördü.

"İyi misin?" dedi Slytrerinli bir oğlan. Üst sınıflarda okuyan bu çocuk, soluk tene ve uzun, siyah saçlara sahipti. İsminin Severus Snape olduğunu öğrendi. O gece Severus'un gözlerine bakarken kalbi deli gibi çarpıyordu.

 

~ŞİMDİ~

 

Yıl: 1993

Kitap: Harry Potter ve Azkaban Tutsağı 

 

Lorien yıllar sonra yeniden Hogwarts'taydı. Bu defa yer değiştiren merdivenleri yürürken hiç acelesi yoktu. Tabloları seyrederek Büyük Salon'a doğru ilerledi. Büyük Salon'da siyah pelerinli bir adamın gördüğünde kalbi yerinden çıkmak üzereydi.

Severus.

Ona doğru yürürken pelerini havalanıyor ve siyah saçları dalgalanıyordu. Lorien ne yapacağını bilemez halde başını öne eğdi. Yıllar geçmesine rağmen hala genç bir kız gibi heyecanlanıyordu. 

Severus durup dikkatle onu süzdü. "Siz kimsiniz ve burada ne arıyorsunuz?"

Lorien tokat yemiş gibi oldu. Bu soruyu öylesine sorup sormadığını anlamaya çalıştı. Fakat gerçekten de onu hatırlamıyordu. Duruşunu düzeltip kendinden emin görünmeye çalıştı.

"Ben Lorien, Lorien Evergreen. Yeni kehanet profesörüyüm."

Severus'un dudaklarında küçümsemeye benzeyen bir kıvrım oluştu. "Kehanet mi?"

"Evet ve alanımda çok başarılıyımdır."

"Demek öyle..." dedi hor gören bakışlarla, "o zaman neden bir kehanet yapıp beni şaşırtmıyorsunuz Bayan Evergreen?"

Belli ki Severus onu bir teste tâbi tutuyordu. Lorien gülümsedi. "Kehanetler böyle çalışmıyor."

Severus sanki karşısında bir sahtekar duruyormuş gibi baktı. "Tabi, anlıyorum." dedi sakin sakin.

Lorien derin bir nefes aldı. "Pekala..." Müsade isteyip Severus'un sol eline uzandı. Severus elini hızla çekip pelerinin içine soktu.

"El çizginizi görmem gerekiyor." diye açıkladı Lorien. Severus isteksizce elini uzatıp belli belirsiz homurdandı. "Umarım buna değer..."

Lorien parmağını Severus'un avucunda gezdirirken bir an için ürktüğünü farketti ama geri çekmedi. "Kalbinizde büyük bir yara olduğunu görüyorum... ama bu yara iyileşecek."

Severus elini anında geri çekti. Alaycı gülüşü solmuş ve yüzü gerilmişti. "Yaralar hiçbir zaman iyileşmez, sadece daha derine gömülür." dedi ve pelerinini savurup hızlı adımlarla salondan çıktı. Lorien onu kızdıran şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştı ama başaramadı.

 

BÜYÜK SALON

 

Annesi Türk bir cadı, babası ise İngiliz bir muggle olan Lorien, çocukluğunu iki farklı dünya arasında geçirdi. Dolayısıyla iki kültürün de renklerini taşıyordu. 

Güzel bir günün ardından akşam yemeği için Büyük Salon'a indi. Salon tıklım tıklım doluydu. Öğretmenler masasına göz attı. Tek bir sandalye boştu, Severus'un yanı. İnsanlar onun yanında rahatsız hissettiğinden midir bilinmez ama genelde bir köşede sakince yemeğini yerdi.

Lorien sandalyesini çekip otururken "İyi akşamlar" diye selam verdi.

Severus yemeği ile ilgilenirken kafasını kaldırmadan konuşmaya başladı. "Geleceği kahve telvesinden okumak… Cüretkâr bir yöntem.”

Anlaşılan, verdiği ders çoktan duyulmuştu.

“Sizin için hiçbir yöntem yeterince ciddi değil, değil mi Profesör Snape?”

Severus elindeki bıçak ve çatalı bırakıp Lorien'in yüzüne baktı. "Yöntem ne kadar farklı olursa olsun sonuçları hep değişkendir. Değişken olan bir şeye güvenemezsiniz."

Başını biraz daha dik tuttu ve bir süredir cevabını bulamadığı o soruyu sormaya karar verdi.

"İlk geldiğim gün bana neden kızdığınızı anlayamadım. Bana mı güvenmiyorsunuz yoksa kehanetin kendisine mi?"

"Güven kolay kazanılmaz, Profesör Evergreen. Özellikle de temeli sağlam olmayan kehanetlerle geldiyseniz," bakışlarını tekrar tabağına çevirdi, "ama merak etmeyin sizinle şahsi bir meselem yok."

Lorien tabağına dönerken mırıldandı. "Bütün kehanetlerimin doğru çıkmasını istemem. Dilerim bazıları beni yanıltır."

Severus bunu duymuş ve ne anlama geldiğini çözmeye çalışır gibi tek kaşını kaldırmıştı.

 

SİYAH KÖPEK

 

İkindi vakti öğrenciler son derslerine girmiş ve hepsinin üstüne tatlı bir yorgunluk çökmüştü.

Snape son dersten sonra odasına dönmek için sınıftan çıktı. Bu sırada kıvrak adımlarla yürüyen Lorien'i farketti. Üzerine bir palto geçirmiş eline de siyah bir çanta almıştı. Severus'un yanından geçerken başıyla selamladı ve beklemeden yoluna devam etti.

"Bir kehanet profesörünün ne acelesi olabilir ki?" diye burun kıvırdı Severus. Ancak sormaya bile vakti olmadan gözden kayboldu. Snape, bir an duraksayarak nereye gittiğini merak etti. Yasak Orman’a doğru gidiyordu. Şüpheyle kaşlarını çatıp pelerinini düzeltti ve adımlarını izlemeye karar verdi.

Lorien ormanda ender bulunan bir bitkiyi toplamak için uzanırken bir çift gözün onu izlediğini farketti. Korkuyla kafasını kaldıran Lorien karşısına zararsız bir köpek görünce rahatladı.

Siyah köpek ağaçların arkasında durmuş onu izliyordu. O kadar zayıftı ki neredeyse kaburgaları görünecekti. Bir an için çocukluğuna, Türkiye'deki günlere döndü. Orada insanlar, sokak hayvanlarıyla birlikte yaşar ve onları beslerdi. Bu saf dostluğu hep özlemişti. Çantasında bir parça ekmek olduğunu hatırladı. Ekmeği çıkarıp usulca yere bıraktı ve bir kaç adım geri çekildi.

"Hadi gel, açsındır." dedi yumuşak sesle.

Köpek, ürkek adımlarla ekmeğe yaklaştı ve önündeki ekmeği tek lokmada mideye indirdi. Lorien eğilip köpeğin başını nazikçe okşadı. Gözleri minnetle parlıyordu sanki, daha fazlasını ister gibi çantaya baktı. Lorien çantasını tekrar yokladı ve bir parça daha çıkardı. Ekmeği uzatırken çıkan ani bir ses, ikisini de yerinden zıplatmaya yetti.

"Profesör Lorien?"

Lorien arkasında Severus Snape'in durduğunu gördü. Köpek dişlerini göstererek vahşice hırladı ve çabucak oradan uzaklaştı. Bu çok garipti. Az önce zararsız görünen köpek Severus'u görünce bir anda değişmişti. Köpeklerde bile kötü bir izlenim bırakmayı nasıl başarıyordu?

Lorien "Siz burada ne arıyorsunuz?" dedi şaşkınlıklığını gizlemeden.

"Asıl siz burada ne arıyorsunuz? O köpek de nereden çıktı?"

"Hiç. Sadece bitki ararken aç bir köpeğe rastladım ve ekmek veriyordum."

Snape alaycı bir ifadeyle başını salladı. "Tabii ki. Yasak Orman’da bir hayvanı beslemek harika bir fikir. Bir dahaki sefer kurtadamları da besleyin."

Lorien kaşlarını çattı ve bir kaç adım yaklaştı. "Peki siz neden buradasınız Profesör?"

Severus onu duymamış gibi söylenmeye devam etti. "Başınızı belaya sokma konusunda ustasınız, tam da tahmin ettiğim gibi hiç değişmemişsiniz."

Lorien'in gözleri kocaman açıldı. "Siz o geceyi hatırlıyor musunuz?" dedi şaşkınlıkla, "yani... öğrenciyken Yasak Orman'da beni kurtardığınız geceyi."

"Hah! Unutmak ne mümkün?" diye cevapladı Snape. Gitmesi için eliyle yolu gösterdi.

Lorien hem umudu hem de utancı aynı anda yaşarken emin adımlarla ilerledi. Snape, uzaklaşan köpeğe bir süre daha baktı. Gözleri daralmış ve yüzüne kuşkulu bir ifade yerleşmişti.

"Yasak ormanda sıradan bir köpek olamaz." diye mırıldandı kendi kendine.

Hogwarts'a dönerken söylenmeyi ihmal etmedi. "Sormama izin verin lütfen. Yasak Orman’daki cesaretiniz bir tutku mu, yoksa bir alışkanlık mı Profesör Lorien?" Cevap vermesine izin vermeden ekledi, "Ortalıkta ruh emiciler ve kaçak bir azkaban tutsağı varken bu nasıl bir sorumsuzluk!"

"Özür dilerim ama sizin burada ne aradığınız da merak konusu. Pek örnek olduğunuz söylenemez." diye cevabı yapıştırdı Lorien.

Snape kaşlarını kaldırdı. "Ben mi? Benim mantıklı sebeplerim var. Yasak Orman'a köpekleri beslemeye çıkmıyorum."

"Amacım tabiki bu değildi!"

"Demek öyle. Neymiş peki?"

Ve ikisi birbirine söylenerek Hogwarts'un yolunu tutu.

Tıpkı on yedi yıl önce olduğu gibi.

 

ZAMANSIZ KEHANET

 

Lorien'in sıkıntısı gün geçtikçe artıyordu.  Bir felaketin yaklaştığına dair güçlü hislere kapılsa da bunu destekleyen somut bir işaret yoktu. Günün birinde elinde tuttuğu bir fincan kahve ile fal bakmanın inceliklerini anlatmaktaydı. Gözü öğrenciler arasında gezinirken bir kişide takılı kaldı: Cedric Diggory. Hufflepuff'ın en parlak öğrencilerinden biri olan Cedric, çok terbiyeli ve akıllı bir çocuktu. 

İşte o an, Lorien'in gözleri karardı. Karanlığın içinden bir takım şekiller belirmeye başladı, bir kehanet görüyordu. Sisli ve karanlık bir mezarlıkta yerde hareketsiz yatan bir oğlan ve onun hemen yanında diz çökmüş ağlayan başka bir oğlan daha vardı. Lorien biraz daha odaklanınca onların Cedric ve Harry olduğunu farketti.

Elleri titremeye başladı. Parmakları güçsüz kalınca elindeki fincan yere düştü ve tiz bir ses çıkararak kırıldı. Ancak Lorien tüm ayrıntıları ezberlemekle meşguldü. Gözlerindeki görüntü silindiğinde, kendini yeniden sınıfın ortasına buldu.

Öğrenciler ona endişeyle bakıp kendi arasında fısıldaşıyordu.

"Şey...İyi misiniz?" Dedi bir kız korkuyla.

Lorien kendini topladı. "Bugünlük bu kadar yeter, çıkabilirsiniz." dedi aceleyle. Açıklama yapmadan eşyalarını toplayıp odasına döndü. Boş bir parşömene gördüğü her şeyi çiziyordu, durmadan çizdi.

"Bir büyücünün asasından çıkan parlak yeşil ışık..." diye yüksek sesle mırıldanıp çözmeye çalışıyordu.

"Yeşil ışık hangi büyüde belirir?"

Lorien içi ürperdi, büyünün ismini yazarken eli titriyordu.

Avada Kedavra.

Parlak mavi bir kupanın üzerine üç büyücü turnuvası işlenmişti ve kehanete göre turnuvanın sonunda Cedric...

Lorien odanın içinde volta atıyor, kendi etrafında durmadan daireler çiziyordu. Sakinleşmesi epey zaman aldı.

Bir plan yapması gerekiyordu ancak alacağı yanlış bir kararın herkesi tehlikeye atacağının farkındaydı. Cedric’in yaşaması, yalnızca bir hayatın kurtuluşu değildi. Bu, Lorien’in kaderle verdiği en büyük sınav olacaktı. Eğer onu kurtaramazsa, Severus’u da kurtaramazdı. Ve eğer yazgı değişmiyorsa, kehanetler sadece mühürlenmiş bir sondu.

O yüzden şimdi risk almak zorundaydı.

Severus için.

 

 🖤

Chapter 2: CEDRİC'İ KURTARMAK

Summary:

📌 Önceki bölümde Lorien, Cedric Diggory'e dair korkunç bir kehanet gördü. Peki bunu engelleyebilecek mi?

Chapter Text

UMUTSUZ ARAYIŞ

Yıl: 1995

Kitap: Harry Potter ve Ateş Kadehi

 

Lorien, Avada Kedavra'nın geri dönüşü olmayan karanlık bir büyü olduğunu biliyordu. Ancak yine de kütüphaneye gidip ufak da olsa bir çözüm arıyordu. O gün, yine rafları karıştırmaya başladı. Unutulmuş bir köşede tozlu ve parçalanmaya yüz tutmuş bir kitap gözüne takıldı. Öylesine aldığı bu kitabın sayfalarını çevirmeye başladı. Son sayfada kocaman harflerle "KARA BÜYÜLERE KARŞI TILSIM" yazıyordu. Lorien'in gözleri büyüdü ve sabırsızlıkla okumaya başladı.

 

"Yüzyıllar önce büyücüler arasında son derece tehlikeli savaşlar yaşandı. Bazı kadim büyücüler en tehlikeli büyü olan Avada Kedavra'ya karşı kan bağı tılsımı geliştirdi. Fakat sonuçları belirsizdi; bazıları hayatta kalırken bazıları başarısız oldu. Tılsımın gücü, kanını veren kişiyle kurban arasındaki bağın derinliğine bağlıydı. Tılsım, ancak saf sevgiyle mühürlenirse çalışır ve kişiyi koruyabilirdi. Çoğu büyücü güvenilmez olduğu gerekçesiyle tılsımı terk etti ve zamanla unutuldu."

 

Kitapta yazana göre bir tılsım vardı ancak işe yaramasının tek şartı gerçek ve saf bir sevgiydi. "Bu saçmalık!" diye homurdandı Lorien.

Bir insanın başka birini saf sevgiyle benimsemesi için ne kadar sevmesi gerekiyordu ki? Bunun bir ölçüsü var mıydı?" Bu yöntemin kumardan farksız olduğunu düşünen Lorien insanların neden bu yönteme güvenmediği anlayabiliyordu. Kafası hiç durmadan çalışıyordu.

"Kayıtsız ve şartsız bir sevgi..." diye mırıldandı Lorien. "Kimse kayıtsız ve şartsız sevemez ki!" Sonra aklına aniden annesinin yüzü geldi. "Aile dışında." diye mırıldandı. Ancak korkunç bir ihtimalle kaşlarını çatıldı.

"Ailen seni yeterince seviyor mu, Cedric?

 

ÜÇ SÜPÜRGE

 

Üç Süpürge tıklım tıklım insanla doluydu. İnsanlar biralasını içerken gülüşüp sohbet ediyordu. Lorien masanın üzerinde öylece duran kaymak birasına baktı, henüz bir yudum bile almadan gözlerini karşıdaki masaya çevirdi. Cedric'in babası, yanındaki adam ile sohbete dalmıştı. Ancak bu gürültüde söylediklerini anlamak mümkün değildi. Lorien derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Amos'un yanından geçerken cüppesinin cebinden asasını doğrultup bir büyü mırıldandı. Amos'un elinde tuttuğu bardak çatlayarak masaya dağıldı. O ve çevresindeki bir kaç kişi şaşkınlıkla içinde bakındı.

"Merlin aşkına!" diye bağırdı Amos.

Lorien cüppesinin cebinden el yordamıyla bir peçete bulup çıkardı.

"Bayım! Eliniz kanıyor!"

Amos peçeteyi eline bastırdı. "Ah, dert değil." dedi ve başını kaldırıp karşısındaki yabancıya bakarken "Sanırım biraz fazla güçlüyüm... yada bu bardaklar dandik!"

Lorien kıkırdadı. "Bu arada kendimi tanıtmama izin verin. Ben Lorien Evergreen." 

Amos'un gözlerinde bir kıvılcım parladı. 

"Bu ismi hatırlıyorum! Siz Hogwarts'ta kehanet profesörü olmalısınız. Oğlum Cedric sizden bahsetmişti. Türk kahvesiyle fal bakmayı öğretmişsiniz, öyle mi?"

Lorien hafifçe gülümsedi. "Evet, annem Türktü. Bu geleneklerin büyücü dünyasında bilinmemesi çok yazık. Cedric harika bir öğrenci. Çok zeki ve meraklı. Eminim çok iyi bir büyücü olacak." dedi Lorien ve usulca ekledi, "kalbim Cedric'ten yana."

Babasının gözleri parladı ve yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. "Teşekkür ederim Profesör Evergreen, sizin gibi bir öğretmene sahip olduğu için çok şanslı!"

Lorien'in yanakları kızardı. Amos bardağı çoktan unutmuştu.

Lorien gülümseyerek Üç Süpürge'den ayrırken derin bir nefes aldı. Ceketin cebini yoklayıp az önce aldığı peçeteye baktı. Üzerinde Amos'a ait kan lekesi vardı. Peçeteyi tekrar cebine koydu ve serin havada hızlı adımlarla ilerleyerek gözden kayboldu.

 

YULE BALOSU

 

Üç büyücü turnuvasının hemen ardından Hogwarts'ta görkemli bir balo düzenlendi. Büyük Salon'da müzik yükselmiş, öğrenciler ve öğretmenler en güzel elbiselerini giyip yerini almıştı. 

Lorien bir kaç viskiyi hızla tepesine dikti. Stresli geçen bir kaç günün ardından biraz olsun gevşemeye ihtiyacı vardı. Yanıp sönen ışıkların altında gözlerini kısarak salonu taradı. Burada olmasını umut ettiği kişi hemen yanı başında belirdi. 

"Yerinizde olsam daha yavaş içerdim."

Lorien, Severus'un kokteyl masasından bir içecek almak üzere olduğunu gördü. 

"Bugün biraz eğlenmeyi ummuştum." dedi sakince ama kalbi küt küt atıyordu.

"Ah, tabii. Buyurun." dedi Snape. Lorien sesindeki alaycı tınıyı duymazdan geldi. Müzik başlayınca herkes dans etmeye koyuldu.

"Bana katılmak ister miydiniz?" diye sordu Lorien, dans pistini gözüyle işaretleyerek.

Snape inanamayan gözlerle ona baktı.

"Teşekkür ederim ancak böyle iyiyim." dedi sakince, "Korkarım eğlenmek için başka birini bulsanız daha iyi olur."  

Yüzünde, bu durumdan zevk aldığını gösteren bazı işaretler vardı. Lorien nazik ama kaba bir şekilde reddedildiğinin farkındaydı. 

“Yaşamaktan korkuyorsunuz." diye çıkıştı Lorien. Amacı onu biraz olsun sinirlendirmekti ancak Profesör Snape gayet sakin bir ifadeyle dönüp onu süzdü. “Profesör Evergreen, bu... sarhoş olmanızla mı ilgili yoksa sadece sıkıldınız mı?” 

Lorien tam cevap vermek için ağzını açmıştı ki biri araya girdi. 

“Profesör, benimle dans etmeye ne dersiniz?” dedi bozuk aksanıyla.

Durmstrang profesörü Aleksandr Volkov nazikçe elini uzattı. Aleksandr, keskin çene hatlarına sahip beyaz tenli ve kumral saçlı bir adamdı. Heybetli cüssesi ile her savaşı kazanacak gibiydi. Üstelik giyimi ve duruşu ile oldukça asil görünüyordu. 

 Lorien şaşkın bakışlarını Severus'a çevirdi.

"Ah evet, elbette!" dedi biraz abartarak.

Severus'a imalı bir bakış attıktan sonra Aleksandr'ın elini tuttup piste yürüdü. Severus'un gözleri kısıldı ancak ne hissettiğini anlamak mümkün değildi.

Lorien, bir elini omzuna koyduktan sonra diğer elini onunkiyle birleştirdi. Aleksandr da nazikçe belini kavradı. Müzik başladığında kafasını kaldırıp gözlerine bakması gerekiyordu ancak bunu yaptığında biraz paniklemişti. Şaşırtıcı derecede etkileyici bir adamdı Volkov. Hemen herkesin hayran olacağı cinsten kusursuz bir yüzü ve duruşu vardı. Volkov etraftayken okul koridorlarındaki kızların durmadan fısıldaşma sebebi buydu demek. Şimdiye hiç farketmemiş ve bu kadar yakından bakmamıştı. Belki de gözleri hep Severus'u aradığı içindi.

"Ben Aleksandr Volkov, leydim."

Lorien bir anda kıkırdadı, daha önce ona leydi diye hitap eden biri olmamıştı. 

"Ben de Prof..." diyerekken durup düzeltti, "Lorien Evergreen." 

"Bu kadar güzel bir bayanın erken yaşta profesör olması inanılmaz! Çok yetenekli olmazsınız."

Lorien'in yanakları kızardı. "Pek sayılmaz." dedi gülümseyerek.

"Bence çok mütevazi davranıyorsunuz, leydim."  

Lorien gülümsedi, yanaklarının alevi giderek artıyordu. İçinden bunu farketmemesini diledi ancak Volkov doğrudan yüzüne, gözlerinin içine bakıyordu. Şarkının ritmi hızlanırken Volkov, Lorien'i hafifçe kaldırıp döndürdü. Normalde iyi dans edemeyen Lorien, Volkov'un rehberliği sayesinde zerafetle hareket ediyordu. Bazı öğrencilerin onlar hakkında konuştuğunu farketti. Bu sırada alkol başını döndürmeye başlarken dışarıya çıkıp hava almaya karar verdi. 

"Ben gitsem iyi olacak." dedi Lorien. 

Müzik o kadar yükselmişti ki kulağına yaklaşıp bağırmak zorunda kaldı.  

"Ama Lorien... daha yeni başlamıştık." dedi Volkov hayal kırıklığı içinde.

"Kendimi iyi hissetmiyorum!" diye bağırdı yeniden. 

Volkov ellerini gevşetip gitmesine müsaade etti. Lorien daha bir adım atmıştı ki tek başına dengede durmakta zorlanıp sendeledi. Volkov hemen belinden yakalayarak destek oldu.

"İyiyim, takıldım sadece." dedi Lorien.

"İstersen dışarıya çı-" diyerekken Volkov'un sözü yarıda kesildi.

"Benimle gelin Profesör Evergreen." dedi ciddi bir ses. Severus. 

"Teşekkürler ama böyle iyiyim." dedi Lorien. Az önce Severus'un kendisini reddedişini ona iade etmenin memnuniyeti içindeydi. Severus'un dudakları kıvrıldı.

Volkov, "Ben de tam dışarıya çıkaracaktım." diye araya girdi. 

Severus, Volkov'a küçümseyen bir bakış atıp sanki orada yokmuş gibi Lorien'e döndü. 

"Bu rezillikle ben ilgilenirim." dedikten sonra Lorien'in kolundan tuttu. Çevrede onları farkeden bir kaç öğrenci hayretle bakınmaya başladı. Lorien zorluk çıkarmanın kötü bir fikir olacağını düşünerek Severus'un adımlarını takip etmeye başladı.

 

Salondan çıkıp kendini dışarıya attıklarında gürültü tamamen kesilmişti. Dışarısı serin ve karla kaplıydı. Burada yalnızca baykuşların sesi duyuluyordu.

"Tam da kendinizi daha fazla küçük düşüremeyeceğinizi düşünüyordum, Profesör Evergreen. Sarhoş olup Durmstrang Profesörü ile böyle... yakışıksız davranmanız okulumuzun itibarını zedeliyor." 

Severus'un sesi tıslama gibi çıkıyordu. Sanki onlardan bahsederken gizli bir düşmandan bahseder gibiydi.

Lorien'in ağzı hayretle açıldı. O kadar sinirlenmişti kekelemeye başladı. 

"N-Ne? Yakışıksız mı? Ben mi okulun itibarını zedeliyorum yani?" Lorien öfkeden köpürüyordu.

"Bir profesör olduğunuzu hiçbir zaman unutmayın. Lakin yarın herkes her şeyi hatırlayacak."

Söylenmeye devam ederken üzerindeki paltoyu çıkarıp Lorien'in çıplak omuzlarına bıraktı. Paltosu hala Severus'un sıcaklığını taşıyordu. Lorien'in içi ürperirken düşünceleri bulanmaya başladı fakat şaşkınlığını çabucak atmaya kararlıydı.

"Bence kimse hatırlamayacak çünkü sadece siz somurtarak etrafı izliyordunuz. Diğer herkes anın tadını çıkarmakla meşguldü." Sonunda yeniden zihnini toplamayı başarmıştı. "Ayrıca kendimi utandıracak hiçbir şey yapmadım. Başka birini bulup eğlenmemi siz söylediniz. Madem okulun itibarını önemsiyordunuz o zaman Durmstrang Profesörü'nden önce siz teklif etmeliydiniz. Böylece okulun itibarı zarar görmezdi!" Sözlerini bittikten sonra biraz soluklandı ve en son, "Ah, Snape'in güvenli kolları..." diye alay etmeyi ihmal etmedi.

Snape’in dudaklarında sinsi bir kıvrım belirip kayboldu. 

"Bu saçmalıklarınıza dahil olacak son kişi olurdum, Profesör Evergreen ve emin olun, benim kollarım düşündüğünüz kadar güvenli değil." 

Lorien'in nefesi kesilirken gözleri Severus'un kollarına kaydı. O kollarda ne sırlar saklıydı?

Bakışlarını yeniden onun yüzüne kenetledi.

"Ben tehlikeden korkmuyorum!" diye meydan okudu. Muhtemelen aldığı alkolün etkisiyle biraz patavatsız konuştuğunu farketti, ama tam da böyle hissediyordu.

Snape hayretle kaşını kaldırdı. 

"Ona ne şüphe!"

Ardından cebinden küçük bir iksir şişesi çıkarıp Lorien’e uzattı. “Bunu için.” dedi emir verir gibi. 

Lorien elindeki yeşil şişeye baktı. İtiraz etmeden iksiri yudumladı ve baş dönmesi geçti, cesareti de öyle. 

“Bir daha kendinizi bu duruma sokmayın." diye uyardı Snape. 

Ardından, pelerinini düzeltip hiçbir şey olmamış gibi uzaklaştı. Lorien olduğu yerde kalakaldı. Bu sadece bir disiplin meselesi miydi yoksa onu gerçekten önemsiyor muydu? 

 

 

 

SON OYUNDAN ÖNCE 

 

Lorien, Büyük Salon'da Cedric’in babasını gördü ve elinde tuttuğu Hufflepuff bilekliğini ona verdi. "Eğer siz hediye ederseniz buna daha çok sevinir" dedi. Amos teşekkür ederek oğlunun yanına giderken Lorien işe yaraması için dua ediyordu.

Birkaç saat sonra izleyiciler büyük bir coşkuyla yarışın başlamasını bekliyordu. Lorien oturduğu yerden kalkıp izleyicilerin arasından sıyrıldı. Yarışma başlamadan önce şampiyonlar bir çadırda ailesiyle bekliyordu. Lorien çimenlere basa basa şampiyonlar çadırının yanına yürüdü ve adımlarını susturdu. Dışarıdan Hufflepuff bilekliği gibi duran ancak içinde büyülü bir tılsım saklı olan bilekliği takıp takmadığını görmek için Cedric'e gözünü dikti. Şampiyonlar, çadırının içinde sabırsızca volta atıp heyecanlarını bastırmaya çalışıyordu. Cedric'in babası konuşmak için onu bir köşeye çekti. Tam önünde durduğu için görüşünü engelliyordu. Lorien biraz daha yaklaşmayı denedi ancak duyduğu ses yüzünden yerinden zıpladı. Kalbi çıkacak kadar hızlı atıyordu.

"Profesör Evergreen?" 

Lorien arkasını dönmeden kim olduğunu anlamıştı. Yavaşça arkasını dönüp ona baktı. Snape kaşlarını şüpheyle kaldırıp onu inceliyordu.

"Burada ne yapıyorsunuz, Profesör?" Lorien'in kafasını hızla çalışıyor ve bir yalan arıyordu.

"Şey... iyi şanslar dilemek istedim."  

"Ya... Öyle mi?" dedi alayla. Hiç de inanmışa benzemiyordu.

Snape, gözlerini ayırmadan bir adım yaklaştı ve tehditkar bir fısıltıyla konuşmaya başladı. "Sakın… bana... yalan söylemeye kalkmayın, Evergreen."  

Lorien'in kalbi deli gibi atıyordu. Ancak sesi onunki kadar soğuk çıktı. "Sana yalan söylemiyorum, Profesör," durdu ve konuyu değiştirmeye karar verdi, "ayrıca bilmek istiyorum neden sürekli arkamda beliriyorsunuz? Neredeyse beni izlediğinizi düşüneceğim." 

Snape'in gözleri hayretle açıldı, böyle bir cevabı beklemediği belliydi.

"Hah... Sizi izlemek mi? Burası şampiyonlar çadırı. Sizin de diğerleri gibi tribünlerde olmanız gerekirdi!"  

"Siz niye orada değilsiniz peki?" dedi Lorien, kıvrak zekasına sessizce teşekkür ederek.

"Ben... burada okulun güvenliği için varım," dedi Snape dişlerinin arasından. "Ve siz de öyle yapmalısınız." adını tehditkâr bir vurguyla ekledi: "Evergreen." 

Lorien gözlerini onunkilere dikti, bakışları o kadar tehditkar görünüyordu ki cevap vermeye cesaret edemedi ve bir adım geri çekildi. Snape’in dudakları belli belirsiz kıvrıldı. Ardından gitmesi için eliyle yolu gösterdi.

Çaresiz kalan Lorien, tribüne dönmenin en iyisi olacağını düşündü. Snape, çadıra kısa bir bakış attıktan sonra Lorien'in ardından izleyicilerin arasına yöneldi. 

 

FİNAL 

 

 Üçüncü ve son görev başlamıştı. Lorien nefesini tutup bekledi. Bir an Harry ve Cedric’in bedeni arenanın ortasında belirdi. Ancak Cedric'i yerde cansız hade yatarken gördü. Zavallı Harry ise onun üzerine eğilmiş ve ağlamaktan perişan olmuştu. Lorien'in başından aşağı kaynak sular döküldü. Lorien dışında hiç kimse Cedric'e ne olduğunu anlamamıştı. Harry kimsenin duymak istemeyeceği bir feryat kopardı.

"Voldemort geri döndü! Cedric artık yaşamıyor !" 

Bütün tribün sessizliğe büründü. Duyulan tek ses Harry'nin feryatları ve Dumbledore'un onu sakinleştirme çabasıydı. Bir kişi kalabalığı yarıp öne atıldı. 

Amos Diggory.

"OĞLUM!" diye haykırdı. 

Dumbledore Cedric'in nabzını kontrol ederken yüzü korkuyla gerildi. Sonra elini tekrar boynuna dayadı.

Lorien omzunda hissettiği acıyla aniden yüzünü buruşturdu. Eliyle uzanıp kaşımaya çalışsa da faydası olmadı. Şu an bunu umursayacak durumda değildi çünkü,

"Yaşıyor!" dedi Dumbledore, "Hemen götürün onu!"

 Lorien doğru duyduğundan emin olmak istedi. Hemen dönüp çevresindeki insanların yüzüne baktı. Yüzlerinde umut ve sevinç parıltısı görünce emin oldu, Cedric gerçekten yaşıyordu. Babasının sevgisi Cedric'i kurtarmıştı. Lorien'in gözleri parladı. Kaderi değiştirebiliyordu. Bu demekti ki sevdiği adamı yani Severus'u kurtarmak imkansız değildi. 

 

---

Umarım beğenirsiniz yorum ve desteklerinizi bekliyorum, şimdiden teşekkürler. ❤️

 

 

Chapter 3: Beklenmedik Davet

Chapter Text

Yıl: 1995-1996

Kitap: Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı 

 

LORIEN

Lorien bunların olacağını tahmin etmemişti. Cedric o gece St Mungo'da aylar süren bir tedavi sürecine başladı. Lorien kendini suçlu hissediyordu. Bir çocuğu kurtardı mı, yoksa ölüm ile yaşam arasında sıkışmasına mı sebep oldu bilmiyordu. Üstelik Voldemort'un döndüğü iddiası kulaktan kulağa yayılmıştı. Bir kesim buna inanırken diğer kesim ısrarla reddediyordu. İnsanlar zavallı Harry'nin üstüne giderek onu yalancı ilan etmişti. Bir büyücünün Avada Kedavra'dan kurtulmasının imkansız olduğunu söyleyip, hayal gördüğünü hatta dikkat çekmeye çalıştığını iddia ediyorlardı. Ancak Cedric'in kurtulmasının sebebi kan bağı tılsımıydı ve bunu hiç kimse bilmiyordu. Lorien o gece fırsatını bulduğu anda tılsımı Cedric'ten geri almış, geriye sadece normal bir Hufflepuff bilekliği kalmıştı. Kendini ele verecek bütün delilleri yok etti. Bu işte parmağı olduğunu söylemeye de hiç niyetli değildi.

 

HARRY

 

Sihir Bakanlığı, Hogwarts'a baskı uygulamakta kararlıydı. Voldemort'un döndüğüne dair dönen dedikoduları bastırmak için Dolores Umbridge adında acımasız ve kibirli bir cadıyı okul müfettişi olarak göndermişlerdi. Profesör Dumbledore göz hapsindeydi, Harry ise yalnız bırakılmıştı. Bakanlık, onun yalan söylediğini savunuyordu. Bu baskı altında Harry, gizlice “Dumbledore’un Ordusu" nu kurmuş, öğrencilere Karanlık Sanatlara Karşı Savunma eğitimi vermeye başlamıştı.

O gün sınıfta kalan tek kişi Cho’ydu.

Harry ona yaklaştı. “O iyi olacak,” dedi kısık bir sesle.

“Bilmiyorum, Harry...” dedi Cho gözlerinden yaşlar süzülmeye başlarken, “...çok uzun zaman oldu.”

Sonra öne bir adım attı. Dudakları titredi ve aniden onu öptü. Harry'nin karnında kelebekler uçuşuyordu. O akşam yaşadıklarını Ron ve Hermione’ye heyecanla anlattı.

Tatil dönüşü Harry'nin gözleri Ravenclaw masasındaki Cho’yu aradı. Cho, kız arkadaşıylarıyla konuşup gülüyordu. Harry’nin bakışlarını farkedince göz göze geldiler. Cho’nun yüzü kızardı. Bu büyülü anı bölen kişi Dumbledore oldu.

“Sevgili öğrenciler,” dedi gür sesiyle kürsüde dururken, “Bugün sizlerle güzel bir haber paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyorum...”

Bütün salon susmuş merakla onu dinliyordu. “…bildiğiniz üzere, St. Mungo’da uzun süredir tedavi görmekte olan Cedric Diggory bugün gözlerini açtı. En yakın zamanda aramıza tekrar katılmak için sabırsızlanıyor.”

Büyük Salon, sevinç çığlıkları ve alkışlarla inledi.

Ron’un ağzındaki kızarmış tavuk parçası yere düştü. “Vay canına… Cedric geri dönüyor yani...” dedi ağzı doluyken. Harry’nin yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi ama bu uzun sürmedi. Hermione endişeyle Harry’yi süzdü.

“...ve sen onun kız arkadaşıyla öpüştün.” diye bitirdi Ron.

Harry artık gülmüyordu.

“Hatırlattığın için teşekkür ederim, Ron.” diye tersledi.

Hermione, dirseğiyle Ron’un koluna vurunca acıyla inledi. “Sussana!” diye fısıldadı ona.

Harry tekrar Cho’ya baktı. Cho’nun gözlerinden yaşlar süzülüyordu ama bu sefer mutluluktandı. Arkadaşları ona sarılmış, sevincini paylaşıyordu. Harry ile bakışları tekrar kesiştiğinde, Cho’nun gülümsemesi bir anda söndü ve suçlu bakışlarla gözlerini yere indirdi.

Şimdi ne olacaktı?

Cedric’e ne söyleyeceklerdi?

Harry, onun yokluğunda kız arkadaşını öpmüştü. Cedric bunu affeder miydi?

Harry’nin midesi yumruk yemiş gibi kasıldı.

 

SORGU

 

 

Lorien bir süredir Snape'i gördüğünde adeta kaçıyordu.

Sanki gözlerine baktığında sırlarını öğrenecek gibi hissediyordu.

Ancak bu defa kaçmayı başaramadı. Severus sinsice Önünde belirmişti.

"İyi günler, Profesör... Evergreen."

"İyi günler, Profesör Snape."

Yanından geçmeyi ummuştu ama tam önünde durduğu için mümkün değildi.

"Bir aceleniz yoktur umarım." diye sordu Snape yüzünde hain bir ifadeyle.

"Aslında biraz var, notlarımı düzenlemem gerekiyor... ama sizi dinliyorum Profesör."

"Geçen sene derste ilginç bir olay yaşandığını duymuştum, aniden dalıp gitmiş ve sonrasında hemen dersi bitirmişsiniz." dedi Snape.

"Bunun... ne alakası var şimdi?" diye kekeledi Lorien, ama o günü çok iyi hatırlıyordu.

"Belli ki bir şeyler görebiliyorsunuz, kehanet gibi." Yüzündeki her değişimi dikkatle inceliyordu.

"Kehanetlere inanmaya başladığını bilmiyordum." dedi Lorien, sohbet havasında. Tam da korktuğu gibi Snape ondan şüpheleniyordu.

"İnandığımı söylemedim." diye cevapladı Snape.

"O zaman neden soruyorsunuz?"

Snape bir adım yaklaştı ve gözlerini yüzünde gezdirdi. "Harry Potter ve Cedric Diggory'nin o gece yaşadıklarına dair anlattıkları... oldukça tutarlı. Ölümcül bir lanet, aylarca süren bir koma... Ancak ölüm gerçekleşmiyor. Tuhaf, değil mi?"

Lorien yutkundu. "Evet, tuhaf. Peki sebebi neymiş peki?" dedi -sözde- meraklı bakışlarla.

"Geleceği okuma konusunda uzman olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Belki de bu 'tuhaf' olayın sebebine dair... bir görünüz vardır?" dedi imalı sözlerle.

Lorien kalbi davul gibi atıyordu. Belli ki ikisi arasında bir satranç başlamıştı ve hamle sırası Lorien'deydi.

"Beni bir şeyle mi suçluyorsunuz Profesör Snape?"

"Suçlamak mı, Profesör Evergreen? Ben sadece... ilginç bağlantıları fark ediyorum. Tıpkı bir kahin gibi."

"Belki de kahin olmalıydınız," dedi Lorien, dudaklarında alaycı ve gergin bir kıvrım belirdi.

"Belki de, Profesör Evergreen. Ancak benim uzmanlık alanım, sis perdesini açığa çıkarmaktır..." bir an duraksadı, "...ve bazen o sis perdesini kimin yarattığını." Gözlerini onun gözlerine kenetledi.

Lorien olabildiği kadar gerçekçi bir kahkaha attı. "Ben mi? Beni bu kadar gözünüzde büyütmeniz gururumu okşadı açıkçası."

"Gözünüzde büyütmek mi, Profesör Evergreen? Sadece... potansiyelinizi değerlendiriyorum."

"Değerlendirmeniz için teşekkürler, Profesör. Trelawney'yi de sorguladınız mı, yoksa bu 'ayrıcalık' sadece bana mı özel?"

Ellerini arkada birleştirdi. "Sorguladığım bir kaç kişi oldu elbet... ama gerekli görürsem yapacağım."

"Ne hoş. Başka bir şey var mıydı?" dedi Lorien, artık gitmek istediğini açıkça belli ediyordu.

"Evet, Profesör Evergreen bir şey daha var," dedi Snape sesindeki o sinsi ton geri dönerken, "sadece merakımı gidermek için soruyorum... O gece şampiyonlar çadırının etrafında ne arıyordunuz?"

Lorien'in şimdi tamamen köşeye sıkışmıştı ve söyleyecek hiçbir bahanesi kalmamıştı.

"Profesör, gerçekten notlarımı düzenlemem gerekiyor. Bu konuyu daha sonra konuşabilir miyiz?" dedi acelesi varmış gibi.

"Pekala Profesör. Ancak bu konuyu unutmuş değilim. İyi günler." Başını hafifçe eğip Lorien'in gitmesine izin verdi. 

 

DUMBLEDORE'UN OFİSİNDE

 

Snape kollarını göğsünde kavuşturmuş, Dumbledore’un masasının önünde dikiliyordu.

“Aklına girip her şeyi öğrenebilirim.” dedi.

Dumbledore sakince başını salladı, “Hayır, Severus. Bunu yaparsan onu tamamen kaybedersin.”

“Bizi kandırıyor. Cedric’in kurtuluşu bir tesadüf olamaz. O gece bir şey yaptı.”

Dumbledore yumuşak sesiyle, “Ve belki de o şey, Cedric’in hayatını kurtardı."

Snape gözlerini kıstı “Peki sizce niyeti neydi?”

“Henüz bilmiyoruz..." dedi Dumbledore düşünceli düşünceli, "...ama zamanı geldiğinde elbet kendisi anlatacaktır."

Snape, şüpheyle kaşlarını çatarak sordu, "Onu izlememi istiyor musunuz?"

Dumbledore hafifçe başını salladı. "Evet... ama sadece bu değil, Severus. Onu yanımıza alacağız." diye açıkladı Dumbledore, "Zümrüdüanka Yoldaşlığı'na."

Severus alaylı bir ifadeyle tek kaşını kaldırdı. "Tüm bu şüpheli davranışlarından sonra ödüllendirecek miyiz yani?"

Dumbledore hafifçe gülümsedi. "Lorien, Yoldaşlık için faydalı olabilir."

 

 

Yorumlarınızı bekliyorum teşekkürler ❤️

Chapter 4: Zümrüdüanka Yoldaşlığı

Chapter Text

Lorien, Snape’in birkaç adım gerisinden yürüyordu. “Çok heyecanlıyım.” dedi.

Snape, bir an durup ona dönüp kaşlarını çattı. “Heyecanlanacak bir şey yok, Evergreen,” dedi buz gibi bir sesle. “Bana kalırsa yoldaşlık size göre değil. Burada olmanız tamamen gereksiz.”

Lorien gözlerini devirdi. “Peki, neden buradayım o zaman?”

Snape alaycı bir ifadeyle, “Dumbledore’un her zamanki iyimserliği. Ama bu tehlikeli bir yer olduğunu size hatırlatmamda fayda var. Burada başınıza buyruk iş yaparsanız hepimizi tehlikeye atarsınız. O yüzden sakın... aptalca...oyunlara kalkışmayın." diye uyardı tane tane.

"Napmışım ki?" dedi Lorien arsızca.

Snape dönüp ters bir bakış attı. "Yerinizde olsam şansımı fazla zorlamazdım Profesör." 

Lorien susmaya karar verdi.

Karargahtan içeriye girdiklerinde onları karşılayan kişi hafifçe tombul, kızıl saçlı bir cadıydı. "Ah, canım! Nihayet geldin, bizde seninle tanışmayı bekliyorduk!" dedi Molly.

Lorien onun samimiyetine şaşırmış olsa da karşılık verdi. "Gel canım, işte burada toplanıyoruz."

Molly toplantı odasının kapısını açtı. Lorien uzun bir masanın etrafında toplanan kalabalığı taradı. Çoğu tanıdık olan yüzler gördü. Bir de tanıdımadığı yüzler vardı, renkli saçlı bir kız, tekinsiz görünen bir adam ve kıvırcık saçları omzuna dökülen, delici bakışlarla onu süzen genç bir adam.

Lorien, başıyla herkese selam verdi. Sanki onu tanıyor gibi görünen Sirius, bir adım öne çıktı. “Sen…” dedi tanımış gibi.

Lorien, onu okul zamanlarından biliyordu. Bir zamanlar Gryffindor'un en parlak öğrencilerinden biriydi. Sirius ve çetesi ise çok popülerdi. Ancak hiç konuşmamışlardı çünkü Sirius'un çevresi her zaman kızlarla çevrili olurdu.

"Beni tanıyor musunuz?” diye sordu Lorien şaşırarak.

Sirius, yüzünde bir gülümsemeyle bir adım daha yaklaştı. Tam bir şey söyleyecekti ki, Snape araya girdi.

“Profesör Evergreen Dumbledore’un daveti üzerine burada.” dedi Snape. Karşısındaki adama ters bir bakış attı. “Kehanet profesörü Lorien Evergreen.

Lorien, Snape'in yüzünü inceledi. Az önce burada olmasını uygun görmeyen adam şimdi çok mühim biriymiş gibi anlatıyordu.

Snape, "Yapacak çok işim var. Sizin aksinize çok meşgulüm." dedi masayı tarayarak.

“Ah, Snivellus. Her zamanki gibi neşe getirdin." dedi Sirius.

Molly araya girdi. "Bu kadar yeter! Hadi başlayalım artık, daha yapılacak bir sürü iş var."

Snape masaya doğru yürüdü ve sert bir şekilde oturdu.

Toplantı sona erdiğinde herkes yavaş yavaş dağılıyordu.

O sırada Sirius Lorien'e yaklaşma fırsatı buldu. “Sana teşekkür etmeliyim,” dedi Sirius.

"Anlamadım. Neden ki?”

Sirius gülümsedi. “Küçük bir köpek için yaptıkların… hayatımı kurtardı.”

Lorien'in iyice kafası karıştı. 

“Bir kaç yıl önce Yasak Orman'da gördüğünüz siyah köpek bendim, yani animagus formundaydım ve kaçaktım." dedi Sirius, "hayatta kalmaya çalıştığım zamanlarda senin gibi birini bulmak… büyük bir şanstı.”

Lorien, o gün ormanda sıska bir köpeğe rastlamış ve onu besleyerek karnını doyurmuştu. Ancak onun aslında bir insan olduğunu bilmiyordu. Lorien'in ağzı hayretle açıldı. “O köpek- şey pardon, o siz miydiniz?"

Sirius gülümsedi. "Sorun değil."

Lorien utandı.

“Evet, tam bir zavallı gibi görünüyordum, değil mi? Ama bu köpek sana gerçekten minnettar oldu.”

Bir ses konuşmayı böldü.

"Geliyor musunuz Profesör Evergreen?" dedi Severus buz gibi bir sesle. Belli ki rahatsızlığını gizleme gereği duymuyordu.

"Evet geliyorum." dedi Lorien, sonra Sirius'a döndü. "Görüşmek üzere."

 

Snape, yolda Lorien'e eleştirel bakışlar atmaktan geri kalmadı. Yürürken bir kaç dakika boyunca rahatsız edici bir sessizlik hakimdi. Sonunda sessizliği bozmaya karar verdi. "Sirius'u pek sevdiniz galiba." dedi Snape imalı imalı. Belli ki aralarındaki düşmanlık hala devam ediyordu. Ancak bu Lorien'e aşırı derecede saçma geliyordu. Sonuçta ikisi de yetişkin adamlardı.

"Gayet kibar biri bence." dedi Lorien, gülümseyerek. "Ormanda gördüğümüz siyah köpek oymuş." 

Snape'in de kendisi kadar şaşırmasını bekliyordu ama öyle olmamıştı.

"Belliydi." dedi Snape. "O sefil hayatı yaşayacağına Azkaban'da kalmalıydı."

Lorien, Snape'in yüzündeki nefreti incelerken bir taşa takıldı. Snape gözlerini devirdi, "Ah, çok güzel!" dedi usulca. Bir yandan da destek olmak için elini uzattı.

Lorien acıyan ayağını tutarken Snape'in ona uzattığı eline baktı ve doğruca sol koluna uzandı. "Önemli değil, görmemişim." diyecekti. Tam o anda gözlerinin önüne bir görüntü yerleşti. Yeni bir kehanet görüyordu. Lorien kaskatı kesilmişti.

Karanlığın içinden Snape ve Voldemort'u farketti. Üç yıl sonra nihayet Severus'a dair yeni bir kehanet belirmişti.

Snape her zamankinden daha yorgun daha çökmüş ve daha karanlık görünüyordu.

“Lor-Lordum?” dedi Snape, “Anlamıyorum. Siz o asayla olağanüstü sihirler yaptınız.”

“Hayır,” dedi Voldemort. “Ben olağanüstüyüm. Mürver Asa bana gerektiği gibi hizmet edemiyor Severus. Çünkü hakiki ben efendisi değilim. Mürver Asa son sahibini öldüren büyücüye ait. Albus Dumbledore’u sen öldürdün ve sen yaşadıkça Mürver Asa asla benim olamaz.”

“Lordum!” diye itiraz etti Snape.

Voldemort, Çataldiliyle konuştu.

“Öldür.”

Nagini kıvrılarak Snape'in üzerine gitti.

 

Gözlerinin önündeki görüntü kaybolurken Snape'in yüzüyle karşılaştı. Oradaydı, kanlı canlı önünde dikiliyordu. Gözleri hala parlaktı.

Lorien duyduklarında ve gördüklerine inanamadı. Bir hata olmalıydı, Snape Dumbledore'u öldürmüş olamazdı. Peki ya Snape'in ölümüne ne demeli?

Lorien Snape'in öldüğünü üç yıl önce görmüştü. Bu kehanet onu Hogwarts'a dönmeye ikna etmişti. Ancak kim tarafından ve ne şekilde öleceğini bilmiyordu. Ölümünün Voldemort'un emriyle olması onu alt üst etti.

İkisinin de hiç şansı yoktu.

Lorien bu kaderi nasıl durdurabilirdi ki? Bununla nasıl başa çıkardı? Snape'i Voldemort'un gazabından kurtaracak bir büyü var mıydı? Lorien ona sarılıp ağlamak istedi ama yapamadı.

Chapter 5: Kaçak Ölüm Yiyenler

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

Yıl: 1996

Kitap: Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı

 

CHO VE CEDRİC'İN YÜZLEŞMESİ

 

Cho'nun hıçkırıkları tuvaleti dolduruyordu. Cedric’in koluna sıkıca tutundu. "Sana söyledim, kendimi iyi hissetmiyordum. Ne yaptığımı bilmiyordum bile!"

Cedric’in yüzü zayıf ve solgundu, gözlerinin altındaki koyu halkalar vardı. Sağlıklı haline kavuşması biraz zaman alacaktı.

Cedric cübbesinin kolunu çekerek Cho’nun elinden kendini kurtardı. "Yani, benim ölümle savaşırken..." dedi Cedric kaşlarını çatarak, "sen başka biriyle mi öpüşüyordun?"

Mızmız Myrtle, tuvaletin penceresine tüneyip tartışmayı büyük bir keyifle izliyordu. "Onu sakın affetme!" diye zevkle bağırdı, ancak ikisi de ona aldırmadı.

"Sana yemin ederim—" diye başladı Cho, ama Cedric elini havaya kaldırarak sözünü kesti. Yüzünde artık tartışmak istemediğini gösteren bir ifade vardı. "Yeter, Cho," dedi Cedric, "Senden bunu beklemezdim." Sesinde farkedilir derece hayal kırıklığı vardı.

Cedric arkasını dönüp ağır adımlarla tuvaletten uzaklaştı. Cho ise yerinden kıpırdayamıyordu, adeta bacakları tutmaz hale gelmişti.

Myrtle alaycı bir çığlıkla Cho’nun etrafında döndü. "İki kişiyi birden idare edebileceğini mi sandın? Zavallı, küçük Cho! Ne kadar da aptalsın!"

Cho yüzünü avuçlarının arasına alarak hıçkırıklara boğuldu.

 

Sirius Black'in Gençliği 

 

Lorien toplantı masasına oturduğunda hala boş bir sandalye olduğunu gördü. İçeri giren son kişi Sirius Black’ti. Bu defa biraz daha farklı görünüyordu; yüzü aydınlık ve bakımlıydı. Sakalları düzgünce kesilmişti. Kadifemsi koyu renk ceketi ve yeleği oldukça şık görünüyordu. Belki de yeniden herkese Sirius Black olduğunu hatırlatmak istiyordu. Tonks ve Lupin onu görünce kıkırdayıp kendi aralarında fısıldaştılar. Toplantı bittikten sonra Lorien yemeğe kalmış ve Sirius ile konuşma fırsatı olmuştu. Sohbet gitgide koyulaşıyor,  öğrencilik yıllarına dönüyorlardı.

“Gerçekten hatırlıyor musun beni?” diye sordu Sirius.

Lorien gülümsedi. “Yani evet, okul günlerinden tanıyorum. Tanımamak mümkün mü? Hogwarts'ta öğrenciyken benim binamda yani Ravenclaw'daki kızlar sana resmen tapıyordu.”

Sirius, masanın kenarına yaslandı. Dudaklarında o tanıdık, kendinden emin sırıtış belirdi. Sanki Hogwarts’taki altın çağlarına ışınlanmış gibi. “Tapıyorlardı, ha?” Sesinde sahte bir alçakgönüllülük vardı ve gözleri parlıyordu.

"Bizim binada bir kız vardı,” dedi Lorien, “Adı Anna. Senin resmini öpmeden uyuyamazdı.”

“Gerçekten mi? Demek o kadar etkileyiciydim ha?” diye böbürlendi ama ses tonunda samimi bir utangaçlık seziliyordu.

“Bir gün ona selam vermişsin, neredeyse bayılıyordu. Suratını görmeliydin!” dedi Lorien gülerek.

Sirius, yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. “James bunu duysa bir ömür benimle dalga geçerdi." dedi, "Tabi, artık yaşlandım. Azkaban'da 12 yıl geçirdikten sonra...”

Lorien onun yüzündeki bastırılmış kederi farketti ve omzuna hafifçe vurdu, “Kendine bu kadar haksızlık etme.” dedi.

Sirius durup gözlerini Lorien’e dikti. “Peki ya sen? Sen benim için ne düşünüyorsun?” 

Lorien gülümsedi, “Bence hala giderin var,” dedi sohbet havasında.

Sirius'un gözleri parladı. “Bu son zamanlarda aldığım en iyi iltifattı. İyi ki gelmişsin Lorien." 

Konuşmalarına kulak misafiri olan Molly, onlara bakıp usulca gülümsedi. Hemen ardından yüzüne ciddi bir ifade takınıp içeriye seslendi. “Eğer biriniz gelip şu tabakları taşımazsa akşam yemeğini unutabilirsiniz!”

Sirius, gözlerini devirip başını iki yana salladı. “Hadi bakalım Bayan Kehanet, karargahın kurallarını çiğnemeyelim yoksa aç kalacağız.”

Sirius, Lorien'i sevmişti. O sıkıcı yerde yalnızlığını azaltan ve onu güldüren tek kişiydi. Sonraki toplantılarda biraz daha fazla kalması için bahaneler üreterek yemeğe davet ediyordu. Lorien ise dersten arta kalan zamanlarda kehanetlerini anlamaya çalışmakla meşguldü. Son kehanetinde Severus'u öldüren kişinin Voldemort olduğunu görmüştü. Karşı karşıya geleceği kişi dünyanın en tehlikeli büyücüsüydü. Onunla savaşmak imkansızdı ve bu sefer gerçekten iyi bir plana ihtiyacı vardı. Bunların yanında Snape bir katil olamazdı. Muhakkak bilmediği bir şeyler vardı ve bunu çözmeye kararlıydı. 

 

KORKUNÇ KEHANET

 

Gözlerinin önünde aniden karanlık bir salon belirdi. Bembeyaz bir ışıkla aydınlanan bir kol gördü. İnce, narin bir kolun üzerinde kıvrılan bir yılan dövmesi vardı. Karanlık İşaretti bu... Ve o kol Draco Malfoy'a aitti.

“Öldür.” diye emretti bir ses. Voldemort'un sesi olduğunu farketti. Tıpkı Severus'u öldürdüğü gibi başka birinin ölüm fermanını vermişti.

Ardından karanlık dağıldı. Lorien artık bir kuledeydi. Görebildiği tek şey, rüzgarın etkisiyle Dumbledore'un saçların savrulması oldu. Yüksek bir yerde olmalıydı. Draco, titreyen elleriyle asasını doğrulttu.

“Yapamayacağım,” dedi Draco'nun sesi, çaresizlikle çatlayarak.

Gözleri yaşlarla dolu, annesi olduğunu düşündüğü bir kadın fısıldadı:

“O zaman sen değil, o yapsın.”

Lorien kimden bahsettiğini anlamak için arkasına döndü. Severus Snape gözlerinde karanlık bir ifadeyle oraya geliyordu. Asasını Lorien'e doğrultup "Avada Kedavra" diye haykırdı.

 Öldüren lanet Lorien'in içinden geçti ve tam karşıya, başka birine doğru ilerledi.

Albus Dumbledore'a.

Albus'un bedeni parlayan yeşil ışıkla geriye doğru savrulurken Lorien boğulurcasına uyandı. Alnı sırılsıklamdı. Karanlıkta el yordamı ile asasına buldu. 

"Lumos" 

Loş ışıkta sersemlemiş halde masasına yöneldi ve boş bir parşömene gördüğü her şeyi yazmaya başladı. Önceki kehanet ile şimdiki kehanet arasındaki bağlantıyı, neden - sonuç ilişkisini çözmeye çalıştı. Kafası hiç durmadan çalışıyor, elleri durmadan yazıp çiziyordu. İşi bittiğinde ise güneş odasına vuruyordu.

Bir nedenden dolayı Draco'ya Dumbledore'u öldürme görevi verilecekti. Yarım kalan işi Severus bitirecekti. Ama neden Severus onları durdurmuyordu? Severus gerçekten bir yoldaş mı yoksa bir ölüm yiyen miydi? Bir katil olabilir miydi?

Ertesi gün büyücü dünyası kırmızı alarm vermişti çünkü Azkaban'dan tam on adet ölüm yiyen kaçmıştı. Yoldaşlık üyeleri acil bir toplantıya çağırıldı.

 

KAÇAK ÖLÜM YİYENLER

 

"Ah evet,” dedi Lorien, pek de önemli değilmiş gibi hafifçe omuz silkerek, “geçenlerde ölüm yiyenlerin dahil olduğu bir takım vizyonlar görmüştüm ama açıkça kaçtıklarına yormadım."

Moody hafifçe kaşlarını çatarak sordu, “Hiçbir şey yapmadın mı peki? Dumbledore’a haber vermedin mi?”

Lorien, Dumbledore'un ölümünü düşünmekten diğer tüm detayları kaçırmıştı. Ne diyeceğini düşünürken Snape araya girdi.

“Zavallı kafası karışık bir kehanet profesörü ne yapabilir ki?” dedi alaycı ve iğneleyici sesiyle. Gözlerini kısıp Lorien'in anlayabileceği şüpheli bir bakış attı. Bu iğneleyici sözlerin ardında yatan gerçek tezatı sadece ikisi biliyordu.

Lupin, "Dumbledore, bunun olacağını hep biliyordu." dedi, "bakanlık işini biraz ciddiye almış olsaydı işler bu noktaya gelmezdi."

Molly, "Bir de sorumluluk almak yerine hala suçu başkasına yıkmaya çalışıyor, inanılır gibi değil!" diye çıkıştı. 

"Ve başardı da." diye cevapladı Sirius. Sesi sert ve sinirliydi.

Molly'nin sesi şimdi ağlamaklı çıkıyordu, "Ah zavallı Sirius... Bakanlığın günah keçisi ilan edildin." 

Sirius’un yüzünde çarpık bir gülümseme belirdi. “Eh, en azından Azkaban’da geçirdiğim on iki yıl boşa gitmemiş—bakanlığa günah keçisi lazım olduğunda adresi biliyorlar.”

 Lorien onca şeyin ortasında hâlâ mizah yapabilen birinin varlığına minnet duydu. Göz göze geldiklerinde Lorien belli belirsiz gülümsedi.

Toplantı biterken Sirius Lorien'e doğru eğildi. "Yemeğe kalsana." dedi oturduğu yerden. Ancak Lorien, Snape'in gitmek üzere olduğunu farketti. Onu kaçırmak istemiyordu çünkü çözülmesi gereken sorular vardı. Dumbledore’un savrulan bedeni, Snape'in onu öldürmesi...

“Çok isterdim,” dedi Lorien kibarca, “ama bu gece biraz işlerim var. Okulda olmam gerek.”

“O zaman başka bir akşam.” dedi Sirius.

Lorien başını salladı, "Olur."

Sonra gitmekte olan Snape’in yanına aceleyle yanına yürüdü.

“Hemen gidiyor muyuz?” diye sordu Snape'e.

“Ne sanmıştın, burada kalıp sıcak çikolata mı içeceğim?” diye alay etti Snape.

Lorien yolda nasıl konuya gireceğini düşünüp durdu. “Profesör Snape, Dumbledore hakkında ne düşünüyorsunuz? Bakanlığın söylediklerinden sonra…” diye lafa başladı Lorien. Bir şeyler öğrenebilmeyi umuyordu.

Snape Lorien'e başını çevirmeden konuştu.

“Bunu soruyorsan, Evergreen, neden Yoldaşlık’tasın?” dedi düz bir sesle.

“Sadece merak ettim.”

"Bazen Dumbledore'un seçimlerini tartışmalı buluyorum. Sırları olan birini yoldaşlığa alması gibi mesela." diyerek Lorien'e laf dokundurdu. Belli ki hala unutmamıştı.

Lorien’in yüzünde küçük bir tebessüm belirdi. Ama hemen pes etmeye niyetli değildi. "Herkesin sırları vardır. Sizin yok mu?" diyerek tekrar şansını denedi.

Snape aniden olduğu yerde durdu ve ellerini arkada birleştirerek Lorien'e döndü. "Hatırladığım kadarıyla Cedric mevzusunu daha sonra konuşacaktık. Sırlardan bahsetmişken şuan çok uygun bir zaman gibi görünüyor." dedi.

Lorien parlak gözlerini Snape'e dikti. "Bu kadar merak ediyorsan söyleyeyim Profesör Snape, benim sırrım sevdiklerimi korumak için her şeyi ortaya koymak."

Snape birkaç saniye cevap vermedi. Düşündü, düşündü. Ne düşündüğünü anlamak mümkün değildi.

Sonunda "İlginç..." dedi, "sanırım bazı ortak yönlerimiz var."

Notes:

✏️ Eğer okuduysan küçük bir yorum bırakman beni çok mutlu eder.
Takip ettiğini biliyorum ve yazmaya devam ediyorum.
Teşekkür ederim uğradığın için. 🌸

Chapter 6: ESRAR DAİRESİ

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

Yıl: 1996

Kitap: Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı

 

Lorien bir fincan Türk kahvesi içerken aldığı notları karıştırdı. Gördüğü kehanetlerden sonra duygusal olarak darmadağındı. Ne Severus'un ölümünü kabullenebilmişti ne de Dumbledore’un onun elinde ölmesini. “Severus katil olamaz.” diye geçirdi içinden. Ama kehanetler yalan söylemezdi. Dumbledore’u öldüren oydu ve farkında olmadan kendi mezarını kazacaktı. Yıllardır Severus’u kurtarmak için çabalamıştı. Şimdi ise gördüğü kehanetler yüzünden inandığı her şey sarsılıyordu. Aklına takılan bir diğer konu ise Draco'nun babasıydı. Draco böylesine tehlikeli bir görev üstlenirken babası neden yanında yoktu? Neden bu işi kendi yapmıyor ve neden Severus bitiriyordu? Bilmediği çok şey vardı.

 

Güm, güm, güm!

 

Biri kapıyı kırmak istercesine yumrukluyordu. Lorien'in ödü patladı. Oturduğu sandalyeden fırlayıp kapıya yöneldi. Karşısında Harry, Ron ve Hermonie vardı. Üçü de endişeli görünüyordu belli ki kötü bir şey olmuştu.

“Profesör Evergreen!” dedi Harry, sesi titreyerek. 

“Potter? Bu ne gürültü?” diye sordu Lorien, kaşlarını çatarak.

“Sirius!” dedi Harry, kelimeler boğazında düğümlenmişti. “Esrar Dairesi’nde gördüm onu, Voldemort’un elinde! Bize yardım et!” 

Lorien’in yüzü ciddileşti. "Nasıl gördün? Emin misin?" 

"Evet eminim, daha önce de oldu!" dedi Harry. Ron başını salldı.

“Sakin ol” dedi Lorien, “Snape’e haber vermeliyiz.” 

Harry'nin gözleri öfkeyle parladı. “Snape mi? Ona güvenmiyorum! Sirius'u kurtarmam gerekiyor!”

“Harry, bekle!” dedi Lorien, "Snape hızlıca öğrenir. Bir şey yapmadan önce emin olmalıyız." 

Hermione, Harry’nin kolunu yakaladı. "Profesör Evergreen haklı. Emin olmadan hareket edemeyiz Harry!”

Lorien, hızla Snape’in odasına yöneldi. Sirius'tan hoşlanmadığını gayet iyi biliyordu, bu habere sevineceğini düşündü.

“Evergreen? Böyle aceleyle nereye gidiyorsun?"

Umbridge’in sinir bozucu sesi tam arkasında belirmişti. Lorien olduğu yerde kaldı.

"E... önemli bir şey yok,” dedi sesini sakin tutarak.

“Güzel,” dedi Umbridge, “müfredat dışı uygulamalarla ilgili konuşmamız gerek."

Lorien kaşlarını kaldırdı. "Anlamadım?"

"Dersinizde yine 'Türk kahvesi falı' gibi bakanlığın onaylamadığı yöntemler denemişsiniz." dedi alay edercesine. “Bu konuyu çözdük sanıyordum. Demek ki yeterince açık olmamışım.” 

Lorien kaçamayacağını anladı, bu yüzden konuşmaya olabildiği kadar kısa tutmaya karar verdi.

"Bakanlık, eğitim müfredatı konusunda oldukça kesin. Kehanet dersi de buna dahil..."

Lorien dinliyormuş gibi görünmek kafasını salladı. Okulda kalmak için Umbridge'in kurallarına boyun eğmek zorundaydı. Bir süre daha konuşmaya devam etti. "Güzel." dedi sonunda. "Bu defa bir problem çıkacağını sanmıyorum. Aksi takdirde Hogwarts'taki görevinize son verileceğini belirtmem gerek."

"Kesinlikle çıkmayacak." dedi Lorien, emin olması için. Olabildiği kadar sakin adımlarla yanından uzaklaştı. Yolun geri kalanında koşarak Severus'un odasına geldi ve kapısını sertçe yumrukladı. Severus hışımla kapıyı açtı. Oldukça sinirli görünüyordu. "Profesör Ever-"

Lorien cümlesini bitirmesine izin vermedi. "Voldemort, Sirius'u almış olabilir!" dedi fısıldayarak. Snape çevrede biri olup olmadığını kontrol ettikten sonra kolundan tutup çekti. "İçeriye gel." dedi usulca. 

Lorien, kitaplarla dolu loş odaya göz gezdirdikten sonra Snape'e döndü. "Potter görmüş. Black, Esrar Dairesi’nde!”

Snape “Potter,” dedi tıslayarak “Yine mi onun saçmalıkları?”

 "Hayır çok daha ciddi." dedi Lorien, "Üstelik Esrar Dairesi'ne gitmekten bahsediyor." 

Snape bir an sustu, gözleri masanın üzerindeki parşömenlere kaydı sonra Lorien’e döndü. “Ona haber gönderip gerçeği öğreneceğim.”

Asasını havaya kaldırdı. 

"Expecto Patronum!

Snape'in asasından ışık süzüldü.

Dişi geyik.

Lorien bunu ilk defa görüyordu. Bir yerden tanıdık gelse de emin olamadı. Geyik odanın içinde hızla döndükten sonra uzaklara gitti. Snape'in gözleri tekrar Lorien'le buluştu. Bütün şüphelerini boşa çıkarmıştı. Düşmanına bile yardım eden bir adam gerçekten katil olabilir miydi? 

"Bana gelmekle doğru olanı yaptın, bu bir tuzak olabilir." dedi Snape. 

"Evet," diye yanıtladı Lorien, "Sirius'un öylece çıkıp gitmiş olması mantıksız. Ama... eğer tehlikedeyse onu yalnız bırakamayız." 

Snape'in bakışları bir süre Lorien’in yüzünde kaldı. Gözlerinde yavaş yavaş belirginleşen bir gerginlik vardı. "Sizi fazla tedirgin gördüm," dedi Snape ima eder gibi. “Onu seviyor musunuz yoksa?” 

Lorien'in kaşları kalktı. “Kimi?” 

“Sirius’u.” dedi Snape, tiksinmiş bir ifadeyle.

Lorien bir an duraksadı, sonra ne yapacağını bilemez halde alaycı bir kahkaha koyuverdi. “Yanlış bir izlenim bıraktım sanırım.” 

"Pervasız davranışlarınızın böyle bir yanlış anlaşılmaya sebep olacağını düşünmemişsinizdir elbette." dedi Snape.

O sırada gümüşi bir köpek odanın içinde belirdi. Sirius’un Patronusuydu. Sirius evden dışarıya hiç çıkmamıştı. 

"Bir terslik var." dedi Snape huzursuz şekilde.

"Harry'yi bulmalıyız," dedi Lorien, "Esrar Dairesi'ne gitmeden önce." 

Ancak onları hiçbir yerde bulamadılar. Snape'in sabrı iyice taşmıştı. Koridorda Goyle'u bulup tehdit edici bakışlarını onun üzerine kilitledi.

"Harry nerede?" diye sordu sertçe.

Goyle korkudan titriyordu. "G-gittiler..." diye kekeledi, "Umbridge onları kendi odasında yakaladı. Sonra dördü ormana gittiler. Orada bir silah mı ne varmış, onu görecekmiş." 

Lorien ve Snape birbirine baktı. Lorien, "Ne silahı?" dedi kafası karışık halde. 

“Yasak Orman…” dedi Snape dişlerinin arasından. “Ne halt etmeye oraya giderler?”

Lorien’in zihni hızla çalışıyordu. “Harry hâlâ Sirius’un tehlikede olduğunu düşünüyor." dedi endişeyle. 

Snape iyice sinirlenmişti. “Hiç şüphesiz Potter yine kendi kafasına göre hareket edecektir!" diye gürledi. 

“Ormana gitmeliyim,” dedi Lorien.

Snape ondan önce davrandı, "Ben giderim." dedi, "Sen burada kal."

 Snape tekrar çevik bir hareketle asasını salladı. "Expecto Patronum!" 

Gümüşi bir geyik asasından süzüldü ve yoldaşlığa haber vermek için Hogwarts'tan çıktı. Kargaşa içinde geçen birkaç dakikadan sonra Harry ve arkadaşlarının Esrar Dairesi'ne doğru gittikleri ortaya çıktı. Harry, Sirius'un güvende olduğunu bilmiyordu. Belli ki bir tuzak kurulmuştu. 

"Gitmem gerekiyor." dedi Lorien. 

"Hayır." diye itiraz etti Severus. Sesi buz gibiydi. "Bir kehanet profesörünü dışarıda nelerin beklediği hakkında... hiçbir fikrin yok."

Onu düşündüğünden mi yoksa hor gördüğünden mi demişti anlayamadı. 

"Ben savaşmayı bilmiyor muyum sence?" diye çıkıştı Lorien. 

"Kaç ölüm yiyenle savaştığını merak ediyorum." dedi Snape, ona keskin bir bakış atarak.

O an Lorien'in kafasında bir şimşek çaktı. Ölüm yiyenler orada olacaktı. Lucuis da. Sorularına yanıt bulmak için daha iyi bir fırsat olamazdı. 

"Sanırım bu ilk olacak." dedi Lorien, "Beni anlamanı beklemiyorum ama gitmem gerekiyor." 

"Seni anında öldürürler." dedi Snape dişlerini sıkarak. 

"Geri geleceğim." dedi Lorien. Giderken Snape'in homurtularını duyabiliyordu.

Karargaha girer girmez, doğrudan Sirius’a yöneldi. Vaftiz oğlunu çok sevdiğini ve onu korumak için canını vereceğini biliyordu. 

“Sirius... Özür dilerim. Haber göndermek için çıktık ama... çoktan gitmişler." dedi suçlulukla.

"Şimdi özür dilemenin hiç sırası değil, hemen gitmemiz gerek." dedi Sirius.

Lorien cisimlenmek için hazırdı. "Tamam, gidelim." dedi. 

Moody doğrulup Lorien'e baktı. "Hayatta olmaz! Sen arkaplanda faydalı olursun, burada kal."

"Burada size hiçbir faydam OL-MAZ." dedi Lorien kelimeleri vurgulayarak. "Savunma ve saldırıda iyiyim ben." 

"Savaşabilen kahin ha?" dedi Sirius çarpık gülümsemesiyle sonra Moody'ye döndü. "Hadi gidelim artık!" diye gürledi.

Moody onu duymazdan geldi.

"Yakalanırsan ne olacak zannediyorsun? Öldürürlerse şanslısın demektir!" diye çıkıştı Moody. 

"Ya sizi yakalarlarsa?" diye savundu Lorien. "Bir düşünün, size savaş alanında destek olabilirim." 

Moody, ona sert bir bakış fırlattı.

Tonks, "Sayımız az," dedi. "Ayrıca Lorien deneyimli bir cadı, kendi başının çaresine bakabilir. Üstelik bir kahin olduğunu söylememe gerek var mı?" 

Sirius, "Ben gelmesinden yanayım ve oyalanmadan gidelim!" dedi. Artık yerinde duramıyordu. 

Moody iç geçirdi. "Bana bir an bile sorun çıkarırsan seni savaşın ortasında bağlarım." Ardından sasını kaldırdı.

"Accio." 

Bir maske Moody'nin eline kondu. Bütün yüzü kaplayan sade ve gümüşi bir maskeydi.

"Bu maske sadece sahibinin rızasıyla çıkar. Gelmek istiyorsan bunu takacaksın. Ne bir saniye çıkaracaksın ne de kimseye kim olduğunu belli edeceksin ve inan seni kurtarmak için planı riske atmam. Anladın mı?” dedi Moody. 

“Anladım.” dedi Lorien maskeyi incelerken, “Bana olan güvenin gözlerimi yaşarttı gerçekten."

Ardından cisimlenmeye hazırlanan grubun yanına katıldı.

 

SIRIUS BLACK'İN ÖLÜMÜ 

 

Yoldaşlık bir anda Esrar Dairesi’nde belirdi. Çocukların her birinin boğazına birer asa dayanmıştı. Harry elinde bir kehanet küresiyle Lucuis Malfoy'un tam karşısında duruyordu.

“Expelliarmus!” 

Moody’nin haykırışıyla başlayan saldırı Ölüm Yiyenleri hazırlıksız yakaladı. Tonks’un çevik hareketiyle iki asa havada savruldu, çocuklar hemen geriye çekildi. Savaş başlamıştı.

 

"Oğlumdan uzak dur." dedi Sirius en tekinsiz sesiyle. Tek hamlede Lucius’un suratına bir yumruk yapıştırdı. Lucuis kendini yerde bulmuş ve elindeki küre de kırılmıştı. 

 

Lorien ve Tonks çocukları alandan uzaklaştırdı. Lorien, Yaxley'nin büyüsünü savuşturup sersemletti. Bunu fırsat bilerek Lucius'a yaklaşmaya karar verdi.

Sirius, yeniden doğmuş gibiydi. Büyülerini tutkuyla, milim şaşmadan savuruyordu. Önüne düşen saçlarını geriye iterken tek hamlede Lucius’u uzağa gönderdi. Lorien, Lucius'un arkasında belirmiş ve onu yakalamıştı. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu ancak maskeden belli olmuyordu. "Şov yapmaktan vazgeçmiyorsun." dedi Lorien. 

Sirius sırıttı. "Bu düello şovsuz olmaz." dedi. Oğlunun intikamını alırken tehlikeli derecede çekici görünüyordu. Lorien, Lucuis'u tekrar ona iade etti. Dağınık sarı saçları Lorien'in parmaklarından ancak çıkabilmişti. Lorien parmaklarının arasında bir kaç tel saç kaldığını farketti. Birden kafasında şimşekler çakmaya başladı. Saçları cebinin içine koyduktan sonra Tonks'u yerde gördü. İki ölüm yiyen onu köşeye sıkıştırmıştı. Lorien, hemen arkalarında belirdi. 

"Petrificus Totalus!" 

Biri taş gibi oldu. Bunu fırsat bilen Tonks diğerine hızlı bir sersemletme büyüsü gönderdi. Şimdi iki ölüm yiyen de yerde yatıyordu. Lorien, ona elini uzattı. "Tam zamanında!" dedi Tonks, "Doğru kararı verdiğimi biliyordum." 

Lorien gülümsedi. "Seni yüzüstü bırakmam."

Onu yerden kaldırırken aniden gözleri buğulandı. Vücudu kilitlenmiş gibi hareketsiz kaldı. Artık karşında Tonks değil Sirius vardı. Sirius üstünlüğünü kurmuş ve Lucuis'u perişan etmişti. Harry vaftiz babasının marifetlerini zevkle izlerken biraz ötede bir cadı belirdi. İkisi de onu görmüyordu. Cadı, asasını Sirius'a doğrulttu ve "Avada Kedavra!" diye bağırdı. Onun Bellatrix Lestrange olduğunu ancak farkedebilmişti. Karanlık lanet Sirius'un bedenine çarpınca asayı tutan elleri gevşedi. Gözleri donakaldı. Vücudu geriye düşerken cansız bedeni perdenin içine düştü. Sirius bedeni bile olmadan kaybolmuştu. 

Tonks, endişeyle Lorien'in yüzünü inceledi. Görebildiği tek yer gözleriydi. Omzunun üzerinden bir boşluğa takılmış bakıyordu. "Moody, bana yardım et onu korumamız gerek." diye seslendi Tonks. Moody karşısındaki ölüm yiyeni fırlattıktan sonra ona döndü.

Tonks, Lorien'i işaret etti.

Moody ne olduğunu hemen anlamıştı. "Kehanet görüyor olmalı." dedi usulca. İki kişi Lorien'i bir koruma çemberinin arasına alarak savunma pozisyonuna geçti. 

Birkaç saniye sonra Lorien derin bir soluk alarak kendine geldi. Bunun bir kehanet olduğunu anlaması uzun sürdü çünkü aynı mekanda aynı açıdan etrafına bakıyordu. Korkuyla büyüyen gözleri, Sirius'u aradı.

Oradaydı.

Lucius'u perişan ediyordu. O sırada kehanette gördüğü cadı, Bellatrix Lestrange aynı köşede belirdi. Sirius onu görmüyordu. Harry de öyle.

Kehanet gerçekleşmek üzereydi.

Lorien'in ayakları hareketsiz kaldı. Sirius o kadar uzaktaydı ki asla ona yetişemezdi. 

Bellatrix laneti haykırdı. 

"Avada Kedavra!" 

Lorien aklına gelen ilk büyüyü savurdu.

"Depulso!" 

Bellatrix Lestrange ve Lorien Evergreen'in asaları aynı anda Sirius'u hedef aldı. Fakat biri öldürmeyi diğeri ise yaşatmayı amaçlıyordu. Ona ulaşan büyü ise...

Notes:

📝 Eğer okuduysan küçük bir yorum bırakman beni çok mutlu eder. Okuduğunu bilir ve yeni bölümlere odaklanırım.
Teşekkür ederim, uğradığın için. 🌸

Chapter 7: İkinci Şans

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

Yıl: 1996

Kitap: Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı

 

 

Bellatrix Lestrange ve Lorien Evergreen’in asaları aynı anda Sirius’u hedef almıştı. 

Ama biri ona daha erken ulaştı.

“Depulso!”

Sirius ne olduğunu anlayamadan arkasındaki duvara savruldu. 

Moody, “Güzel iş!” diye bağırıp coşkuyla Lorien’in sırtına vurdu. Lorien hafifçe sendeledi. Dudaklarının kenarında kocaman bir gülümseme oluştu, başarmıştı!

Yoldaşlık üyeleri Sirius'un çevresinde belirip onu korumaya aldı. Ancak Bellatrix’in hedefi çoktan değişmişti. 

“SEN!” diye haykırdı Bellatrix, “SENİ PARAMPARÇA EDECEĞİM! GÖSTER YÜZÜNÜ!” 

Lorien maske taktığını ancak hatırlayabilmişti. Ona bir bağlama büyüsü gönderdi ancak göz açıp kapayana kadar cisimlenmişti. Üstelik nereye gittiğini göremiyordu.

Bellatrix bir anda arkasında belirip “CRUCIO!" diye bağırdı.

Lorien tam zamanında kolonun arkasına geçip kendini kurtardı. Kalbi deli gibi atıyordu. Kafasını çıkarıp sersemletme büyüsü gönderdi.

Iskalamıştı.

Bellatrix tiz bir kahkaha attı. "Yapabileceğinin en iyisi bu mu, ha?" Asasından yeşil bir ışık yükseldi.

"AVADA KEDAVRA!" 

Lorien cisimlenerek ortadan kayboldu. Şimdi gözden uzak kör bir noktada duruyordu. 

Sirius, Harry’nin koluna tutunarak toparlanmaya çalıştı. Sevdikleri söz konusuysa her zaman ayağa kalkacak gücü bulurdu. Kendine gelir gelmez kuzeni Bellatrix’le ateşli bir düelloya başladı. Büyüler havada çarpışıyor, her yöne savruluyordu.

Bellatrix’in yüzüne sinsi bir gülümseme yerleşti. Artık oyun yoktu, onu düşürmek istiyordu.

"BOMBARDA!" diye kükredi Bellatrix.

Sirius'un yanındaki kolon patlayıp tuzla buz oldu. Etrafa savrulan taş parçaları onu yere serdi. Lorien’in kalbi yerinden fırlayacak gibiydi.

Bunu görmemişti.

Kehanetlerinde böyle bir an yoktu.

Sirius acıyla kıvranarak bacağını tuttu. Saçı ve kıyafeti tozlarla kaplanmış, kaşından ince bir kan sızıyordu. Lorien ona biraz daha yaklaşınca bacağındaki derin yarayı farketti. Şok olmuştu. Gidip yanına çöktü.

"İyiyim ben!" diye yalan söyledi Sirius.

Harry babasına koştu, "Bir şeyler yapın!" diye kükredi. 

Lorien bildiği bütün büyüleri unutmuştu.

"Çok fena yaralanmış, onu götürmem gerek." dedi Lupin aceleyle.

"Sen kal!" diye emretti Moody, ardından Lorien'e döndü. "Sirius'u al ve karargaha götür! Bu çatlak kadın sizi öldürmeye karar vermiş."

Lorien donakalmıştı, aklı çalışmayı reddediyordu. 

Moody daha sert bağırdı, "GİDİN HADİ!" 

Kendine gelen Lorien, Sirius'u tutup cisimlendi. Gördüğü son şey, Harry'nin Bellatrix'e doğru koşması oldu.

"SAKIN!" dedi Sirius ama cümlesini bitiremeden kayboldular.

Karargaha geldiklerinde Sirius daha şiddetli inliyordu. Lorien telaşla onu yatağa yatırdı. Bulduğu bir iksir şişesinin tamamını bacağına boşalttı.

Sirius'un yaraları kapanmaya başlıyordu. İnlemeleri azalmış ve sakinleşmişti. Dudakları hareket etmeye başladı ancak ne dediği  anlaşılmıyordu. Teşekkür mü edecekti? 

"Beni kahrolası bakanlığa geri götür." diye fısıldadı Sirius.

"Geri götürmek mi? "Haline bir bak!" dedi Lorien inanamayan gözlerle.

"Harry'yi yalnız bırakamam." diye itiraz etti Sirius. 

"Harry yalnız değil ama böyle inat edersen hep yalnız kalacak." dedi Lorien.

Sirius'un sesi daha cılız çıkıyordu. "Ben onun vaftiz babasıyım–" 

Lorien elindeki şişeyi aniden yere düşürdü. Sol kolunda keskin bir acı hissediyordu. Sanki göremediği bir ateş tenini kavuruyordu. Çabucak cüppesinin kolunu sıyırdı. 

Koyu bir iz, tenine işliyordu. 

Cedric kurtulduğunda da aynı şey olmamış mıydı? Ama bu defa gör ardı edemeyeceği kadar acı veriyordu.

"Ne oluyor böyle?" dedi Sirius. 

 "Bilmiyorum." dedi korkuyla.

Saatler gibi hisettiren bir kaç saniye sonra nihayet durmuştu ancak durup dinlenmek için vakti yoktu. Bakanlıktaki savaş devam ediyor, çözülmesi gereken sorular onu bekliyordu.

Lorien ayağa fırladı. "Benim gitmem gerek." dedi.

Sirius'un sesi şaşkınlık ve öfke arasında gidip geldi. "Dalga geçiyorsun herhalde?" diye çıkıştı, "Benim burada kalmam hakkında söylediğin onca şeyden sonra!"

Lorien onu duymazdan geldi, "Bana söz ver, başka hiç kimseye bundan bahsetmeyeceksin." 

Sirius kaşlarını çattı, "Bana her şeyi anlatırsan sırrını saklarım, en başından itibaren..."

Lorien başını salladı. Tekrar cisimlenirken Sirius arkasından bağırıyordu:

"Harry'yi koru!"

Lorien yeniden Esrar Dairesi'ne gelmişti. "Harry nerede?" diye sordu Tonks'a.

Tonks, "Senin burada ne işin var?" diye bağırdı, önündeki ölüm yiyeni sersemlettikten sonra.

"Henüz bitmedi." dedi Lorien, "Harry nerede? Onu göremiyorum."  

"Bellatrix'in peşinden gitti. Lupin ve Dumbledore müdahele ediyor." dedi Tonks.

İkisi de gözünü çevreden ayıramıyordu. Lorien gitmeye hamle edince Tonks onu durdurdu. "Bakanlık gelmek üzere, yardımın lazım!" dedi.

"Elbette." dedi Lorien ve asasını daha sıkı kavradı. İkisi sırt sırta verip savaşmaya devam etti. Lorien daha ne kadar dayanabileceğini merak ediyordu. 

Bu sırada Lucuis, Lorien'in karşısında belirip sessiz bir büyü fırlattı. Lorien asasının tek hareketiyle kendini korudu. Lucuis tekrar ve tekrar şansını denedi. Üstelik neredeyse biri isabet etmek üzereydi. Nihayet bakanlığın askerleri odayı doldurmaya başlamıştı.

"Geldiler!" dedi Tonks sevinçle, "Şimdi işleri bitti. Hepsi Azkaban'ı boylayacak."

O an Lorien'in kafasına dank etti:

"Hepsi Azkaban'ı boylayacak..."

Oğlu Draco'nun görevi esnasında orada değildi çünkü Azkaban'a girecekti. Lorien artık müdahale etmezse yakalanacağını biliyordu. Ona üç tane büyü gönderdi. Lucius ilk ikisini atlatsa da üçüncüsünde geriye savruldu. Nihayet bakanlığın askerlerini görebilmişti. Lorien bir büyü daha göndermek için hazırdı.

Ancak kaçmasına müsade etti.

 

EVE DÖNÜŞ

 

Savaş bittiğinde yoldaşlık karargaha geri dönüyordu. İlk gelen Lorien oldu. Gücü öylesine tükenmişti ki dönebildiğine inanamıyordu. Hemen ardından Tonks geldi. Yanağındaki çizik tazeydi. Halıya cisimlenir cisimlenmez sendeledi ama ayakta kaldı. Gözleri hızla odayı taradı; birilerini arıyordu.

Peşinden Moody belirdi. Lupin’in yürüyüşü hafif aksıyordu.

Harry karargaha gelir gelmez etrafına bakındı ve "Sirius nerede?” diye sordu endişeyle.

Bir gölge, kapının kenarından Harry'ye doğru hareket etti. "Harry, iyisin." dedi Sirius, ona sımsıkı sarılarak.

“Seni kaybettiğimi sandım,” dedi Harry, boğuk sesiyle.

“Nasıl Bellatrix’in peşinden gidersin, aklını mı kaçırdın?" diye çıkıştı Sirius.

Lupin gözlerini Tonks'a çevirdi. Tonks köşede durmuş, ellerini birbirine kenetlemişti. Bir an için göz göze geldiler. Lorien bakışlarını kaçırmadan onları izledi ve usulca gülümsedi. Aralarında bir şeyler olduğunu biliyordu.

Hermione, başını Ron'un omzuna dayadı. Savaş bitmişti ve herkes hayattaydı. Kazandıkları savaşın sessiz kutlamasıydı bu.

Lorien'in kolundaki iz hala biraz sızlıyordu. Diğer elini koluna bastırarak acıyı hafifletmeyi umut etti. Dumbledore Bakanlık ile görüşüyordu. Voldemort'un dönüşünü kendi gözleriyle görmüşlerdi. Bir çok Ölüm Yiyen yakalanıp Azkaban'a atılmıştı. Bunların içinde Lucius Malfoy yoktu.

Bu gece bir çok şeyi değişmişti. 

“Bugün şanslıydık.” dedi Moody, sessizliği bozarak. "Özellikle de sen, Sirius. Ölmekten kıl payı kurtuldun." 

Tonks kaşlarını çattı, "Peki ya Lorien seni dinleyip burada kalsaydı ne olacaktı?" 

Moody homurdandı ve istemeye istemeye kabul etti. "Evet...bu kötü olurdu." Sesi tekrar gürleşti. "Ama yine de maske taktırdığım için pişman değilim!" 

Odadaki konuşma devam ederken Sirius bakışlarını Lorien'e çevirdi. Gözlerinde anlaşılması zor ve karmaşık bir ifade vardı. Yavaşça yaklaştı ve "Konuşabilir miyiz?" diye fısıldadı. 

Lorien iç geçirdi. "Kaçamam sanırım." diye cevapladı.

Sirius kaşlarını kaldırdı, "İlginç... Kaçmakta iyisin sanıyordum." dedi iğneleyici sesiyle.

Lorien bu defa gülmedi. Gözlerini kısarak ona baktı. "Bana böyle mi teşekkür ediyorsun?"

Sirius onu boş bir odaya götürürken Bayan Black, portresinden bağırmaya başladı. "ALÇAKLAR! HAİNLER! KANI BOZUKLAR!"

İkisi de onu görmezden gelip hızla koridoru geçti ve bir odaya girdi. Burası Sirius'un odasıydı. Odası posterlerle doluydu. Lorien içeriyi incelemeye başladı. Duvarlar Gryffindor renklerine boyanmıştı. Her köşesinde Quidditch takımı afişleri, birkaç muggle rock grubu ve motosiklet posterleri vardı. Posterlerin arasında birkaç tane fotoğrafa rastladı. Genç Sirius, arkadaşları James, Lupin ve Peter ile kahkaha atıyordu. Sonraki resimlerinden birinde bikinili bir model vardı. Lorien sırıttı. "Çapkın Sirius Black..." diye mırıldandı. 

"Ne yaparsın işte." dedi hemen arkasındaki ses. 

"Güzel yıllardı." dedi Lorien, "Hayatımızdaki küçük problemleri dünyanın sonu zannederdik..."

Sirius'un yüzünde acı bir tebessüm belirdi. "Şimdi geçmişten bahsetmenin zamanı değil," dedi. Eğilip Lorien'in koluna uzandı.

"Kolun ne durumda?" 

"İyi." diye yalan söyledi Lorien, Sirius elbisenin kolunu sıyırırken.  Koyu iz orada duruyordu.

"Hah, iyiymiş(!)" diye hormurdandı Sirius.

Lorien kolunu çekmek istedi ancak Sirius'un parmakları daha sıkı kavradı. Lorien, bir an neye tepki vereceğini bilemedi, acıya mı yoksa utanç verici ana mı?

"Sebebi neymiş öğrenebildin mi?" diye sordu Sirius. 

"Hayır, öğrenemedim." dedi Lorien. 

Kaderi değiştirmenin bir bedeli olduğundan şüpheleniyordu ama bunu ona söylemenin doğru bir yolu yoktu. 

“Yalan söylerken kendini geliştirmen gerekiyor,” dedi Sirius. “Çok belli ediyorsun.”

Sonra Lorien’in kolunu bıraktı.

“Bana bir söz vermiştin,” diye ekledi sertçe. “Eğer sen tutmayacaksan, ben de tutmam.”

Ardından tek kelime etmeden kapıya yöneldi.

Lorien paniklemişti. "Dur!" diye bağırdı.

Sirius kapıya doğru bir kaç adım attıktan sonra kolundan yakalayıp durdurdu. "Tamam anlatacağım." 

Sirius iç geçirip onu dinlemeye karar verdi.

"Bu sadece tahmin..." diye başladı, "kehanette bir kişinin ölümünü görüp müdahale edersem bu izler beliriyor. Yani... öyle sanıyorum."

Sirius'un gözleri hayretle açıldı. "Başka birini daha mı kurtardın?" diye sordu kaşlarını kaldırarak.

Lorien, doğruyu söyleyemek zorundaydı. "Evet ama bunu sonra anlatırım." diye fısıldadı.

Sirius anlamaya çalışıyordu. "Bu izler... tehlikeli bir şeye benziyor, Lorien." dedi sonunda, "Gidip Madam Pomfrey'e göstermelisin." 

Lorien, "Hayatta olmaz!" diye çıkıştı. "Birine söylersem bir daha asla izin vermezler! Okuldan atılabilirim hatta bunun için ceza bile alabilirim!" dedi endişeyle.

Lorien bunu başka birine söylerse Snape'i son görüşü olurdu. Onun hayatını kurtaramadan sonsuza dek kaybederdi.

Sirius, kaşlarını çattı, "Böyle mi devam etmeyi düşünüyorsun peki?" diye sordu asabiyetle.

Lorien, "Hayır..." dedi. Kafasını çalıştırıp bir çözüm bulmaya çalıştı. "Okul dışında bir şifacı bulup ona göstereceğim."

Sirius biraz düşündü ve "Bana haber ver." dedi sonunda.

Lorien başını salladı. "Aramızda sır olacak kalacak değil mi?"

"Şimdilik, evet." diye cevapladı Sirius. 

Lorien ona ters bir bakış atarken kapı çaldı. Bu, Molly'nin sesiydi.

"Sirius, canım! İlaçlarını alma vakti." dedi kapının arkasındaki yumuşak ses. 

Elinde iksir şişeleriyle onu bekliyordu. Sirius ve Lorien'i görünce sessiz ve anlamlı bir bakış attı. "Bunlar yorgunluğunuza iyi gelecek." dedi gülümseyerek. 

Koridordan geçerlerken Bayan Black, onları görüp hakaretler yağdırmaya devam etti. Ancak kimsenin moralini bozmaya yetmemişti.

Karargahta küçük bir akşam yemeği ile günü kutlamaya karar vermişlerdi. Mutfakta hazırlıklar sürerken, Molly’nin sesi herkesin dikkatini çekti.

“Profesör Lorien,” dedi, “Şu bahsettiğiniz Türk kahvesi falından bize de bakar mısınız?” diye sordu hevesle.

Lorien başını kaldırdı. “Olur. Sadece sana bakacağım değil mi?”

“Herkese!” dedi George ve Fred aynı anda.

Lorien o an farketti, artık kendisine güveniyorlardı. Söyleyeceği şeyleri merak ediyorlardı. Bu düşünce onu gülümsetmeye yetti. "Pekala," dedi iç geçirerek, "ama sırayla."

Mutfak birkaç dakika içinde kahve fincanları ile dolmuştu. Ginny annesinin talimatı üzerine kahve hazırlarken Ron homurdanmaya başladı. "Siz delirdiniz mi? Açlıktan ölüyoruz burda!"

Hermonie, dirseğiyle dürterek onu susturdu.

İlk fincan Tonks'tan gelmişti. Lorien gördüğü sembol karşısında gülümsedi. “Sanırım gelip bunu kendin görmen gerekiyor.” dedi imalı imalı.

Tonks merakla eğilip fincanına baktı.

Bir kurt vardı.

İkisi aynı anda kahkahayı basıverdi.

Lupin ve Sirius birbirine bakıp ne olduğunu anlamaya çalıştı. Molly, Arthur ve Lupin’den sonra sıra Sirius'a gelmişti. Lorien kaşlarını çatarak dikkatle inceledi. “Bir terazi görüyorum.” dedi, ciddiyetle. 

“Terazi adaleti simgeler," dedi Hermione.

Fred ve George kıkırdadı. “Gryffindor’a beş puan!”

"Kesin, susun artık!" diye çıkıştı Molly.

“Bir dakika... bu ne demek oluyor?” diye sordu Sirius.

Lorien, “Suçsuz olduğun yeniden gündeme gelebilir.” dedi. Ama buna sevineceğini konusunda emin değildi.

Fincanlar bittiğinde Molly herkesi yemeğe çağırdı. Lorien kalkarken kendi fincanına bakmayı ihmal etmedi. Sonu ikiye ayrılan bozuk bir yol gördü.  Ancak ortamın sıcaklığı bunu unutmasını sağladı.

Güzel bir yemeğin ardından kadehler kalkmıştı. Arthur Weasley, kaymak birasını havaya kaldırdı. "Çocukların sağlığına!" diye haykırdı. 

Tonks, "Ölüm Yiyenlerin Azkaban'a gönderilmesine!" diye bağırdı. 

Lupin, "Sirius'un kurtuluşuna!" dedi.

Sıra Sirius'a geldi. Sirius kadehini kaldırdı ve "Lorien'e." dedi göz kırparak. 

Lorien başını hafifçe eğerek teşekkür etti. 

Kadehler havada tokuşurken kuru bir öksürük duyuldu.

"Eğlencenizi bölüyorum kusura bakmayın." dedi buz gibi bir ses. Herkes dönüp ona baktı.

Severus Snape. 

Molly hemen ayağa kalkıp bir sandalye çekti. "Gel Severus, bize eşlik et." dedi neşeyle. Severus gıcırtıyla sandalyesine oturdu. 

Arthur, "Bugün olanlardan sonra güzel bir kutlama yapıyoruz!" dedi.

Sirius ekledi, "Lorien'in beni kurtarmasını unutmayalım." dedi gülümseyerek.

Gözleri Severus'a bakarken haince parlıyordu. 

Lorien tedirginliğini gizlemeyemedi çünkü Severus'a göre en büyük düşmanını kurtarmıştı ve buna sevineceğini zannetmiyordu. 

Severus, Lorien'e dönüp sessiz ve yargılayıcı bakışlar attı. "Tebrikler Profesör Evergreen, yetenekleriniz gerçekten takdire şayan." dedi zehirli sesiyle. Yüzü hiç de tebrik edere benzemiyordu. Sonra tekrar masaya döndü.

"Beni Dumbledore gönderdi." dedi ciddi bir şekilde. 

"Seni dinliyoruz." dedi Lupin.

"Voldemort oldukça öfkeli. Ölüm yiyenler ise başarısızlıktan dolayı cezalandırılıyor," dedi Snape.

Tonks "Hepsini perişan ettik!" dedi neşeyle. 

Snape onu duymamış gibi davranıp Lorien'e döndü. İkisinin gözleri birbirine kenetlenmişti.

“Benden seni bulmamı istediler, Evergreen.” 

Notes:

:📝 Eğer okuduysan küçük bir yorum bırakman beni çok mutlu eder. Okuduğunu bilir ve yeni bölümlere odaklanırım.
Teşekkür ederim uğradığın için. 🌸

Chapter 8: Geç Gelen Özür

Chapter Text

Yıl: 1996

Kitap: Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı 

 

 

Küçük Lorien, yeniden Hogwarts’a döneceği için çok heyecanlıydı. Bu onun ikinci yılı olacaktı. Tavanda süzülen mumları, büyülü koridorları ve Ravenclaw'daki arkadaşlarını çok özlemişti. Eşyalarını bavula yerleştirip huzurla uykuya daldı– ta ki bir rüya uykusunu bölene kadar.

Bir arabanın içindeydi. Direksiyonda babası Thomas vardı. Lorien arka koltukta oturuyordu ama sanki bir izleyici gibiydi. Thomas Evergreen dikiz aynasından ona bakıp gülümsedi. "Prenses'i yetiştirdik." dedi keyifle.

Lorien cevap vermedi, yola odaklanmıştı. Gözlerini kırptığı anda karşıdan gelen parlak ışığı farketti. Bir araba giderek yaklaşıp onlara doğru geliyordu. 

“Baba, çekil!” diye bağırdı Lorien.

Ama babası onu duymadı. Zaman yavaşlamıştı sanki. Thomas nihayet başını kaldırıp baktığında çok geç kalmıştı. Lorien dikiz aynasında son defa babasının gözlerini gördü. 

Gün ağardığında büyük bir telaş her şeyi silip süpürmüştü çünkü treni kaçırmak üzereydi. Annesine sıkıca sarıldı sonra babasıyla birlikte istasyona koştular. Gitmeden babasını öpecekti ancak tren hareket etmeye başlamıştı.

O akşam, Dumbledore’un açılış konuşmasının ardından Büyük Salon’da görkemli bir ziyafet başladı: Kızarmış tavuk butları, haşlanmış patatesler, çikolatalı pastalar masalarda belirdi. Herkes patlayana kadar yemişti.

Ziyafetin ardından salon boşalmaya başladı. McGonagall'ın telaşla birini aradığını farkettiler. Sonunda Lorien'i bulup müdür odasına sürükledi. Kötü haber gelmişti. Babası Thomas, Lorien'i trene bindirdikten sonra araba kazası geçirmiş ve hayatını kaybetmişti. O gece, Lorien'in atalarından gelen kadim yeteneği kendini göstermişti. 

Dumbledore, bunun kendi suçu olmadığını defalarca anlatsa da Lorien kendini affedemedi çünkü rüyasını bir saniye ciddiye alsaydı, her şeyin çok farklı olacağını biliyordu. O zamandan beri bunu düşünmediği tek bir gece olmamıştı.

“Benden seni bulmamı istediler, Evergreen.” 

Lorien, gözlerini Severus'un gözlerine kitlemişken zihninden çeşitli düşünceler geçiyordu. Ya Severus onu ele verecekti yada bunu yapmadığı için cezalandırılacaktı. Onu korumak isterken ona zarar vermişti. Esrar Dairesi'ne gitmek şimdi aptalca bir fikir gibi geliyordu. Severus haklıydı, burada kendi kafasına göre hareket ederse herkesin başını belaya sokardı. Ama Lorien dinlememiş ve inatla kendi bildiğini okumuştu. Suçluluk duygusu midesinde kramplara sebep oldu.

Yoldaşlık masasına bir sessizlik çöktü. Kadehler havada kalmış ve kutlama havası sönmüştü.

"Tanrım...onlara ne söyledin?" diye sordu Mr. Weasley.

Severus gözlerini Lorien'den ayırmadı, "Hiçbir şey." diye cevapladı.

"Kahin olduğunu anlamışlar mı?" diye sordu Moody.

Severus ona döndü. "Sanmıyorum." dedi aynı soğukkanlı sesle.

Lorien kalabalıktan kaçıp yalnız kalmak ve uzun uzun düşünmek istiyordu. Sandalyesini çekip kapıya yöneldi.

"Benim... okula dönmem gerek." dedi. 

"Lorien..." diye seslendi Sirius ayaklanarak.

Tam o anda Snape de ayağa kalktı. “Ben onunla giderim.” dedi sertçe.

İki adamın arasındaki soğuk bakışma bir kaç saniye sürdü. Tonks, Sirius'a oturmasını işaret etti. Ardından Snape sandalyesini çekip sert adımlarla Lorien'in peşine düştü.

Yol boyu gergin bir sessizlik vardı. Snape adeta burnundan soluyordu. “Sana gitme demiştim.” diye azarladı.

Lorien onun haklı olduğunu biliyordu. Ama neden gittiğini de hatırladı. Kehanetteki boşlukları doldurmak istemişti. “Gitmek zorundaydım.” diye mırıldandı kendi kendine.

Snape olduğu yere çivilendi, şimdi gerçekten sinirlenmişti. 

“Beni dinlemediğin için şans eseri yaşıyorsun. Tek bir hata, Evergreen— tek bir hata her şeyi bitirebilir!” dedi sesini yükselterek.

"O hatayla birinin hayatını kurtardım.” diye hatırlattı Lorien. 

Snape'in gözleri öfkeyle parlıyordu. "Bir gün bu kahramanlık tutkusu seni öldürecek ve bu sefer kendini bile kurtaramayacaksın." dedi dişlerinin arasından.

Snape yakıcı bakışları karşısında kalbi davul gibi çarpıyordu. Korku, suçluluk, aşk... Hepsi içinde fırtınalar estiriyordu.

Severus dönüp sertçe yürümeye başladı. Lorien, öfkesini attığı adım seslerinden anlayabiliyordu. Haklıydı da, önce kendini koruması gerekiyordu.

“Özür dilerim..." diye mırıldandı Lorien, "başını belaya soktum.” 

Snape cevap vermedi.

Lorien teslim olmuştu. “Eğer... beni ele vermen gerekiyorsa yap, Severus. Anlarım.” dedi.

“Aptalca konuşma.” diye tersledi Snape, “Bir daha ‘anlarım’ dersen hiçbir şey anlamamışsın demektir.” 

Lorien'in kafası karıştı. Neyi anlamamıştı? Yoksa onu ele vermeyecek miydi? 

"Severus..." diye başladı Lorien, gerçekleri itiraf etme isteğiyle baş etmeye çalışıyordu.

Snape gergindi, "Ne var Lorien?" diye yanıtladı sertçe, “Bu gece başka bir saçmalığa daha tahammülüm kalmadı.”

Lorien aniden durdu:

  ̶"̶B̶e̶n̶i̶ ̶a̶f̶f̶e̶t̶.̶ ̶S̶e̶n̶i̶ ̶k̶o̶r̶u̶m̶a̶k̶ ̶i̶s̶t̶e̶d̶i̶m̶ ̶a̶m̶a̶ ̶o̶ ̶k̶a̶d̶a̶r̶ ̶a̶p̶t̶a̶l̶ı̶m̶ ̶k̶i̶ ̶e̶l̶i̶m̶e̶ ̶y̶ü̶z̶ü̶m̶e̶ ̶b̶u̶l̶a̶ş̶t̶ı̶r̶d̶ı̶m̶.̶ ̶S̶e̶n̶i̶ ̶s̶e̶v̶i̶y̶o̶r̶u̶m̶.̶ ̶K̶e̶ş̶k̶e̶ ̶b̶u̶n̶u̶ ̶i̶t̶i̶r̶a̶f̶ ̶e̶d̶e̶c̶e̶k̶ ̶k̶a̶d̶a̶r̶ ̶c̶e̶s̶u̶r̶ ̶o̶l̶a̶b̶i̶l̶s̶e̶y̶d̶i̶m̶.̶"̶

"Teşekkür ederim." diye mırıldandı usulca.

Snape’in yüzü hala taş gibiydi. Bir şey söylemeden yürümeye devam etti. Fakat bu defa adımları biraz daha yumuşaktı.

 

KNOCKTURN YOLU'NDAKİ GARİP ŞİFACI 

 

Lorien vücudundaki izleri bir şifacıya göstermeliydi. Aksi taktirde Sirius'un bu meseleyi başkalarına anlatacağını biliyordu. Sol kolundaki iz hala oradaydı, ne bir iyileşme ne de yayılma olmuştu. Savaştan sonra biraz yorgundu ama toparlanıyordu. 

Yüzünü eski bir peçeyle gizleyen Lorien, Knockturn Yolu'na indi. Bu tekinsiz sokakların birinde bir şifacı olduğunu duymuştu. Sokaklarda garip tipler vardı. Kendini ne kadar gizlerse gizlesin buraya ait olmadığı ürkek tavrından belliydi. Tarif edilen yere geldiğinde eski bir tabela gördü. Tabelanın üzerinde "Kara Büyülere Karşı Şifalar" yazıyordu.

Kapıyı çekip içeriye girince tok bir karga sesi bütün dükkanda yankılandı. Karganın tüyleri simsiyah ve parlaktı. Siyah gözleri boncuk gibi parlıyordu. Dükkandaki baharatlı tütsü kokuları birbirine karışmıştı. Raflarda dizili bir sürü iksir vardı; kurbağa bacağı, yarasa kanadı, çeşit çeşit sıvılardan oluşan küçük tüplerle doluydu. 

Arkasında beliren sakin ses, "Nasıl... yardımcı... olabilirim?" dedi Lorien'i süzerek.

Kapşonlu pelerinin içinde orta yaşlı bir adam belirdi. Gözleri şaşırtıcı derecede buz mavisiydi ve bakışları Knockturn Yolu kadar tekinsizdi. 

Lorien boğazını temizledi.

"Benim... vücumda izler var." diye geveledi, "ama ne olduğunu bilmiyorum."

"Hani, nerde?" dedi şifacı bakınarak.

Lorien sol kolunu uzattı. 

Şifacı, cübbesinin kolunu sıyırdığında iz ortaya çıktı. Adam burnunu yaklaştırıp boylu boyunca kokladı. Lorien şimdi gerçekten rahatsız olmuştu. 

 "Hmmm..." dedi düşünceli düşünceli, "Daha önce bir çok iz gördüm ama böylesiyle hiç rastlamadım." 

Kafasını kaldırıp meraklı gözlerini Lorien'e kilitledi. "Anlat bakalım, bunlar nasıl oldu?"

Lorien ne diyeceğini bilmiyordu. "Ben... birini kurtardım." 

"Bir tılsımla mı?" diye sordu şifacı. 

Lorien, ne kadarını anlatacağını kestirmeye çalıştı. "Hayır... yani aslında evet, ama tılsım kullanmasam bile aynı şey oldu." 

"Yani tek sefer değildi, öyle mi?" dedi şifacı kaşlarını kaldırarak, "Anladığım kadarıyla müdahale ediyorsun..." dedi, "insanların hayatlarına..."

Lorien bir adım geriye gitti, "Hayır... öyle değil." diye kekeledi. İçinde fena halde kaçıp gitme dürtüsü oluşuyordu.

Şifacının yüzünde tekinsiz bir gülümseme belirdi. "Yani... Tanrıyı mı oynuyorsun?"

Lorien yüzündeki peçeteyi daha sıkı kavradı. "Hayır... yanlış anladınız." 

Şifacının yüzündeki gülümseme genişledi, "Peki bunu yapmana kim izin verdi, küçük kız?" 

Lorien derhal gitmeye karar vermişti. "Ben yanlış yere geldim sanırım." diyerek dükkandan dışarıya çıktı. Knockturn Yolu'nu geçene kadar da yavaşlamadı.

Şifacı, o gözden kaybolana kadar izlemeye devam etti. Ardından cam kenarına tüneyen kargasına baktı.

“Böyle izler… Karanlık Lord’un ilgisini çekerdi, değil mi Nox?” 

Karganın tok sesi bir kez daha tüm dükkanda yankılandı.

 

BAKANLIK'TAN MEKTUP

 

Artık Yoldaşlık toplantıları daha sık yapılıyordu. Bir akşam üzeri Sirius, Lorien'in geldiğini görünce hemen kalkıp yanına yaklaştı. "Hey, iyi misin?" diye sordu endişeyle, "geçen akşam gittiğinde..." 

Bir an kafasını çevirip ve onu dinleyen Molly, Tonks ve Lupin'i farketti. Üçü hemen kafasını eğdi ve hiçbir şey yokmuş gibi davrandı. Ancak hala kulak kabarttıklarını anlayabiliyordu. Sirius gözlerini devirdi, Lorien'i bileğinden tutup köşeye çekti. "Toplantıdan ayrıldıktan sonra seni merak ettim, iyi misin?" diye sordu usulca.

"Evet , iyiyim." dedi Lorien.

"Bak, seni bulmalarına asla izin vermem." dedi gözlerini Lorien'e dikerek, "Gerekirse benimle birlikte burada yaşarsın." Sirius'un gözlerindeki suçluluk duygusu açıkça okunuyordu.

Lorien gülümsedi, "Sorun yok Sirius, bana bir şey olmayacak. Bir kere Dumbledore ve Severus buna izin vermez. Hem Hogwarts oldukça güvenli bir yer." 

Lorien, yaptığı şeyi farkedince biraz şaşırdı. Bu sözleri birinin ona söylemesi gerekmez miydi?

Sirius kaşlarını çattı, "Severus'a güvenmiyorum." dedi.

Lorien elini nazikçe Sirius'un omzuna koydu. "Bak, bu konuda suçluluk duymanı istemiyorum. Kim olsa böyle yapardı." 

"O konuda emin değilim," dedi Sirius, sonra omzundaki narin elleri tutmaya yeltendi. "Ayrıca kolun ne durumda? Şifacıya gittin mi?"

Lorien, Knockturn Yolun'a son gittiğinde neler olduğunu hatırladı. Şifacının tekinsiz gözleri hala zihnindeydi. Nazik bir hareketle elini Sirius'tan kurtarıp arkada birleştirdi.

"Evet gittim" dedi Lorien, "Bana bir iksir verdi, düzenli kullanırsan geçermiş." Sesini olabildiği kadar inandırıcı tutmaya çalıştı. 

"Peki neymiş? Neden olmuş?"

"Hazırladığım koruma tılsımı ters tepmiş." diye yalan söyledi. İçindeki rahatsızlık hissi giderek büyüyordu. Artık kaç tane yalan söylediğini hatırlayamıyordu, üstelik birine yalan söylemek yapmak istediği son şeydi. 

"Hangi tılsım?" diye sordu Sirius kaşlarını çatarak. 

O sırada neşeli bir ses odada belirdi. "Black! Bakanlığın sana bir mektubu var! Aç oku." dedi Mr Weasley. Elindeki mektubu havaya kaldırdı.

Herkes yaptığı işi bırakıp ona döndü. 

Sirius hızla mektubu kaptı ve yırtarcasına açtı. Ardında mırıldanarak kendi kendine okumaya başladı. 

"Ay, sesli oku da biz de duyalım!" diye isyan etti Tonks.

------------------------------------------------------------------------------------------

“Sayın Sirius Black,

Sihir Bakanlığı, 1981 yılında işlenmediği anlaşılan suçlar nedeniyle haksız mahkûmiyetinizden dolayı özür diler. Peter Pettigrew’un hayatta olduğuna dair yeni deliller, masumiyetinizi kanıtlamıştır. Azkaban’daki mahkûmiyetiniz geçersiz sayılmış, siciliniz temizlenmiştir. Ayrıca geçirdiğiniz her yıl için 1000 galleon maddi tazminat sunulmaktadır.

Bakanlık, sağlığınızın Azkaban deneyiminden etkilenip etkilenmediğini öğrenmek istemektedir.

Masumiyetinizi resmen duyurmak için yarın Bakanlık’ta bir tören düzenlenecek ve size Onurlu Hizmet Madalyası takdim edilecektir.

Saygılarımızla,

Rufus Scrimgeour, Sihir Bakanı.”

------------------------------------------------------------------------------------------

 

Odada uğultular yükseliyordu. Sirius bir süre mektuba bakakaldı. Herkes onun ağzından çıkacak ilk kelimeyi bekliyordu.

"Azkaban deneyimi..." diye mırıldandı Sirius, kendi kendine. Ardından bir kahkaha koyuverdi. Bu kahkahalar acı ve öfke doluydu.

“Şimdi gönlüm ferahladı,” dedi gülerek, “Demek Azkaban sadece küçük bir hataymış!”

Odadaki uğultu kesildi.

Kısa bir sessizliğin ardından Tonks utangaç bir şekilde mırıldandı, "En azından... özür diliyorlar."

Sirius ona döndü, gözleri öfkeyle parlıyordu ama bu öfke Tonks’a değildi.

“İnsanlar hayatlarını kaybetti Tonks. Ben Azkaban'da on iki yılımı, gençliğimi kaybettim. Arkadaşlarımı, ailemi, kendimi..."

Sonra durdu. Derin bir nefes alıp Mr. Weasley’e döndü.

“Yarın ki törene gideceğim ama içimdekileri kusmak için."

Herkes haklı olduğunu biliyordu. Buruk bir sevinçti bu, geç kalınmış anlamsız bir zaferdi. Lupin, Sirius'un sırtına vurarak destek oldu. Molly'nin gözleri yaşarmıştı, kollarını açıp kocaman sarıldı. Hemen önünde duran Lorien, gözlerini kırparak anlayışla ona baktı. Sirius, teşekkür anlamında belli belirsiz bir gülümsemeyle karşılık verdi. Aralarında kısa ve sözsüz bir konuşma yaşanmıştı.

Ertesi günlerde bir baykuş Gelecek Postası'nı Lorien'in kahvaltı masasına bıraktı. Sirius’un haberi birinci sayfada manşet olarak yer alıyordu. Manşetin üstünde, Bakan ile Sirius’un fotoğrafı vardı: Bakan elinde bir madalya tutuyor, Sirius ise madalyayı almadan kürsüden iniyordu. Fotoğraf, durmaksızın tekrar etti.

 

"SIRIUS BLACK AKLANDI! 

Bugün Sihir Bakanlığı’nda gerçekleşen törende, uzun yıllar Azkaban’da “kaçak ve hain” olarak ilan edilen Sirius Black’in, aslında Lord Voldemort’a karşı savaşan cesur bir büyücü olduğu resmen kabul edildi.  

Sihir Bakanı Rufus Scrimgeour törende yaptığı açıklamada, "Zamanın şartları içinde bazı gerçekler gözden kaçmış olabilir," diyerek eski bakanın yaptığı hatalara atıfta bulundu. Törende Black’e, Bakanlık tarafından Onurlu Hizmet Madalyası sunuldu.  

Black, madalyayı reddederek, ‘İtibarımı hiç kaybetmedim,’ dedi ve alkışlar arasında kürsüyü terk etti…”

 

Lorien gülümsedi, tam da ondan beklediği gibi davranmıştı. Gazeteyi katlayıp masaya koydu. Hemen yanında oturan Snape'in gözleri gazetedeki fotoğrafa kaydı.

"Demek sevgili Sirius'unuz sonunda aklandı." dedi iğneleyici sesiyle, "Her iddiasına varım ki, çok geçmeden yine başını belaya sokacaktır."  

Lorien gözlerini devirdi. "Biraz olsun sevinemez misiniz?" diye yanıtladı, "Sonuçta yıllarca boş yere Azkaban'da yatmış."  

Snape kaşlarını kaldırdı, "Çok sevinçliyim, belli olmuyor mu?" dedi alayla.

 

TONKS'UN KAHVERENGİ SAÇLARI 

 

Lorien kehanet notlarını bir kenara bırakıp ders notlarını alıp karıştırmaya başladı. O sırada bir ses duyduğunu sandı. 

"Pşşt!"

Elindeki notları indirip kapıya bakındı ama kimse yoktu.  

"Burdayım, şöminede!" dedi tanıdık bir ses.

Lorien kafasını çevrince bir çift gözün onu izlediğini görüp yerinden sıçradı. 

Sirius Black'ti. 

Hızla koltuğundan kalkıp şöminenin önüne diz çöktü.

"Burada ne yapıyorsun?" diye sordu.

"Tebrik etmeyecek misin?" dedi Sirius keyifli keyifli, "Ben artık özgür bir adamım."

"Elbette edeceğim," dedi Lorien, "Özgürlüğünün tadını çıkarıyorsundur diye düşündüm. Ha, aklıma gelmişken dikkatli ol. Ölüm yiyenler seni bulursa–"

"Moody gibi başlama lütfen. Elbette dikkatli oluyorum... Her neyse bugün biraz erken gel, toplantıdan önce oturup konuşuruz. Tebrik hediyemi de unutma.” dedi gülümseyerek.

Lorien başını salladı. "Olur, gelmeye çalışırım." Hemen sonra şömineden kayboldu. 

 

Lorien, gün batarken elinde bir hediyeyle karargahın koridorunda belirdi. 

"Merhaba Lorien. Nasılsın?" diye gülümsedi Tonks.

"Merhaba." dedi Lorien, "Sirius yok mu? Ona tebrik hediyesi almıştım." 

"Bakanlığın sağlık çalışanları kontrol etmek istedi, sanırım birazdan gelir." 

Lorien paketi kenara bıraktı ve bir sandalye çekip karşısına oturdu. Tonks'un saçlarında bir gariplik vardı. "Tonks..." dedi çekinerek, "Saçların sanki her zamankinden farklı görünüyor. Bir sorun mu var?"

Tonks kafasını kaldırıp Lorien'e baktı, "Canım sıkkın olunca böyle oluyor işte..." dedi kederli kederli.

"Anlatmak istersen dinlerim," dedi Lorien, "Hatta kahve falı bile bakarım."

Tonks hafifçe gülümsedi, "Teşekkür ederim ama kahve falının bana yardım edeceğini sanmıyorum." dedi.

Lorien bir kaç saniye düşündü. "Lupin mi?" diye sordu usulca. 

Tonks'un gözleri aniden büyümüştü. "Nerden bildin?" dedi hayretle.

"Birbirinize nasıl baktığınızı gördüm." dedi Lorien gülümseyerek.

"Lupin'in pek de aşkla baktığını zannetmiyorum." diye iç geçirdi Tonks. 

"Yoksa platonik mi?" 

"Lupin, bana layık biri olmadığını söyleyip duruyor. Kurt adam olduğunu, bana zarar vereceğini ve daha iyi bir adam bulabileceğimi falan söylüyor." 

"Peki sen ne düşünüyorsun?" 

"Onu seviyorum ve başkası umrumda değil!" dedi Tonks kendinden emin bir şekilde. 

Lorien birkaç saniye durup düşündü. 

"Bence seni o kadar çok seviyor ki sana zarar vermekten korkuyor."

Tonks şimdi iyice üzgün görünüyordu. "Onun düşünce biçimini değiştiremiyorum." diye yakındı.

Lorien elini onun elinin koyarak destek oldu.

"Peki ya siz?" diye sordu Tonks, "Artık çıkıyor musunuz? O artık masum ve özgür, biliyorsun."

"Biz?" diye tekrarladı Lorien.

"Sirius ve sen işte canım!" 

Lorien'in kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Bunu daha önce de duymuştu ama ciddiye almamıştı. 

"Abartma, biz sadece iyi anlaşıyoruz." dedi Lorien.

"Abartmıyorum." dedi Tonks yüzünde muzip bir gülümsemeyle, "sadece ben değil herkes bunu söylüyor. Bence birbirinize çok uygunsunuz."

Lorien kaşlarını çattı. Demek ortalıkta yokken dedikodusu yapılıyordu. Hem de Sirius'la.

"Sizi hayal kırıklığına uğratmak istemem ama aramızda bir şey yok. Hem zaten... Ben başka birini seviyorum." dedi çekinerek.

"Başka biri mi?" diye bağırdı Tonks.

"Şşt, sessiz ol!" diye uyardı Lorien, "Evet... Sirius iyi biri, hatta fazla iyi. Ama işler göründüğü kadar basit değil."

"Kim peki, yoldaşlıktan mı?" diye sordu Tonks, şimdi gözleri merakla parlıyordu.

"Şey, evet." dedi Lorien, yüzünün kızardığını hissedebiliyordu.

Tonks, kendi kendine mırıldanmaya başlamıştı, "Mundungus... hayır, asla. Kingsley... doğru düzgün konuşmadınız bile. Moody, zaten imkansız." Sonra birden gözleri büyüdü . "Yoksa..." dedi ağzı hayretle açırken, "Snape!"

"Sessiz ol, Tonks!" 

Kapının arkasında ani bir tıkırtı duyuldu. Lorien ve Tonks birbirine baktılar.

Tonks boğazını temizledi. "Sirius, geldin mi?" 

Cevap yoktu. 

Kapıya doğru yürüdüler ve yavaşça açtılar.

Kreacher'dı. Diğer odada gümüşleri parlatıyor ve kendi kendine söyleniyordu. Onları görünce ters bir bakış atıp mırıldanmaya devam etti.

 

Toplantı başlamadan önce Hagrid ve bir kaç kişi gelip Sirius'u tebrik etti. 

"Ne kadar dokunaklı..." diye alay etti Snape, sandalyesini çekip keyifsiz keyifsiz etrafına bakınırken. Toplantı boyunca Sirius'a gelen tebrikleri dinlemek zorunda kalmıştı. Toplantı bitince Sirius yerinden kalktı ve Snape'in kulağına eğilip bir şeyler fısıldamaya başladı. Snape'in yüzü aniden taş gibi olmuştu. Lorien ne konuştuklarını anlamak için daha yavaş hareket etti ancak işe yaramadı. "Lorien, bize biraz izin verebilir misin?" diye sordu Sirius.

"Tabi..." dedi Lorien, "okulda görüşürüz Severus." 

Snape tek kelime etmedi. 

Lorien çıkar çıkamaz kapı büyü ile arkasından kapandı. 

 

SNAPE VE SIRIUS'UN KAVGASI 

 

"Dişi geyik... Anlamayacağımı mı sandın?" diye fısıldadı Sirius, sesindeki zehirli tını açıkça hissediliyordu.  

Snape'in gözleri öfkeyle parladı, asasını hızla çıkarıp ona doğrulttu. "Patronus’um seni hiç ilgilendirmez, Black!" dedi tükürürcesine.  

Sirius hafifçe geri çekildi ama gözlerindeki ifade kaybolmadı. “Belki de ilgilendirmeli. Peki ya Evergreen?"

Snape kaşlarını çattı, “Evergreen seni ilgilendirmeyen bir başka konu.” 

Sirius yaklaştı. “Senin gibi birine güveniyor." dedi iğrenerek, "Karanlığını ondan uzak tut.” 

“Karanlığım senin pervasızlığından daha az tehlikeli.” diye cevapladı Snape, "Akılsız birini korumak için kendini tehlikeye attı, gelip bana tehlikeden mi söz ediyorsun?" 

Şimdi Sirius da öfkelenmişti. “Eğer onu ele verecek olursan..." diye başladı.

"Sınırlarını bil, Sirius." dedi Snape, dişlerini sıkarak. “Bu oyun senin anlayacağından çok daha büyük.” Ardından cübbesini savurup uzaklaştı.

Chapter 9: Her Şey Aşk İçin

Chapter Text

Londra'nın Grimshade kasabası bugün sessizliğe bürünmüştü. Ücralarda yer alan eski bir evde bir cadının hayatı son bulmak üzereydi. Kıyafetler etrafa saçılmış, yerdeki karanlık büyü kitaplarının sayfaları kopmuş, iksir şişeleri paramparça olmuştu.

"Ben değilim! Aradığınız kişi ben değilim!" diye haykırdı Mary Mackenzie. Ona küçümseyen bakışlar atan üç tehlikeli Ölüm Yiyenin karşısında diz çökmüştü.

"Kes artık yalan söylemeyi, kes!" diye bağırdı Bellatrix, "Eğer sen olduğun kanıtlanırsa ölmek için yalvaracaksın!" 

"Değilim! Ben değilim! Yemin ederim!" diye itiraz etti Mary.

Severus Snape buz gibi bakışlarla onun yalvarışlarını izliyordu. Dudakları kıpırdamadı.

Biraz sonra Greyback düzgünce katlanmış siyah bir cübbe ve üzerinde duran gümüş bir maske ile çıkageldi. Bu maske Lorien'in Esrar Dairesi'nde kullandığı maskenin ta kendisiydi.

Severus hiçbir şaşkınlık belirtisi göstermedi.

Bellatrix'in gözleri delilikle parlıyordu. "Demek sen değilsin..." 

Mary Mackenzie daha şiddetli hıçkırıklara boğuldu. "O şey benim değil! İlk defa görüyorum onu! Yemin ederim...."

"Tabi, hiç senin olur mu?" diye alay etti Bellatrix. Aniden yüzü kasıldı ve asasını ona doğrulttu.

"Crucio!"

Mary'nin tüm vücudu kasılmaya başlamıştı. Hissettiği acıdan yere düşüp kıvranmaya devam etti. Bellatrix kahkahalarla izliyordu.

“Bize söylendiği gibi,” dedi Snape, sesinde en ufak bir duygu olmadan. 

"Acelen ne Severus? Biraz eğleniyoruz!" dedi Bellatrix sahte bir ciddiyetle. Ardından tekrar asasını havaya kaldırdı ve ucundan yeşil bir ışık çaktı. 

"Avada Kedavra!" 

Mary'nin bedeni yere yığıldı. Artık cansızdı.

Severus'un yüzünde bir gölge belirip kayboldu.

Bellatrix'in yeterince eğlenmiş gibi bir hali vardı. "Yeter bu kadar oyun" dedi keyifli keyifli, "Efendimize haber götürelim."

Mary'nin cansız bedenine son kez bakıp evden çıktılar. Bellatrix asasını havaya kaldırdı ve gökyüzüne karanlık işareti bıraktı. Kuru kafa ve yılan, az önce çıktıkları evin çatısında dönüp duruyordu.

Mesaj belliydi: Buradaydık ve birini öldürdük. Sıradaki siz olmak istemiyorsanız karşımıza çıkmayın.

 

Hepsi Malfoy Malikanesi'nde toplanmıştı. Dikdörtgen şeklindeki masada on bir Ölüm Yiyen vardı. Masanın en ucunda Voldemort oturmuş, Nagini'nin başını okşuyordu.

Bellatrix, "Onu kendi ellerimle öldürdüm, Lordum!” diye haber verdi, yüzüne tebrik edilmeyi bekleyen aç bir ifade vardı.

Voldemort, ona kibirli ve memnun bir gülümseme attı. “Aferin, Bellatrix.” dedi sakince.

Bellatrix'in yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Hemen ardından hürmetle başını eğdi. "Lordum... ne büyük şeref..." diye mırıldandı. 

"Evet Severus... Kimmiş bu kanı bozuk cadı ve... neden bulman bu kadar uzun sürdü?" diye sordu Voldemort zehirli derecede sakin sesiyle.

“Lordum… Kadının kimliğini gizli tutuluyorlar bu yüzden öğrenmek biraz zaman aldı." dedi Severus, "Kadının geçmişini araştırdım ve... sırdaşı şeyler buldum."

Severus oturduğu yerde doğruldu ve teker teker anlatmaya başladı, "Yaptığı deneyler sırasında yanlışlıkla üvey kardeşini öldürmüş ama bu onu durdurmamış. Karanlık tılsımlar, ölülerle temas… Geçmişi karanlık ama Dumbledore çaresizlikten ona bir şans verip saflarına almayı kabul etmiş.” dedi büyük bir soğukkanlılıkla. Üstelik söylediklerinin sadece bir kısmı doğruydu. Gerçek şu ki, Yoldaşlık böyle biriyle hiç temasa geçmemişti. Ancak Severus yalan söylerken hiç tereddüt etmiyordu.

Voldemort'un yüzünde kibirli bir gülümseme oluştu. “Hah. Ne kadar zavallı hale geldiklerini gösteriyor." dedi küçümseyerek.

Kılkuyruk çekinerek dudaklarını yaladı ve mırıldanmaya başladı. “Lo-lordum, o kadını biraz tanıyorum, Yo-yoldaşlık’tan medet umacak biri değildir.” diye kekeledi.

Voldemort aniden sesini yükseltti. “Kapa çeneni, Kılkuyruk!” Asasını kaldırdı ve ucundan çıkan kıvılcımlar doğruca ona isabet etti. Kılkuyruk sanki eli yanmış gibi sekerek geri çekildi. Voldemort yeniden koltuğuna yaslanmıştı. “Devam et, Severus.” dedi sakince.

Snape, sert bakışlarını Kılkuyruk’tan çekip Voldemort’a döndü. “Kadın tılsım bilgisi ve yetenekleri karşılığında korunma istemiş. Yoldaşlık onunla avantaj sağlayacağını sanmış ve nerdeyse başarıyormuş." 

Nagini tıslayarak Voldemort’a doğru kaydı.

“Şimdi olması gereken yerde,” dedi Voldemort, kibirli bir kahkahayla.

Masadakiler de ona eşlik etti.

-

Dumbledore, müdür odasında çatırdayarak yanan şöminenin ateşini izliyordu. Kaşları çatık ve düşünceliydi. Yarı dehşet dolu bir ifadeyle Severus'a döndü. "Yani birinin ölmesine sebep oldun... Öyle mi?"

"Kaybının çok da önemli olmadığı birini verdim." dedi Snape.

Dumbledore gözlüklerinin ardından Snape’e uzun ve sert bir bakış fırlattı. "Kimin hayatı gereksiz, Severus? Ne zamandan beri insanların yaşamlarını değer biçerek karar veriyorsun?"

"Onlara Lorien'i veremezdim." dedi Snape.

"Beni şaşırttın." dedi Dumbledore yavaşça, "Onu bu kadar önemsediğini bilmiyordum."

Snape duruşunu dikleştirdi. "Lorien bir kahin. Onun kehanetleri... yanlış ellere düşerse sadece bir hayat değil yüzlerce hayat tehlikeye girer.”

"Yine de başka bir yol seçebilirdin, Severus."

Snape'in gözleri aniden öfkeyle parladı. "Hangi yol? Hangi yolu seçebilirdim? Başka yol olmadığını sen de biliyorsun. Pis işleri yapan biri olduktan sonra yargılamak kolay. Benim işim etik olanı tartışmak değil yapılması gerekeni yapmak." 

“Yaptığın şeyi anlamıyor değilim, Severus." dedi kadife sesiyle,  "Ama anlamadığın şey şu: ne kadar çok gerekçen olursa olsun, birini feda ettiğinde... kendi içinden bir parçayı da onunla birlikte kaybedersin.” 

Snape alaycı bir gülüş attı. “Bununla yaşayabileceğimi sanıyorum.” dedi acı bir ironiyle, "Yaptığım onca şeyden sonra."

 

YOLDAŞLIK KARARGAHI

 

Voldemort’un geri döndüğü artık inkâr edilemezdi. Saklanmıyorlardı. Katliamlarını gizlemek yerine göstermekten gurur duyuyorlardı.

Büyücü ve muggle dünyasında her gün onlarca insan ölüyor, kasırgalar kopuyor, köprüler yıkılıyordu. İnsanlar tek başına dışarıya çıkamıyordu artık. Lorien pencerenin buğulu camından dışarı baktı. Yazın ortasında hava sisli ve kasvetliydi. Sanki bütün renkler solmuş gibiydi. Mahalledeki bir kaç muggle kıvrak adımlarla evine yetişmeye çalışıyordu. Artık kimse bankta oturup kuşları beslemiyor, keyifli sohbetler ederek gülüşmüyordu. İçindeki hursuzluk hissi midesine yumruk gibi oturdu.

Yoldaşlık masasında konuşulanları ise hayal meyal duyabiliyordu. Moody, bir süredir topal bacağıyla masanın etrafında dolanıp düşünüyordu. "Imperius laneti bakanlığa kadar girmiş. Artık kimseye güvenemezsiniz." dedi gergin gergin.

"En son Mary Mackenzie'nin evine girmişler, kendisi karanlık bir büyücü. Aslında onlara daha yakın ama yine de öldürmek için sebep bulmuşlar belli ki." dedi Mr Weasley, "Bir de Muggle ölümleri var. Zavallılar başına ne geldiğini bile bilmiyor." dedi dertli halde.

Lorien gözlerini pencereden ayırıp tekrar masaya döndü. Karşısında oturan Sirius, gözlerindeki kaygıyı fark edip sakinleştirmek ister gibi göz kırptı. Toplantıdan hemen sonra Lorien toparlanmaya başladı çünkü Severus'la birlikte okula dönmeyi düşünüyordu ama Severus onu beklemeden gitmişti bile. Sirius, Lorien'i durdurup her zamanki çay saati tekliflerinden biri için ısrar etti.

-

Bir öğleden sonra Hogwarts koridorlarında Severus'a rastladı. Göğüs kafesinin altında tanıdık bir kıpırtı hissetti, her seferinde olduğu gibi. Selam vermek için durdu ve gülümsedi. Fakat Severus başını çevirmedi bile; sanki orada yokmuş gibi yanından geçip gitti. Pelerini ardından havalanırken Lorien bakakaldı. Gülümsemesi adeta solmuştu. Koridorda onu izleyen üç kız öğrenciyi farkedince kendini toparlayıp yoluna devam etti. Belki Severus'un ağzından bal damlamazdı ama daha önce asla görmezden gelmemişti. Sinirlenmesi için sayısız nedeni olabilirdi ama bu... bu onun tarzı değildi.

Ertesi gün akşam yemeğinde Lorien Severus'un yanındaki koltuğa geçti. "İyi akşamlar Profesör Snape." dedi gülümseyerek.

"İyi akşamlar." dedi Snape, soğuk bir sesle.

Bir kaç dakika süren rahatsız edici bir sesslik hakim oldu. Bu Severus Snape olamazdı. O her zaman alay edecek bir konu bulurdu.

"Her şey yolunda mı Profesör? Son olardan sonra..." diye sordu Lorien yüzüne bakarken.

Snape kestirip atmıştı. "Evet her şey harika. Son olanlar hakkında konuşmayı gerekli bulmuyorum." 

Lorien kaşlarını çatıp yüzünü inceledi. Gerçekten bir tuhaflık vardı onda. "Peki siz nasılsınız? Umarım iyisinizdir." diye devam etti.

"Benim için endişelenmeniz ne büyük lütuf... Ama içiniz rahat etsin diye söyleyeyim, iyiyim. Şimdi, izin verirseniz yemeğime dönmek istiyorum." dedi soğuk bir bakış atarak.

Lorien kendini bir tür böcek gibi hissetti. Snape'in çevresinde gezen ve fazlaca ses çıkarıp onu rahatsız eden bir böcek gibi. Çatalın daha sıkı kavradı. Gözlerine hücum eden yaşları durdurmak için çaba harcaması gerekti. Bir kaç lokma daha almayı denedi ancak yutkunurken lokmalar boğazından geçmedi. Artık orada oturmak çok anlamsız geliyordu. Çatal kaşığını yavaşça bıraktı ve sandalyesini çekip salondan ayrıldı.

Severus ona dönüp bakmamıştı bile.

Odası hiç bu kadar boğucu olmamıştı. Ölüm Yiyenlerin tehditi altında geçen birkaç hafta sonra bir de Severus'un aşağılayan tavırları ona fazla gelmişti.

O gece kafasında dönüp duran düşünceler yüzünden uyuyamadı. Konuşmak istiyordu. Birilerinin gözlerinin içine bakıp, "Yanlış mı yapıyorum?" diye sormaya ihtiyacı vardı. Ancak bu konu herhangi biriyle konuşulacak kadar basit değildi. Sadece Tonks anlayabilirdi onu.

Lorien derslerden sonra aniden karargahta belirdi. Sirius şaşkınlıktan az daha elindeki viskiyi üzerine damlatıyordu.

"Seni hangi rüzgar attı, Evergreen?" dedi gülümseyerek.

"Tonks'u görmem gerekiyor, hiç geldi mi?" dedi Lorien gözleriyle odayı tarayarak.

"Bu saatte geleceğini sanmam." dedi Sirius, "Hem sen Tonks'u ne yapacaksın?"

Lorien omuzunu silkti. "Önemli bir şey değil, sadece konuşmak istiyordum."

"Peki, ben ne güne duruyorum burda?" diye sordu yarı alınmış halde.

Lorien, ona Snape hakkında yakınmanın faydası olacağını sanmıyordu.

"Şey... Senin anlayacağın türden bir mesele değil, boşver." dedi Lorien. Tekrar okula gitmeyi düşünüyordu.

Sirius, ona birkaç adım yaklaştı ve gözlerinin içine baktı. "Lorien... Bana güvenmiyor musun?"

"Hayır alakası yok." diye itiraz etti Lorien, "Snape hakkında. Bunu dinlemek isteyeceğini sanmıyorum."

Sirius kaşını kaldırdı, sandığının aksine ilgileniyor gibiydi.

"Ne olmuş ona?"

"Garip bir şekilde soğuk... ve kaba davranıyor." dedi Lorien, "Anlayamıyorum."

Sirius'un kendi kendine homurdandığını duydu. "Sevgili dostum, Snivellus..."

"Bak ne düşünüyorum biliyor musun?" dedi Lorien, "Unut gitsin. Sonra gelirim ben." Şimdi yüzü iyice gerilmişti.

Sirius çabucak onu durdurdu. "Tamam sakin ol Bayan Kehanet... Hiçbir şey demedim."

Lorien istemeye istemeye durdu ve yüzündeki gergin ifadeyi düzelti.

Sirius ona bir bardak viski doldurup uzattı. "Ne zamandan beri... soğuk davranmaya başladı?" 

"Ne bileyim... Geçen toplantıda kendin gördün beklemeden gitti." diye dert anlatamaya başladı Lorien, "Dün akşam yemekte iyi misin diye sordum, ilgilenmedi bile." diye yakındı Lorien, buzlu viskisinden bir yudum içip yüzünü buluşturdu. Boğazını yakmıştı. "Söylesene gün ortasında bunu nasıl içebiliyorsun?" dedi elindeki viskiye bakarak. 

Sirius belli belirsiz gülümsedi. "Belki de uzak durman gerekiyordur, Lorien. Hiç düşündün mü bunu?"

Lorien odanın içinde dönüp düşünmeye devam etti. Kendisiyle sesli konuşuyordu artık. Sonra birden duraksadı. Gözleri kararlıydı. "Ne derdi varsa yüzüne soracağım." dedi.

Sirius bıkkın halde kendini koltuğa attı ve derin bir iç geçirdi. "Konunun seninle alakası yok."

"Anlayamadım?" 

Sirius sanki zorla konuşuyordu. "Senden uzak durmasını ben söyledim." dedi.

Lorien'in başından kaynar sular döküldü. "Ne yaptım dedin, ne yaptım dedin?"

"Lorien, bırak ona aşık olmayı ona güvenemezsin bile." dedi Sirius doğrulurken.

Lorien donakaldı. "Sen bunu nerden çıkardın?" diye sordu. Ona Severus hakkında hiçbir şey anlatmadığından emindi.

"Tonks ve seni konuşurken duydum. Dinlemek gibi bir niyetim yoktu. Adımın geçtiğini duyunca..."

Şimdi anlamıştı. O akşam kapının arkasında duydukları ses Kreacher'dan gelmemişti. Sirius'tu.

"...gizlice dinledin." diye tamamladı Lorien. "Endişen için minnettarım ancak Severus beni ele vermeyecek." diye savunmaya geçti. 

Sirius ona doğru hızlı bir adım attı. Kaşlarını çatıp doğrudan Lorien'in gözlerine baktı. "Seni Voldemort'a ispiyonlaması kaç saniye sürer sanıyorsun?"

"Severus öyle bir şey yapmaz!" dedi Lorien, aksi aksi bakarak.

"O bir Ölüm Yiyen!" diye bağırdı Sirius.

"Eskidendi! Yolunu kaybetmişti!" dedi Lorien daha yüksek sesle. 

Sirius dudaklarında küçümseyen bir gülüş belirdi, "Yolunu kaybetmiş... Hepimiz yolumuzu kaybettik ama hiç birimiz Ölüm Yiyen olmadık." dedi öfkeyle.

Lorien'in zihninde rahatsız edici bir anı belirdi, okul yıllarında dört kişilik çapulcu tayfasının Snape ile nasıl dalga geçtiğini hatırladı. Sonunda kendini tutamadı. "Böyle söylemek kolay tâbi. Yıllarca zorbalığa uğrayan kişi sen değildin!" diye patladı Lorien.

Sirius yüzüne tokat yemiş gibiydi. "Şimdi de avukatı oldun demek..." Bağırmıyordu ama kırıldığı apaçık belliydi, “Bir düşüneyim... Ben sadece küçük yaşta babamın evinden kaçtım, Azkaban’da on iki yıl çürüdüm ve döndüğümde herkes ölmüştü. Ama sen haklısın tabii, hiç zorbalığa uğramadım!”

Sessizlik bir bıçak gibi aralarına girdi.

Lorien, ileri gittiğini farketti ama geri dönmedi çünkü çok öfkeliydi. Başından beri bilmesine rağmen, bütün bunlara kendisi sebep olmasına rağmen sesini çıkarmamıştı.

"Madem hissettiklerimi biliyorsun o halde ona bunu nasıl söylersin? Ben sana güvenmiştim, Sirius."

"Söylemek zorundaydım!" diye patladı Sirius, "çünkü lanet olsun... seni sevdiğimi anlamıyor musun!”

Chapter 10: Düşünseli

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

Yıl: 1996

Kitap: Harry Potter ve Melez Prens 

 

Lorien, karargahtaki toplantı için kendini epey gergin hissediyordu. O günden sonra ilk kez aynı odada olacaklardı. Artık eskisi gibi davranamayacağını biliyordu. Belki acımasızlık gibi gelebilirdi ama bunun ikisi için de daha iyi olacağını düşünüyordu. Karargahın gıcırdayan döşemelerine basarak içeriye adım attı.

Tonks bir koltuğun ucuna ilişmiş Lupin’le fısıldaşıyordu. Sirius, elinde bir bardak buzlu viskiyle masada oturmuş Mr Weasley ile ciddi bir mesele hakkında tartışıyordu.

Lorien içeri girdiğinde gözleri ona döndü. Ne olacaktı şimdi? Konuşacaklar mıydı yoksa birbirlerini görmezden mi geleceklerdi?

Sirius, bakışlarını birkaç saniye onun üzerinde tuttu. Sonra viskisinden bir yudum aldı ve Mr Weasley ile konuşmasına geri döndü.

Demek böyle olacaktı. Sessiz, birbirini yok sayan ama odadaki herkesin farkında olduğu bir gerilim. O sırada bir el kolundan tutup onu kenara çekti. Tonks'un gözleri merakla parlıyordu.

“Bir şey kaçırdığımı biliyordum,” diye fısıldadı, “Aranız felaket derecede kötü. Anlamadım sanma.”

Lorien, kısa bir duraklamadan sonra Sirius’un hislerini başkasına anlatmanın saygısızlık olacağını farketti. “Sadece tartıştık.” deyip kestirip attı.

Tonks’un gözleri aniden küçüldü. “Bu kadar mı yani? Sadece tartıştınız... Neden?”

“Geçen gün seni arıyordum, bulamayınca—”

O sırada kapı açıldı ve Moody içeri girdi. “Beklettiğim için kusura bakmayın,” dedi sert bir sesle. Aksayan adımlarla gelip bir sandalye çekti. “Aptal bir Ölüm Yiyen beni izliyordu.”

Lorien, zamanlaması için ona içten içe minnettar oldu. Sirius toparlandı. “Hiç sorun değil Moody. Sen de geldiğine göre başlayalım da bitsin.” dedi. Sesinde daha önce duymadığı tuhaf bir ton vardı.

Gündem karanlıktı: art arda gelen cinayetler, kayıplar, imperius laneti altındaki büyücüler... Lorien'in gözleri istemsizce Sirius’a kaydı ve bir anlığına göz göze geldiler: bakışları sert ve kırgındı. Sonra ikisi de başka yönlere döndü. 

Toplantı sona ererken Lorien ayağa kalktı. “Gitmiyorsun, değil mi?” dedi Tonks.

Lorien bu gerginliğe daha fazla katlanacağını sanmıyordu. “Gitmem gerek, sonra görüşürüz.” Kapıdan çıkarken Sirius’un viski şişesine uzandığını gördü. Ardından Molly’nin sesi duyuldu.

“Aaa yeter artık, gün ortasında bu kadar içilmez canım!”

-

Hogwarts'a döndüğünde Severus'la konuşmak için fırsat kolluyordu. Gün batarken onu koridorda yakaladı.

“Profesör Snape!” diye seslendi arkasından. Ama duymuyordu. Lorien adımlarını biraz daha hızlandırdı. “Lütfen… bekleyin!” dedi arkasından koşarken.

Snape’in adımları yavaşladı ve durup ona döndü. “Ne istiyorsunuz?” dedi bıkkın bir halde.

“Konuşmak.” dedi Lorien nefes nefese.

Snape kaşlarını çattı. Yüzünde o her zamanki sertlik vardı. “Konuşmak için ille de dramatik bir kovalamaca mı gerekirdi? Madem bu kadar ısrar ettiniz… dinliyorum.”

Lorien ne konuşacağını düşünmemişti bile.

“Sirius… Size tam olarak ne söyledi bilmiyorum ama beni görmezden gelmekten vazgeçin.” dedi.

“Profesör Lorien…” diye başladı Snape kısa bir iç geçirerek “Aranızdaki mesele beni ilgilendirmiyor. Dahası, ilgilendirmek zorunda da değil.”

“Artık onunla konuşmuyorum.” diye sözünü kesti Lorien, “Düşünmeden hareket ettim, haklıydınız.”

Snape durdu ve kaşları hayretle havaya kalktı. “Demek farkettiniz.” 

“Söylediğin her şeyde haklıydın. Ne zaman seni dinlemesem başım belaya giriyor, özür dilerim.”

Snape cevap vermedi ama Lorien onun yüzüne ufak bir gülümseme gördüğünü zannetti. Snape pelerinini hafifçe savurarak döndü ve Lorien'e baktı. “Yemeğe gelmiyor musunuz?”

Lorien dudaklarına yayılan geniş gülümsemeyi elinden geldiği kadar bastırmaya çalıştı ve birlikte Büyük Salon'a yürüdüler.

 

BİR YÜZÜK

 

Saat gece yarısını çoktan geçmiş, dolunay şatonun üzerine yükselmişti. Ayın parlak ışığı odanın içini aydınlatıyordu. Masanın üzerindeki notlar dağılmış birkaç tanesi yere düşmüştü. Bazı sorular hâlâ zihnini kemiriyordu: Severus’un gelecekte Dumbledore’un katili olması... Belki bu sadece aptalca bir rüyaydı. 

Artık uykusu gelmişti ve doğru düzgün düşünemiyordu. Asasının tek hareketiyle bütün notlar toplandı ve masanın üzerine yerleşti. Ardından ince battaniyesinin altına girerek uykuya daldı.

Huzurluydu, gökyüzünde uçuyor gibiydi. Bir denizin üzerinden geçip sessiz bir kasabaya vardı. Sonra da bir evin bacasından içeriye süzüldü. Terk edilmiş, uğursuz bir evdi bu. Ceviz ağacından yapılma tozlu bir çalışma masası gözüne çarptı. Üzerinde siyah kadife kumaşla sarılı bir tomar duruyordu. 

Yaşlı bir el, kumaşı yavaş yavaş açmaya başladı. Son kumaş parçası da yere düşerken eski bir yüzük meydana çıktı. Ama bir tuhaflık vardı, sanki yüzüğün içinde bir kalp varmış gibi pır pır atıyordu. Dumbledore yüzüğü dikkatle inceledi. O yaklaştıkça yüzüğün içindeki kalp daha hızlı çarpıyordu. Lorien bunun kötüye işaret olduğunu hissetti. Dumbledore parmağını yüzüğe uzatıp dokunduğu anda içinden siyah bir duman fışkırdı ve bütün odayı sardı. Bu lanetli bir yüzüktü, dünyanın en güçlü büyücüsünü alt edecek kadar güçlü bir yüzük. Lorien, odadaki dumanla birlikte uçtu ve bacadan dışarıya çıktı. Gökyüzüne doğru yükselirken aşağıda evler küçülüyordu. Lorien'in kaskatı olan bedeni aniden çözüldü.

El yordamıyla asasını buldu.

"Expecto Patronum!" 

Asasından bir turna kuşu süzüldü ve tüm ihtişamıyla havada kanat çırpmaya başladı. "Severus Snape'i bul. Onu uyandır." diye emretti Lorien. Turna kuşu, kanat çırparak kapıdan çıkıp kayboldu.

Oda yeniden karanlığa bürünmüştü.

Hemen sonra "Lumos." diye fısıldadı.

Asasından çıkan ince bir ışıkla sabahlığını üzerine geçirdi. Odadan çıkıp karanlık koridorda yürümeye başladı. Bir dönemeci geçince sert bir şeye çarptı. 

"Ah!" 

Asasını doğrultunca onun Severus Snape olduğunu farketti.

"Gecenin bu vaktinde ne oluyor Lorien? Neden odama bir patronus gönderdin?" 

Lorien'in sesi korkuyla titriyordu. "Bir kehanet gördüm Severus. Dumbledore lanetli yüzüğe dokundu."

Loş ışığa rağmen yüzündeki ince çizgileri seçebiliyordu. İkisi birlikte Dumbledore'un odasına çıktılar. Ancak kimse yoktu.

Severus hemen Lorien'e döndü. "Onu nerede gördün?"

Lorien ne bir tabela ne de bir isim görebilmişti. "Evler vardı. Bir kasaba... Ama adını bilmiyorum."

Severus sabırsızca iç geçirdi. "Zihnine girmek zorundayım."

Lorien hemen geri çekildi. "Hayır..."

Buna asla izin vermezdi, zihni sırlarla doluydu. Severus'un asla bilmemesi gereken sırlarla...

"Saçmalama Lorien! Sadece kehanetine bakacağım." 

Başka çaresi olmadığını biliyordu.

"Sadece bu kehanete bakacaksın." diye tekrar etti gözlerine bakarak.

Severus, asasını ona doğrulttu.

"Legilimens."

Birinin zihnine girmek mide bulandırıcı bir histi. Beyninin içinde bir şeylerin dolandığını hissetti. Şimdi aynı kehaneti bir kez daha izlediler. Ama bu defa Severus da oradaydı.

Aniden Lorien'in zihninden ayırıldı.

"Diriltme taşını bulmuş." dedi Snape. Eğer hala şanslıysak yüzüğe dokunmadan durdurabilirim. Gitmem gerek."

"Ya ben?"

Severus öfkeli gözlerini Lorien'e doğrulttu. "Sen burda kalıyorsun." diye parladı.

Lorien itiraz edemedi.

Odasına dönüp volta atmaya başladı, tarot kartlarını karıştırdı. Severus'un en ufak bir haber göndermesini bekledi ancak bir saat geçmişti. Daha fazla dayanamayan Lorien kendini yeniden koridorda buldu. Önce Dumbledore'un odasına çıkan merdivenlerde durdu. Hiç ses yoktu. Sonra yeniden koridorda yürümeye başladı. Bir ses neredeyse ödünü koparacaktı.

“Işığını kapat!”

 “Kim var orda?” dedi Lorien. Asasının ucundaki ışıkla çevreyi taramaya başladı.

“Benim ben! Madam Caroline.”

Ses duvardaki tablolardan geliyordu.

“Ah… Ne kadar düşüncesiz bir kadın…” dedi yanındaki yaşlı adam.

Lorien asasını tablolalara doğrulttu. Ancak bu hamlesi onları daha çok rahatsız etmişti. Hepsi bir ağızdan söylenmeye başladı. 

“Kapat şunu!”

“Ne yapıyor bu?”

Tabloların birinden ufak bir bebeğin ağlama sesleri yükseldi.

“Çocuğumu uyandırdın! Beğendin mi yaptığını?” diye söylendi bir kadın. 

“Özür dilerim.” dedi Lorien. Hızlı adımlarla yarattığı kaostan uzaklaştı. 

 

Biraz sonra Neredeyse Kafasız Nick karşısına çıkmıştı.

“Profesör Lorien? Gece gece hepiniz ne işler karıştırıyorsunuz?”

“Hepimiz derken?”

“Biraz önce Severus ve Dumbledore’u mahzenlere giderken gördüm. Neler oluyor?”

"Teşekkür ederim, Nick!"

Lorien sabahlığının ucunu toplayarak hızla koştu. Nick’in içinden geçince istemsizce ürperdi. “Özür dilerim!” dedi koşmaya devam ederken.

Zindana indiğinde adımları yavaşladı. Sessizce yürüyüp iksir sınıfının kapısına kadar geldi. Kapının kolu tam olarak yerine oturmadığı için şanslıydı. Bu sayede konuşulanları duyabiliyor ve belli belirsiz görebiliyordu.

“Üç yıl… En fazla bu kadar yaşayabilirsin.” dedi Severus. “İyileşmez ama bir süre parmağında hapsederiz.”

“Harika haber.” dedi Dumbledore yorgun bir tebessümle. “Üç yıla neler sığar, değil mi Severus? Gerçi bazıları bu süreyi bile çok görebilir.”

Severus elindeki iksiri bırakıp ona döndü.

“Draco… Hiç şüphesiz bir görev almış. Yerine getirmek için her şeyi deneyecektir.” dedi Dumbledore.

Severus’un yüzü karardı. “Çocuğu kullanıyor…” dedi fısıltıyla.

“Ailesini cezalandırmak istiyor.” dedi Dumbledore.

“Ne yapmamı istiyorsun?”

“Beni öldürmeni… muhtemelen bu yıl içinde.”

Lorien ses çıkarmamak için ellerini ağzına bastırdı. Ancak içindeki fırtınaların sesini susturamıyordu. Kehaneti doğruydu ama bu zevkle işlediği bir cinayet değildi. İçten içe parçalanarak kabul ettiği bir yüktü.

Severus elindeki kepçeyi aniden kazana geri bıraktı. “Ne?” dedi sesinin en karanlık tonuyla.

“Bunu yaparsan hem bir çocuk kurtulacak hem de Voldemort'a karşı sadakatini kanıtlayacaksın.”

“Ya bunu yapmak istemiyorsam?” diye çıkıştı Snape.

“O çocuğun ruhu henüz zedelenmiş değil,” dedi Dumbledore.

“Ya benim ruhum, Dumbledore? Ya benimki?”

“Yaşlı bir adam için en azından bu kadarını yapamaz mısın?”

“Her şeyi yaptım ama hiçbiri sana yetmiyor.” Sert adımları odanın içinde yankılanırken kapıya yöneldiğini farketti.

“Nox diye fısıldadı Lorien. 

Asanın ucundaki zayıf ışık sönünce tamamen karanlıkla bütünleşmişti. Kendini tam zamanında kolonun arkasına çekmeyi başardı. Severus’un sert adımları zindanın soğuk duvarlarında yankılandı. O öfkeyle yürürken meşalelerin alevi titriyordu. Bir süre kolonun soğuk mermerini sırtında hissetti. Olanları sindirmeye çalışıyordu. Bir kaç dakika sonra Dumbledore sınıftan çıkıp yürümeye başladı. Lorien kafasını uzatıp nasıl göründüğüne baktı ancak Dumbeldore hissetmiş gibi geriye dönüp Lorien’in saklandığı kolona baktı.

Lorien gizlenip nefesini tuttu. Kalbinin sesi kulaklarında davul gibi atıyordu. Kısa bir sessizliğin ardından Dumbledore, kendi kendine mırıldandı.

"Sanırım yaşlandıkça kulaklarım beni yanıltıyor...” 

Ve yavaş yavaş yürüyerek gözden kayboldu.

 

DÜŞÜNSELİNDEKİ ANILAR

 

🎶🎵🎶

Lana Del Rey - Music to Watch Boys (Instrumental)

 

Lorien odasına dönüp düşünmeye başladı. Artık aklına hiçbir şey gelmiyordu. Tek umudu onu ikna etmekti hatta gerekirse yalvaracaktı.

Kendini Dumbledore'un odasında bulduğunda sabah olmak üzereydi.

"Profesör Lorien, bu saatte gelmenizin önemli bir sebebi olmalı." dedi Dumbledore kaşlarını kaldırarak. 

Lorien'in gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. “Bu görevi ona vermeyin… Bunu yaparsanız ölecek!" 

Dumbledore'un yüzündeki sakinlik yerini şaşkınlığa bıraktı. "Ne demek istiyorsun?"

"Bunu sana anlatmanın bir yolu yok. Anılarımı al... Hepsini!"

Dumbledore, onu bir sandalyeye oturttu. Asasını Lorien'in alnına dayayıp gümüşi bir iplik çekti ve düşünseline bıraktı. Yüzünü düşünseline daldırınca kendini Yasak Orman'da buldu.

Lorien henüz genç bir kızdı. Yasak Orman’da korkudan titrerken yürümeye devam ediyordu. Biraz sonra boynunda sıcak bir nefes hissetti. Arkasını dönünce tehlikeli bir yaratığın gözleriyle karşılaştı. Lorien asasını kaldırdı ancak canavar tek hamlede uzağa fırlattı. Silahsız kalan Lorien elleriyle yüzünü siper etti.

Gözlerini kapadı. Ölmek için hazırdı.

O sırada bir ışık hüzmesi ortalığı aydınlattı. Bir küt sesi duyulurken yer titremişti. Gözlerini açtığında az önceki yaratığı yerde baygın halde buldu. Az ötede genç bir oğlan asasını indirip cübbesinin cebine koydu. Dumbledore bu çocuğu hemen tanıdı: Severus Snape'ti.

Severus ona doğru birkaç adım atıp elini uzattı. "İyi misin?" dedi kaldırırken.

"Ben... beni nasıl buldun?" 

"Bir grup Ravenclaw'un ormanda ne aradığını merak ettim... Doğrusu akıllı olduğunuzu zannederdim." dedi alayla.

Lorien'in yüzü kızardı. "Sana hayatımı borçluyum." Elini uzattı, "Ben Lorien Evergreen." 

"Evet" dedi Snape, "Borçlusun." 

Sonra ona uzanan eli sıktı. "Ben de Severus Snape."

Dumbledore bir şey farketmişti, muhtemelen hala farketmedikleri bir gerçeği... 

"Ah şu gençler..." diye mırıldandı. Görüntü kaybolurken kendini bahçede buldu. 

Öğleden sonra Hogwarts bahçesi güneşli ve kalabalıktı. Lorien, arkadaşları Will ve Anna ile tılsım sınavından yeni çıkmıştı. Üçü, bir söğüt ağacın altında durdu.

Will ve Lorien, sınavda geçen koruma tılsımı hakkında hararetli bir tartışmanın tam ortasındaydı. Anna ise etrafı izleyip güneşin tadını çıkarıyordu.

Will, çerçeveli kalın gözlüklerinin üzerinden yazdığı notları okudu. "Yanlış biliyorsun Lorien, tılsım hazırlamak için ayçiçeği tohumuna ihtiyacın var." dedi üstüne basa basa.

Lorien, onun elindeki kağıt tomarını kaptı ve okumaya başladı. "Nerede yazıyor, göster." dedi inatlaşarak. 

O sırada Anna, Lorien'in koluna dirsek attı. "Sirius Black geliyor!" dedi heyecanla.

Lorien, kafasını kaldırdı. Bir kaç metre ötede dört kişilik çapulcu tayfası caka satarak bahçede yürüyordu.

"Sessiz ol, şimdi seni duyacak." diye uyardı Lorien.

Kafasını biraz çevrince Severus Snape'e doğru yürüdüklerini gördü. Severus, her şeyden habersiz halde kafasını kitaplara gömmüştü. James dibine kadar yaklaştığında ancak farkedebildi. 

"Karga burun, çekil kenara da geçelim." dedi James.

Severus kafasını kaldırdı ve arkasında duran dört kişiyi farketti. Ama çekilmedi. Gözlerini James'in gözlerine kilitledi. Bahçede uğultular yükseldi, öğrenciler bir laf dalaşının çıkmasını bekliyordu. Lorien elindeki kağıt tomarını Will'e uzattı, şimdi tılsım notları umrunda bile değildi. 

James ve Severus'un gözleri öfkeyle parladı, en ufak bir kıvılcım kavga sebebi çıkaracaktı. Peter Pettergrew, en arkada sessizce onları izliyordu. Lorien, onun yüzünde heyecanlı bir gülümseme yakaladı. Birkaç saniye süren gerginliğin ardından Sirius Black öne çıktı. Snape'e omuz atarak yol açtı. "Hadi gidelim, uğraşmaya değmez." dedi umursamaz bir tavırla. Remus ve Peter onun arkasından yürüdüler.

"Tekrar görüşürüz, Snivellus." dedi James. Hemen sonra koşup arkadaşlarına yetişti ve kendi aralarında gülüşmeye başladılar. Az önceki gergin hava anında kaybolmuştu. Geride bıraktıkları Severus ise onlar kadar neşeli değildi. Lorien her şeyin farkındaydı. Yüzündeki bir kas seğirdi. Yavaşça asasını kaldırdı ve James Potter'ın ayaklarına doğrulttu. 

"Napıyorsun Lorien, saçmalama!" diye fısıldadı Anna.

Lorien, "Şşşt." diye susturdu, "Calcipulso." 

"Ah!" James aniden inledi. Şimdi tek ayağının üzerinde sekiyordu. Hemen arkasındaki Peter'a döndü.

"Dikkatli olsana!" 

"Ben bir şey yapmadım..." dedi Peter şaşkın halde. 

İkisi arasında küçük bir tartışma başlamıştı. Lorien sırıttı, yaptığı şey kesinlikle hoşuna gitmişti. Asasını indirip cübbesinin cebine yerleştirdi. Tekrar Severus'a döndüğünde göz göze geldiler. Lorien'in nefesi kesilmişti. Büyü yaptığını görmüş müydü? 

Severus'un dudaklarında teşekkür eder gibi ufak bir gülümseme belirdi. Lorien başını hafifçe öne eğerek karşılık verdi.

Görüntü kayboldu ve Dumbledore kendini loş bir odanın içinde buldu; burası iksir sınıfıydı. Sınıfta sadece bir masa doluydu. Severus ve Lorien kaynayan kazanın başında çalışıyordu. Camdaki buz kristallerinden mevsimin kış olduğunu anladı. Buna rağmen Lorien'in yanakları hafifçe pembeleşmişti.

Severus el yazması notlarını dikkatle okuduktan sonra kökleri kazanın içine bıraktı. "Bu kısmı sen yap.” dedi Severus, "üç defa saat yönünde, iki defa saat yönünün tersine karıştıracaksın."

“Bana emanet etmek istediğine emin misin?" Dedi Lorien şüpheyle.

"Eğer bunu yapamazsan sınavda patlayacak ilk kazan seninki olur. Hem öğrenmek için bana gelmemiş miydin?"

Lorien iç çekti ve çaresizce kepçeyi elinden aldı. "Üç defa saat yönünde" diye mırıldandı. Severus bir adım arkasından onu izlerken kafasını salladı, tam bir öğretmen gibiydi. 

"Şimdi iki defa saat yönünde." dedi Lorien, emin olamayarak.

"Saat yönünün tersine!" diye düzeltti Severus.

"Tamam tamam, tersine karışıyorum işte."

O kepçeyi döndürürken Snape şişelenmiş diken otu özünden iki damla döküp karıştırma işini devraldı. "Bana murtlap özünü ver şimdi." dedi notlarını okurken.

Lorien onlarca farklı malzemenin sıralandığı masaya göz attı ve sarı bir şişenin aradığı şey olmasını umdu. Severus gözünü kazandan ayırmadan şişeye uzandı. Ancak bulduğu şey Lorien'in parmaklarıydı. Lorien'in gözleri kocaman açıldı. İksir şişesi parmaklarının arasından kayıp yere düştü ve paramparça oldu.

"Özür dilerim!" dedi Lorien, yüzü giderek daha fazla kızarıyordu.

Snape eliyle onu itip cam kırıklarından uzaklaştırdı. "Kenara çekil. Kendini keseceksin şimdi."

Asasını kırık cam şişesine uzattı ve bir büyü mırıldandı. 

İksir odasında görüntü dağıldı. Bu defa karşısında Lily ile Snape vardı. İkisi kütüphanede sessizce kitap okuyordu. Severus kafasını kitaptan kaldırıldı ve göz ucuyla Lily'yi izlemeye başladı. 

Az ötede oturan Lorien, bunu farketmişti. Kaşlarını çattı. Aniden ayağa kalkıp kitaplarını gürültüyle kapattı ve koşarak kütüphaneden çıktı. Snape ile Lily de dahil birçok kişi başını kaldırıp onu izledi. Bu anı çok kısaydı. Hemen sonra görüntü yeniden dağıldı.

Dumbledore kendini bir yaz gününde, mezuniyet töreninin tam ortasında buldu.

Severus mezun olacaktı, Lorien'in iki yılı daha vardı. Hüzünlü gözlerine sıcak bir neşe yerleştirdi.

“Seni tekrar görebilecek miyim Severus?”

“Sanmıyorum.” dedi Severus, “Ama başıma esaslı bir bela istersem görüşürüz elbet.” Dudaklarında çarpık bir gülümseme belirdi. “Umarım yine Yasak Orman’a gidip yaratık peşinde koşmazsın.” diye ekledi hemen.

O sırada okulun çanları mezunlar için son kez çalmaya başladı. Severus oradan ayrılırken Lorien'in gözleri dolmuştu.

Biri 17 diğeri 15 yaşındaki iki gencin görüntüsü dağıldı ve yerini iki yetişkin aldı. Lorien Evergreen ve Severus Snape yıllar sonra Büyük Salon'da yeniden karşılaşmıştı.

İkisi hem farklı kişilerdi hem de aynı kişiler...

Daha sonra Cedric ve Sirius'un kurtuluşunu izledi. Severus'un dahil olduğu kehanetlere girip onun ölümünü gördü. Düşünselinden çıktığında uzun bir süre sessiz kaldılar. 

Dumbledore derin ve sakin bir nefes aldı.

“Lorien… Öncelikle cesaretini tebrik etmeliyim." dedi yumuşak sesiyle, "Çoğu insan bunların birine bile cesaret edemezdi. Asıl konumuza gelirsek...  Gördüklerim sadece senin değil, hepimizin kaderinde bir dönüm noktası."

Odada yavaş yavaş yürümeye başladı.

"Severus’u ne kadar çok önemsediğini gördüm… Ama bazen en zor seçimler, büyük fedakarlıklar gerektirir."

"Kimsenin ölmesine gerek yok." diye itiraz etti Lorien, "Yaşaman gereken üç yıl var."

Dumbledore durup derin bir nefes aldı,

“Bu yüzden önce seni dinleyeceğim. Çünkü bazen umut en zor anlarda doğar.”

Lorien'in nemli gözleri umutla parladı.

"Ama bir şartım var." diye ekledi Dumbledore. 

"Nedir?" 

“Şartım şu: Bundan sonra gördüğün bütün kehanetleri, planları ve çekincelerini benimle paylaşacaksın. Bir daha asla tek başına, benim bilgim ve onayım olmadan harekete geçmeyeceksin. Anlaştık mı?”

Lorien çabucak başını salladı.

“Anlaştık.”

Dumbledore ellerini önünde birleştirdi. "Şimdi bana tüm planlarını anlatmanı istiyorum."

 

Notes:

Minik bir soru: En çok hangi bölümü sevdiniz? 😇

Chapter 11: Yıldızlar

Chapter Text

Yıl: 1996

Kitap: Harry Potter ve Melez Prens 

 

Lorien, Weasley Büyücü Şakaları'nın önünde durdu. İçerisi kocaman ve rengarenkti. Gelen müşterilerin üzerine konfetiler patlıyordu. Bir kaç eşya kendiliğinden havalandı. Bir tanesi neredeyse Lorien'e çarpmak üzereydi. Leziz bir çikolatayı ağzına atan çocuğun yüzünde kocaman sivilceler çıkıyordu. Yanındaki arkadaşı uzun bir şekerleme yuttu ve dili uzamaya başladı. İkisi şaşkınlıkla birbirine bakıp kahkahalara boğuldu. Biraz daha ileride pembe bir aşk iksiri standı duruyordu. Lorien bir tanesini eline alıp incelemeye başladı. Bir anlığına Severus'un bunlarla nasıl görüneceğini hayal edip gülümsedi. 

“Aşk iksirleri kesin çözüm verir. İçen kişi sizden başkasını görmez." dedi biri.

Lorien arkasını dönünce Fred ve George’u tam karşısında buldu.

“Profesör Lorien... sizi burada görmeyi beklemiyorduk." dedi Fred coşkuyla.

"Aşk iksirleri almak için doğru bir gün. Bugün iki tane alana üçüncüsü bedava!” dedi George sırıtarak.

“Ne yazık ki aşk iksirine ihtiyacım yok.” diye yanıtladı Lorien.

Fred hemen atıldı, “Neye ihtiyacınız var peki? Görünmezlik pelerini? Bakanlık onaylı saç dökücü?”

“Sahte bir asa," Dedi Lorien. "Gerçeğine çok benzeyen ve sahte büyüler yapan bir asa.”

İkizler bir an durup birbirine baktı.

“Zor bir iş değil,” dedi George. 

“Ama ince bir iş.” dedi diğer kardeş.

“Ve ince işler…”

“…kalın keseyle yapılır.” diye tamamladılar tek bir ağızdan.

Lorien cübbesinin cebinden içi dolu bir kese çıkarıp havaya kaldırdı. "Peki, bu kadarı yeter mi?" dedi gülümseyerek.

İkizler sırıttı. “Siz emredin, biz yapalım.”

Halinden memnun şekilde Hogwarts'a dönen Lorien, gelişmeleri rapor etmek için Dumbeldore'un odasına yöneldi. Artık yanına güçlü bir müttefik kazanmıştı. Bu durum bütün oyunu değiştirecekti.

Müdür odasının önüne geldiğinde içeride birilerinin olduğunu anladı. “Anlamadığın şeyler var Severus.” diyordu Dumbledore.

Lorien kapıyı açınca bütün yüzler ona döndü. Severus ve bir ev cini vardı.

Dumbledore gülümsedi. “Hoşgeldiniz, Bayan Evergreen.”

“Ben... daha sonra gelebilirim.”

“Hayır, tam zamanında geldin. Sizi tanıştırayım, sevgili dostum Dobby." dedi eliyle ev cinini işaret ederek.

Dobby gülümsedi.

“Dobby, Profesör Lorien'i tanır efendim. Dostlarının yanında durmak bir onurdur. Dobby elinden gelenin en iyisini yapacak!”

Lorien de ona gülümsedi fakat kafası oldukça karışmıştı.

Dumbledore gayet kararlı biçimde ellerini arkada birleştirdi. “Biraz düşündüm ve biraz yardıma ihtiyaç olduğuna karar verdim.” 

Snape’in sabrı tükenmek üzereydi.

“Biraz yardım mı? İhtiyacımız olan tek şey biraz yardım mı zannediyorsun?" Adeta burnundan soluyordu, "Kana susamış bir avuç Ölüm Yiyenin karşısında neyimiz var? İpin ucunda duran bir ihtiyar, kehanetleri sırasında donmaya meyilli bir profesör, başarı şansı yüzde elliden düşük bir plan ve..." Gözleri Dobby'ye kaydı, “…bir ev cini.” dedi alayla. 

“Bu işi kendin yapmayı mı tercih ederdin Snape?" diye sordu Dumbledore. "Planın buysa işimiz daha basit ve hızlı olur.” 

Snape kaşlarını çattı. “Neden ona böyle büyük bir sorumluluk verdin? Lorien yalan söylemeyi bile beceremez.”

Lorien ağzını açacak gibi oldu ama sonra vazgeçti. 

“Bu plan Bayan Evergreen’in fikriydi ve ben de mantıklı buldum,” dedi Dumbledore. “Sadece bir kaç pürüz üzerinde çalışmamız gerekiyor.”

Snape delici bakışlarını Lorien'e çevirdi. “Demek bir plan daha... Neden her şeye burnunuzu sokuyorsunuz, sorabilir miyim?"

Dumbledore gözlüklerinin üzerinden Snape'in yüzünü inceledi. “Senin de gayet iyi bildiğin gibi zaman zaman hepimizin bir plana ihtiyacı oluyor.”

Snape gözlerini kıstı ama cevap veremedi, adeta ihanete uğramış gibi görünüyordu.

Lorien ikisinin yüzünü dikkatle incelese de bir anlam çıkaramadı. Sırlar saklayan ve birbirine güvenmeyen bir ekipten daha kötü ne olabilirdi ki? 

 

Okulların açılmasına çok az kala yaşlı bir baykuş, kahvaltı masasının tam ortasına bir kart bıraktı. Lorien elindeki fincanı kenara bırakıp kartı inceledi.  Üzerindeki yazıyı tanıyordu, Weasley’lerdendi.

Sevgili Profesör Lorien,

Yarın akşam Harry’ye küçük bir doğum günü sürprizi hazırlamak istiyoruz. Eğer gelmek isterseniz çok seviniriz. Ayrıca, bazı gelişmelerden haberdar olmak isteyebileceğinizi düşündüm. Toplantıyı bizim evde yapacağız. (Adres aşağıda)

Sevgilerle, Molly Weasley.

Bir süredir Yoldaşlık toplantılarını çeşitli bahanelerle geçiştiriyordu ama bunu geçiştiremeyeceginin farkındaydı. Harry en sevdiği öğrencilerinden biriydi. Onu böyle bir gecede yalnız bırakamazdı. Harry’nin Quiddich’te ne kadar iyi olduğunu biliyordu, tıpkı babası James Potter gibi doğuştan yetenekliydi. Ona aldığı bir çift koruyucu ekipmanı paketledi ve kenarına küçük bir not iliştirdi.

Burası eğri büğrü ama samimi bir yerdi. Kapının önüne geldiğinde içerideki şamatayı duyabiliyordu. Kapıyı tıklamadan önce Sirius'u yeniden görme düşüncesine kendini hazırladı. İkisinin arasındaki gerilimin partiyi berbat etmesine izin vermeyecekti.

İçerisi görece kalabalık sayılırdı. Bütün Weasley ailesi, Bill'in nişanlısı Fleur, Hermonie, Lupin, Tonks ve Sirius.

Sirius bugün epey neşeli görünüyordu ama göz göze gelememeye çalıştılar.

Ona gelmeden önce yanlarında duran Bill ve Fleur'u tebrik etti.

"Tesekkuğleğ, madam." dedi Fleur, elini sıkarak. Giderek daha da güzelleşiyordu. Üstelik Bill ile bu kadar yakıştıklarını hiç farketmemişti.

Sirius onların tam yanındaydı, karşı karşıya gelince ellerini cebine soktu. Lorien bakışlarını kaçırarak “Merhaba,” dedi kısık bir sesle.

Sirius döndü ve göz göze geldiler. Bir an, çok kısa bir an ne yapacaklarını bilemediler. Neyse ki Molly’nin sesi araya girmişti.

“Hadi, herkes sofraya!”

Şimdi herkes onunla arasının bozuk olduğunu anlamış olmalıydı. Hemen Tonks'un, en iyi dostunun yanına sokuldu. Güzel ve sıcak bir akşam yemeğinin ardından Harry’nin pastası geldi. Remus Lupin, Harry'ye kesilmiş bir dilim pasta uzatırken iç karartıcı haberleri anlatmaya başladı.

"Başka bir ruh emici saldırısı oldu," diye duyurdu, "Igor Karkaroff'un vücudunu Kuzey'de bir kulübede buldular, bir yıldır saklanıyor.”

Sirius koltuğunda doğruldu. “Regulus, Ölüm Yiyenler'i terkettikten sonra yalnızca birkaç gün dayanabilmişti.” dedi boğuk bir sesle.

Molly rahatsız olmuşa benziyordu. “Evet, pekâlâ," dedi kaşlarını çatarak, "belki de farklı bir şeyler hakkında konuşmalıyız.”

Bill ve Lupin konuşurken Sirius artık dinlemiyordu, dalgın görünüyordu. Ardından cebindeki sigara paketini yoklayıp kapının önüne çıktı. 

"Hâlâ Regulus’u düşündüğü belli.” diye fısıldadı Tonks.

Lorien bu konuda bir şeyler yapması gerektiğini hissetti. "Ben gidip bakayım." Dedi usulca.

Tonks gülümsedi, "Belki barışırsınız."

"Düşman değiliz ya Tonks."

Masadaki konuşma devam ederken kapıya doğru yürüdü. Gökyüzü yıldızlarla bezeliydi. Gecenin soğuğu çıplak olan omuzlarını ürpertti. Sirius’un dudaklarından çıkan sigara dumanı havaya süzülüyordu. Bakışları gökyüzündeki bir yıldıza takılı kalmıştı. 

“Biraz sağlıklı alışkanlık edinemez miydin?” dedi usulca.

Sirius başını çevirip baktı. Karşısında onu görmeyi beklemediği belliydi. Sonra tekrar gökyüzüne döndü. “Yine çok düşüncelisin.” dedi alayla karışık.

Lorien cevap vermedi. Cır cır böceklerinin sesi gecenin sessizliğini dolduruyordu. Birkaç dakika boyunca birlikte sessizce yıldızları izlediler.

Sonunda Sirius parmaklarının arasında tuttuğu sigarayı yere atıp ezdi. “Keyfin yerinde. Snape'le aranı toparlamış olmalısın.” 

Bunu inkar edemezdi ve o konuda hala kızgındı. “Evet öyle.” dedi buz gibi bir sesle.

Sirius acı acı güldü. “Harika.”

Lorien kendini yeniden huzursuz hissetmeye başlamıştı. Dudakları aralandı ama ne diyeceğini bilemedi. “İçeriye geçsem iyi olur,” dedi sonunda

 

Uzun bir günün ardından Lorien kendini yatağa attı ve uykuya daldı. Çok geçmeden gözlerinin önünde bir oda belirmişti. İçeride eski bir dolap karşısına çıktı. Dolap boştu. Dahası ne anlama geldiğini bilmiyordu. Ne daha önce böyle bir oda görmüştü ne de bir dolap.

“Lorien?”

Hemen ardından babasının sesi duyuldu. Arkasını döndüğünde oda kayboldu ve kendini bir park yerinde buldu. O güne geri dönmüştü. Babasını kurtarmak için çaresizce çabaladığı rüyalarından biriydi sadece. Lorien'in tek düşündüğü şey onu durdurmaktı ancak hiçbir zaman başaramıyordu. O arabaya her seferinde biner ve her seferinde kaza yapardı. Bu bir işkenceydi, onu tekrar görmek bir eziyetti.

Lorien titreyerek uyandı ve elini göğsüne bastırdı. Sakinleşmeye ihtiyacı vardı. El yordamıyla sabahlığını üzerine geçirdi ve Astronomi Kulesine yürüdü. Ne zaman buraya gelse gökyüzü onu bir şekilde rahatlatırdı. Evreninin sonsuzluğunu ve kendinin ne kadar küçük olduğunu hatırlatırdı. Kuleye vardığında yalnız olmadığını farketti. Siyah pelerini rüzgarda dalgalanan biri vardı.

"Profesör Snape?"

Severus, arkasını dönmeden konuştu. “Bu saatte kulenin tepesinde ne işiniz var, Evergreen?”

Lorien birkaç adım yaklaştı. “Uykum kaçtı, ya siz?”

”Ben de öyle.” dedi Snape ellerini arkasında birleştirirken.

Lorien tam yanında durdu ve bir süre birlikte yıldızları izlediler. Gökyüzü cam gibiydi. Uzakta bir baykuş ötüyordu.

Lorien parmağıyla parlak bir cismi işaret etti.

“Şu gökyüzünde parlayan şeyin aslında Venüs olduğunu biliyor muydunuz? Hep yıldız sanılır ama hep yanlış anlaşılır.”

Gözlerini kısıp Venüs’e daha dikkatli bakmaya başladı. “Kehanet profesöründen astronomi dersleri almak ilginç…” dedi alayla. 

Lorien'in yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. “Biliyor musun Severus, hiç kehanet görmeden yaşamak isterdim.”

“Kontrol manyağı olduğunuzu zannediyordum,” dedi Snape göz ucuyla ona bakarak.

“O iş sizden sorulur.” dedi Lorien.

“Benden mi? Hah.” Snape dudaklarının kenarındaki küçük gülümsemeyi bastırmaya çalıştı.

“Elbette.” dedi Lorien.

İkisi birbirine bakıp gülümsedi. İlk defa, gerçekten aynı yerdeymiş gibiydiler. Lorien uzun zamandır ilk defa bu kadar yakın hissediyordu.

Sonra Snape’in yüzündeki ifade değişti ve sertleşti. “Hata yapma şansın yok. Bunu biliyorsun, değil mi?”

”Elbette biliyorum.” dedi Lorien, ama ne söylerse söylesin ne kadar çabaladığını asla tahmin edemezdi.

“Peki neden?" Sesinde gerçekten merak vardı. "Neden bu riski alıyorsun? Senin savaşın bile değil.”

Lorien gözlerini onunkilere kilitledi, kalbi davul gibi çarpıyordu. “Bence her ruh ikinci şansı hak eder.” dedi usulca. Söylemek istediklerini anlamasını umdu.

Snape’in kaşları çatıldı.

"Peki ya benim ruhum, Dumbledore? Ya benimki?"

Gözleri büyüdü. Hatırlamıştı. Dumbeldore'a söylediği son sözü hatırlamıştı.

Ona yeni bir soru yöneltmenden önce kaçması gerektiğini biliyordu. Gözlerine son kez bakıp gülümsedi. “İyi geceler.” dedi uzaklaşırken. Arkasını döndüğünde yanakları alev alev yanıyordu. İlk defa onu sevdiğini ima etmişti.

 

Chapter 12: Noel Hediyesi

Chapter Text

Okurken mutlaka dinleyin ve bitince tekrar açın. Yoksa çok şey kaybedeceksiniz. 

❄️ Patrick Doyle - Harry in Winter❄️

-------

Yıl: 1997

Kitap: Harry Potter ve Melez Prens 

 

Kar taneleri camın önüne düşerken, Hogwarts bahçesi tamamen beyaza boyanmıştı. Bugün Noel’di.

Kırmızı giymeyi gelenek haline getiren Lorien, hediye paketini masasının üzerinden alıp odasından çıktı.

Koridordan geçerken Sir Nick’e rastladı. “Mutlu Noeller Profesör, yine çok şıksınız,” dedi kafasının tam üzerinden uçarken.

Lorien eteğinin ucundan tutup selamladı. “Teşekkür ederim Nick, mutlu Noeller.”

Büyük Salon’un köşesinde, parlak ışıklarla bezeli kocaman bir Noel ağacı duruyordu. Tavandan küçük kar taneleri düşerken, birkaç öğrenci hediyeleşiyor, bazıları tabağındaki kurabiyeleri midesine indiriyor, bazıları da kitap okuyup büyücü satrancı oynayarak boş zamanlarını değerlendiriyordu. Bugün herkes mutlu ve huzurlu görünüyordu.

Büyük Salon'u izlerken, yanında bir figür belirdi.

“Bugün yine çok… kırmızısınız,” dedi Severus.

Lorien hemen başını çevirip gülümsedi. “Şans getirdiğine inanıyorum.”

Snape buna hiç şaşırmadı. “Elbette öyledir,” dedi, dudaklarının kenarı kıvrılırken.

Lorien elinde tuttuğu hediye paketini neredeyse unutuyordu. Yeşil paketi hemen ona uzattı. “Bu size.”

“Bir Noel hediyesi mi?” dedi şaşkınlıkla.

“Evet, açın hadi.” Severus’un yüzü utanmakla sıkılmak arasında gidip gelmişti. Çabucak paketi açtı ve içinden bir çift siyah eldiven ile aynı renkte bir atkı çıktı. Neredeyse Severus'un saçları kadar siyahtı. Atkının köşesinde küçük yeşil bir Slytherin arması işlenmişti.

Lorien ellerini arkada birleştirdi. “Üşütmenizi istemedim,” dedi gülümseyerek.

Snape çabucak boğazını temizledi. “Çok naziksiniz.”

Sonra eli masanın üzerinde duran kitap yığınına kaydı. Üzerinde Kadim Kehanetçinin Sırları yazan gıcır gıcır bir kitabı ona uzattı. “Bunu… sizin gibi gösterişli paketleyemedim.”

Lorien bir kitaba, bir Severus’a baktı. Onu düşünüp hediye alacak kadar önemsiyor olmasına hayret etmişti. Kitap, büyücü dünyasının en büyük kahinleri tarafından yazılmış kadim bir kehanet metniydi. Gösterişsiz ama kesinlikle faydalıydı. “Bu kitabı yıllardır arıyordum,” dedi minnetle.

Snape başını salladı. “Umarım işinize yarar, en azından kehanet sırasında donma meselesini halledersiniz.”

Lorien’in yüzünde memnun bir gülümseme oluştu. Noel, gerçekten de mucizeler gecesi olmalıydı.

“Akşam Yoldaşlık'ta küçük bir Noel eğlencesi olacak, gelecek misiniz?” diye sordu Lorien. Pek umudu yoktu ama yine de şansını denemek istedi.

Severus'un yüzünde alaycı bir gülüş belirdi. “Hah… Böyle şeylerle uğraşmaya vaktim yok. Olsaydı da gelmezdim zaten.”

“Gelmeniz şaşırtıcı olurdu,” dedi Lorien.

Severus hafifçe gülümseyerek karşılık verdi.

---

Akşam, Weasley'lerin evinde büyük bir şamata kopuyordu. Molly, ortalıkta telaşlı telaşlı bir oraya bir buraya koşuyordu. Elini beline koyup Ginny’ye seslendi.

“Yemek takımlarını düzgün yerleştir Ginny, tıpkı gösterdiğim gibi.”

“Tamam anne,” dedi Ginny, bıkkın bir edayla.

Lorien’i gören Tonks hemen kapıya koştu. “Mutlu Noeller!” dedi, kocaman sarılarak.

Lorien de aynı samimiyetle onu kucakladı. “Mutlu Noeller, Tonks.”

Hediyesini ona uzatırken içeriye göz attı. Hermione, Ginny’ye yardım ediyor; Harry ve Ron yeni süpürgeyi inceliyordu. Sirius oturduğu koltuktan yavaşça ayağa kalktı. Göz göze geldiklerinde tereddüt edip halıyı incelemeye başladı.

İçeriye geçip herkese selam verdikten sonra aldığı hediyeleri Noel ağacına bıraktı.

“Mutlu Noeller,” dedi arkasında bir ses. Sirius ona kararsız adımlarla yaklaşırken, Tonks hemen sıvıştı. “Bekle Ginny, geliyorum,” dedi aceleyle.

İkisi tek başına kalmıştı.

Lorien ona dönüp gülümsedi. “Mutlu Noeller, Sirius.”

Elinde tuttuğu son hediye paketini ona uzattı. Sirius ona şaşkın şaşkın baktı, sonra tek kelime etmeden pakete uzandı.

İçinden bir fotoğraf albümü çıkmıştı. Bir sayfada Sirius ve arkadaşlarının resimleri yer alırken, diğer sayfada James ve Sirius onlara gülümsüyordu.

Sirius'un yüzü dalgalandı. “Ah, Lorien…” dedi, sesi çatallaşırken. Bir an ona sarılacak gibi oldu ama yapmadı.

“Beğenmene sevindim,” dedi Lorien. Aralarındaki buzların çatladığını hissedebiliyordu.

Sirius gözlerini fotoğraf albümünden kaldırdı. “Ben hediyemi gece yarısı vereceğim. O zaman açmanı istiyorum,” dedi kendini toparlarken.

Ne aldığı konusunda hiç fikri yoktu ama başını salladı. “Tabii, olur.”

Molly, asasının tek hareketiyle yemekleri tabaklara doldurdu. “Her şey hazır!”

Sıcak bir Noel yemeği sırasında herkes neşeliydi. Sohbetler ediliyor, kadehler havaya kalkıyordu. Yemekten sonra kanepeye geçtiler.

Lorien en yakın arkadaşına göz ucuyla baktı. Sessizce Lupin’i izliyordu. Lupin onun bakışlarını görse de gözlerini yere indirdi.

Tonks’un yüzü anında düşüverdi. “Hiç değişmedi,” diye fısıldadı.

Lorien, Tonks'un bacağına dokunup ayağa kalktı. “Bir bardak daha şarap ister misin?”

“Mümkünse kocaman bir bardak,” diye cevapladı Tonks.

Lorien yavaşça kalktı ve Bayan Weasley'nin hazırladığı içecek barının önünde durdu. Çocuklar için alkolsüz içecekler sağ tarafta, yetişkinler için alkollü içecekler sol tarafta duruyordu. Sirius, elinde boş viski bardağıyla yaklaştı. “Lupin çok inatçı,” dedi fısıldayarak. Viski şişesinin kapağını açıp yavaşça doldurmaya başladı.

Lorien göz ucuyla ikisine baktı. “Tonks’u mahvettiğinin farkında değil.”

Kadeh bardağını fıçının tam önüne koyup dikkatlice musluğu açtı. Kırmızı şarap kadehin içine dolarken, çocukların fısıldaşmaları kulağına ilişti.

“Bozulmaz Yemin etmiş,” dedi Harry. “Draco Malfoy’u koruduğuna eminim.”

Sirius da onunla aynı şeyleri duyuyordu ama kimden bahsettiklerini bilmiyorlardı.

“…size diyorum, duydum. Kendi ağzıyla söyledi,” diye devam etti Harry. “Snape, onu korumak için elinden geleni yapıyor; onun için Bozulmaz Yemin etmiş.”

Lorien'in bakışları aniden donakaldı. Elindeki kadeh bardağı dolmuş ve halının üzerine damlamaya başlamıştı. Sirius hemen uzanıp musluğu kapattı. “İyi misin?” diye sordu, donmuş gözlerine bakarak.

Lorien, “Bozulmaz Yemin mi?” diye fısıldadı. Sirius'un da aynı şeyleri duyduğundan emin olmak istiyordu; ona “hayır, yanlış duydun” demesini bekliyordu.

Sirius cevap vermedi.

Lorien'in kalbi sıkışıyor ve öfke tüm vücuduna hücum ediyordu. Titreyen elinde tuttuğu kadehi kenara bıraktı. “Gitmem gerek,” dedi, sesi titrerken. Açıklama bile yapmadan oradan ayrıldı.

🎶 Patrick Doyle - Harry in Winter 🎶

Öğrencilerin yarısı Noel için evlerine dönmüş kalanlar ise Büyük Salon’da toplanmıştı. Lorien, sert adımlarla Severus'un odasına yürüdü ve kapıyı yumrukladı.

Ses yoktu. Bu defa daha uzun yumruklamaya başladı.

Kapı aralandı ve Severus’un yüzü belirdi. “Bu saatte ne yapıyorsun, Lorien? Yine ne oluyor?”

“Konuşmamız gerek,” diye buyurdu Lorien, kaşlarını çatarak.

Severus durakladı ve göz ucuyla çevreyi kontrol etti. “İçeriye geç.”

Lorien onun odasına daha önce de girmişti. Gözleri doğruca karşıdaki masaya kaydı. Masada yanan bir mum ve açık bir kitap vardı. Hemen yanında, neredeyse bitmiş bir şişe şarap duruyordu.

“Mesele nedir? Yoksa yeni yılımı kutlamak için mi zahmet ettiniz?” dedi, kaşlarını kaldırarak.

Lorien lafı dolandırmadan doğruca konuya girdi.

“Bir çocuk için Bozulmaz Yemin mi ettin?”

Severus’un yüzü aniden sertleşti. Ona doğru hızlı bir adım attı. “Bunu nereden biliyorsun?”

Lorien’in gözlerinden ateşler fışkırıyordu. Demek duyduğu her şey doğruydu. Demek Draco düşüp ölse bile Severus’u yanında götürecekti. Demek… hayatı ince bir ipliğe bağlıydı.

Avuçlarını öyle sıkı yumruk yaptı ki tırnakları etine batıyordu.

“Sana inanamıyorum!” diye bağırdı. “Kendi canını hiçe sayarak yemin mi ettin?”

Gözleri doldu; ancak öfkeden mi yoksa üzüntüden mi, bilemedi.

Snape durup hayretle onu inceledi. “Sen… benim için mi bu kadar öfkelisin?”

Lorien acı bir kahkaha patlattı. “Birinin seni önemsemiş olabileceği hiç aklına gelmedi mi?”

“Sen ciddi misin?”

“Keşke bunu biraz olsun anlayabilseydin, Severus! Seni korumak için yaptığım onca şeyden sonra…” Hemen dudaklarını ısırdı; kendini zar zor susturabilmişti.

“Ne demek istiyorsun, Evergreen?” diye sordu ciddi bir sesle.

Lorien ilk defa kontrolünü kaybetmek üzereydi. Yanlış bir şey söylemeden önce kapıya yöneldi.

Severus ondan daha hızlıydı. Aniden önüne geçip gitmesini engelledi. “Bu defa açıklamadan gidemeyeceksin.”

Kapının tam önünde durdu ve kollarını kapı kenarına koydu. Ona kaçacak yer bırakmamıştı.

Lorien doğrudan gözlerinin içine baktı. “Demek açıklama istiyorsun,” dedi sinirle. Gözleri o kadar kısılmıştı ki ince birer yarık halini aldı. Artık saklayacak hiçbir şey olmadığını biliyordu. Eğer Severus ölürse, bunların hiçbirinin anlamı kalmayacaktı. Onu tutan son korku zerresi bedeninden uçup gitti.

“Beni hiç gerçekten gördün mü, Severus?” dedi, ona bir adım yaklaşırken. “Bunca yıldır bir kere bile seni sevdiğimden şüphe etmedin mi?”

Tüm vücudu zangır zangır titriyordu.

Severus’un kapıyı tutan elleri gevşedi. Yüzüne o kadar dikkatli bakıyordu ki en ufak ayrıntıyı kaçırması mümkün değildi.

Dudakları ne söyleyeceğini bilemez halde açılıp kapandı. “Benim gibi bir adamı mı seviyorsun?”

Lorien, Severus'un gözlerine delici bir bakış attı. “Evet.”

Severus’un sesi bir fısıltı gibiydi. “Ne zamandan beri?”

“Beni bulduğun günden beri.”

Bir an ikisi de sustu. Lorien'in duyabildiği tek şey kulaklarında atan kalbiydi. Az önce terk ettiği korku ve endişe, şimdi tüm vücuduna hücum ediyordu. Kaçıp koşmak istedi ama Severus tam önündeydi. Bu öyle hassas bir andı ki tek kelimeyle paramparça olabilirdi. Bir an, aklının köşesinden Sirius geçti. Ona soğuk davranmanın kalbini ne kadar kırabileceğini ilk kez fark etmişti.

“Sandığımdan daha aptalmışsın,” diye mırıldandı Severus, gözleri onun dudaklarına kayarken.

Lorien’in yanakları alev alev yanıyordu. Sanki aralarında bir mıknatıs vardı da onları birbirine çekiyordu. Ne kadar yakın olduklarını fark edince nefesi kesildi. Snape, parmaklarının ucuyla çenesini tuttu ve başını yavaşça yukarı kaldırdı. Lorien'in kalbi yerinden fırlayacak gibiydi, tam şuan burada ölmeye hazırdı. Severus’un şarap kokan sıcak nefesi yüzüne çarptı ve anında geri döndü.

“Gitsen iyi olacak,” dedi yutkunarak.

Lorien afalladı. Ne düşüneceğini, ne hissedeceğini kestiremiyordu.

Birkaç saniye boyunca kimse konuşmaya cesaret edemedi.

Lorien, kendini hareket etmeye zorlayarak başını salladı. Severus bir taş gibi kapının kenarında dururken kapı koluna uzandı.

Saat tam gece yarısıydı. Noel çanları bütün Hogwarts’ta yankılanmaya başladı. Büyük Salon'dan neşeli çığlıklar ve kutlama sesleri geliyordu. Çıkarken son kez Severus'un gözlerine baktı.

“Yeni yılın kutlu olsun,” dedi sessizce.

Kalbi hala deli gibi çarpıyordu. Odanın içinde daireler çizerken, ona ne kadar yakın olduğunu tekrar tekrar düşündü. Sadece birkaç santim daha yaklaşmış olsaydı, her şeyin daha farklı olabileceğini biliyordu. Ama olmamıştı. Severus kontrolünü kaybetmemiş, ona teslim olmamıştı. Neden uzak duruyordu? O da Lupin gibi sevilmekten mi korkuyordu?

Çalışma masasının önündeki sandalyeye kendini bıraktı. Gözleri tüy kalemini aradı; ancak bulamadı. O an, her şeyini Weasley’lerin evinde bıraktığını hatırladı. Geri dönmek için hâlâ geç sayılmazdı.

Tekrar Weasley’lerin evine döndüğünde omuzları çökük ve yorgundu. Kapıyı Molly Weasley açtı.

“Tekrar hoş geldin, Lorien. Aceleyle çıktın, önemli bir şey olmadı ya?”

“Hayır, endişelenecek bir şey yok…” diye cevap verdi. ‘En azından senin için…’ diye geçirdi içinden. “…çantamı almaya gelmiştim, hemen gideceğim.”

“Tabii gel, şöminenin yanına bırakmıştım.”

Lorien, girerken içeriye göz gezdirdi. Gürültülü kalabalığın yerini huzurlu bir sessizlik almıştı. Bay Weasley dışında herkes uyuyordu.

Arthur ona selam verdikten sonra uzunca esnedi. “Ben uyumaya gidiyorum, hayatım.”

“Tamam canım.”

Gıcırdayan sandalyesini çekti ve yavaş adımlarla merdivenlerden yukarıya çıktı.

Molly yeniden Lorien’e döndü. “Bu arada Sirius sana bir hediye bıraktı canım, almayı unutma.”

Ardından masadaki tabakları alıp mutfağa yöneldi.

Lorien, şöminenin önüne göz gezdirdi. Çantasının hemen yanında kırmızı bir hediye kutusu duruyordu. Siyah kurdele ile bağlanmış, üzerine fiyonk yapılmıştı. Usulca yaklaşıp hediye paketine uzandı ve kurdeleyi çözdü. İçinden yıldızlarla dolu kocaman bir küre çıktı. Gökyüzündeki tüm yıldızlar içinde ışıl ışıl parlıyordu. Yıldızlar ona göz kırparken, bir tanesi hızla kayıp gözden kayboldu. Lorien adeta büyülenmişti.

Hemen altında bir not olduğunu fark edip açtı.

 

“Sevgili Lorien,

Uzunca düşündüm ve haklı olduğunu anladım. Seni korumaya çalışırken kararlarına saygısızlık ettiğimi fark etmemiştim. Böylesine kalın kafalı olduğum için özür dilerim. Lütfen beni bağışla ve yeniden iki dost olalım. Şimdi eğer beni affettiysen başını yavaşça sallaman yeter. Ben anlarım.

– Sirius Black.”

 

Lorien, kağıdı yavaşça indirip küreye baktı. Yutkunurken boğazına bir yumru oturdu. Hediyeyi alıp teşekkür edecek kadar durmamıştı bile.

Sirius’un hayal ettiği o an asla yaşanmamıştı.

Ne kadar kırılmış olabileceğini hayal ederken yüreği burkuldu.

Chapter 13: Yüksek Duvarlar

Chapter Text

Yıl: 1997

Kitap: Harry Potter ve Melez Prens

🎧 Dinleme Önerisi: Saudade - Gabriel albuquerque

(Saudade, kaybedilmiş veya ulaşılması zor olan  birine karşı duyulan derin özlem ve hasreti ifade eder.)

 

Lorien, Noel’in ertesi günü Grimmauld Meydanı 12 Numara’nın tam önünde durdu. Bembeyaz kar ayaklarının altında ezilirken içinde hala geç kalmamış olmayı dileyen bir umut taşıyordu. Kapı ziline basıp söyleyeceklerini kafasında bir kez daha tekrarladı. Birkaç saniye sonra kapı gıcırdayarak aralandı.

“Merhaba Sirius,” dedi Lorien, yüzüne en neşeli gülümsemesini yerleştirerek.

Sirius bir an şaşırır gibi oldu. “Merhaba?” dedi, soru sorarcasına.

Lorien huzursuzca yerinde kıpırdadı. “İçeriye geçebilir miyim? Hava çok soğuk da…”

“Tabii, buyur,” dedi Sirius; ancak sesi beklediğinden daha neşesiz çıkıyordu.

Kapıdan içeriye adım attığı anda döşemelerin kokusu burnuna doldu. Perdeler kapalıydı; içerisi loş, sessiz ve biraz dağınıktı.

“Yeni mi uyandın?” diye sordu etrafa göz gezdirirken.

“Akşam biraz fazla içmişim,” dedi Sirius, yorgun gözlerini kaçırarak. “Noel eğlencesi işte, bilirsin.”

Lorien, konuyu açmanın tam zamanı olduğunu düşündü. Onunla tekrar dost olmak istiyordu.

“Sirius, Noel hediyeni çok beğendim ve… zamanında orada olamadığım için çok özür dilerim,” dedi sıkıntıyla.

“Ah, o mevzu,” dedi Sirius, önemsiz bir şeyden bahseder gibi. “Hiç önemli değil. Beğenmene sevindim.”

Lorien, onun alınmış olabileceğini düşünüp bir adım daha yaklaştı. “Bak, gerçekten üzgünüm. İstemeden kabalık ettim.”

Sirius’un yüzünde acı bir tebessüm belirip kayboldu. “Üzülecek bir şey yok. Gitmen gerekiyordu ve gittin. Konu kapandı.” Sesi hafifçe ciddileşti, “Şimdi izin verirsen hazırlanmam gerekiyor.”

“Bir yere mi gidiyorsun?”

“Evet… Randevum var,” dedi sabırsızca. “Yani biraz acele etsem iyi olur.”

“Bir… kadınla mı?” diye sordu Lorien, kaşlarını hayretle kaldırarak.

Sirius onun yüzüne dikkatle baktı ve başını salladı. “Evet, bir kadınla,” dedi, fazla açıklamaya gerek duymadan.

Lorien’in gülümsemesi yavaş yavaş azalmaya başladı. Sanki onu yavaşlatıyormuş gibi davranıyordu. Belki de Sirius’un tarzı, iddialı hediyeler vermekti ve Lorien buna biraz fazla anlam yüklemişti. Peki ya bıraktığı not? O da öylesine mi yazılmıştı?

Ne diyeceğini bilemez halde ağzını açıp kapadı. Kısa bir duraklamanın ardından konuşmaktan vazgeçti. “Pekala, seni tutmayayım öyleyse. Randevunda bol şanslar,” dedi, yüzüne pek de sahici olmayan bir gülümseme yerleştirirken.

Sirius kaşlarını kaldırıp, “Teşekkürler,” dedi kayıtsız bir ifadeyle. Hemen sonra başını yere eğip gitmesini bekledi.

Yaptığı şey her neyse, Lorien’i gerçekten incitmişti. Tek kelime daha etmeden koridoru geçerek kapıyı açtı. Soğuk hava yeniden yüzüne çarparken derin bir nefes aldı ve kapıyı gürültüyle kapatıp çıktı.

---

 

Hogwarts’a döndüğünde bir kaç dakika boyunca bahçede durup kar savaşı yapan öğrencileri izledi. Hâlâ enerjik ve neşeli görünüyorlardı. Donmaya başlayan parmak uçlarını nefesiyle ısıtmaya çalıştı. Ne kadar üşürse üşüsün burada kalıp düşüncelerini netleştirmeye ihtiyacı vardı.

Ancak bir ayak sesi yaklaştı ve tam arkasında durup düşüncelerini böldü.

Lorien onun kim olduğunu tahmin edebiliyordu; yüzünde buruk bir tebessüm oluştu.

“Biliyor musun Severus,” diye başladı Lorien, arkasına bile dönmeden, “artık kafamı çevirme ihtiyacı duymuyorum, çünkü ne zaman biri yanımda belirse o hep sen oluyorsun.”

Severus yanına yaklaşırken dudaklarında çarpık bir gülümseme belirmişti.

“İlginç bir gözlem, sanırım epey boş vaktiniz oluyor.” dedi alaya alarak.

“Ve ne fark ettim biliyor musun?” diye devam etti Lorien, onu duymamış gibi. “Uzak durman gerektiğini söylemene rağmen, yine kendini bir şekilde benim yanımda buluyorsun. Ne kadar çelişkili, değil mi?”

Severus ellerini arkasında bağlayıp kar savaşı yapan çocukları izlemeye koyuldu. Cevap vermek için acele etmiyordu.

“Bende ne buluyorsun, Lorien?” dedi aniden. “Kimi sevdiğini gerçekten biliyor musun, yoksa yalnızca aklındaki fikre mi aşıksın?”

“Sevmek için bir neden gerektiğini bilmiyordum,” diye cevap verdi. “Hem… ilgilenmezsin sanıyordum.”

Severus bir an tereddüt etti. “Asla olmayacak, biliyorsun değil mi?” dedi fısıldar gibi.

Lorien aniden dönüp kaşlarını çattı. “Ne olmayacak?”

“Sen ve ben.”

Bu cümleyi daha önce duymuş olsaydı muhtemelen çok üzülürdü. Ancak şu an dudaklarında ufak bir kahkahaya sebep oldu.

"Bir şişe şarabın neler yapabileceğini gördüm,” dedi dün geceyi ima ederek.

Severus rahatsız olmuş gibi yerinde kıpırdandı. Yüzündeki savunmasızlığı görünce doğru noktadan vurduğunu anlamıştı. Tam ağzını açıp konuşmak üzereyken Lorien aynı kararlılıkla konuşmaya devam etti.

“Ve bana sakın olmayacağını söyleme Severus. Sen de istiyorsun, olacak.” Bakışları yere kayarken sesi biraz daha alçaldı. “Sadece… kolay olmayacak.” 

Severus gözlerini kısıp aniden ona döndü. “Sen her şeyi sevmekten ibaret mi sanıyorsun?” dedi hayretle.

“Evet. İki insan birbirini severse—”

“Öyle bile olsa…” diye sözünü kesti Severus, "hayatım daima tehlike içinde geçiyor. Sana bu dünyada yer verir miyim sanıyorsun?”

Lorien tam da korkmadığını söyleyecekti ki, Snape sabırsızca elini kaldırıp onu susturdu.

“Yeter Lorien! O geceyi tamamen unutalım. Sarhoş ve düşüncesizdik, hepsi bu.” dedi kaşlarını aksi aksi çatarak. Tek kelime daha etmesine fırsat vermeden arkasını döndü ve hızlı adımlarla içeriye girdi. Pelerini arkasından savrulurken, söylenmemiş cümleler havada asılı kalmıştı.

 

Birkaç gün sonra, gecenin kör bir vaktinde Dumbledore’un odasına çağrıldılar. Muhtemelen sadece plandaki gelişmelerden haberdar olmak istiyordu. Ancak kendisi de dâhil olmak üzere birçok insanın canı söz konusu olduğundan, herkesten daha fazla ölçüp biçiyordu. Lorien meşalelerin aydınlattığı boş koridora daldı ve sessizce Dumbledore’un odasına çıktı.

Yanan şöminenin başında alevleri izleyen Dumbledore, başını kaldırıp Severus ve Lorien’i inceledi.

“Sizi bu saatte çağırdığım için kusura bakmayın,” dedi sakince ve sonra Lorien'e döndü. “Asayı denedin mi Lorien, çalışıyor mu?”

Lorien çabucak başını salladı. “Tam istediğimiz gibi ufak şovlar yapabiliyor.”

“Güzel, tam da ihtiyacımız olduğu gibi.” Hemen sonra Snape’e döndü. “Peki ya Lucius? Oğlu için yanında olacaktır, öyle değil mi?”

Snape gözlerini Dumbledore’a dikti. “Evet olacak ama bu görevin bana verilmesini hazmedemiyor, bir hayli gururunu incitti,” dedi tane tane. “Lakin Narcissa, kendisini ve ailesini bir kez daha riske atmasına izin vermek istemiyor.”

“Buna rağmen deneme ihtimali yüksek,” dedi Dumbledore düşünceli düşünceli. Hemen başını çevirip Lorien'e döndü. “O bunu yapmadan önce, Lorien, tam zamanında asanla birlikte gelmen gerekiyor.” 

Lorien başını hızla salladı. Planın her bir detayını ezberlemişti artık. Fakat bir şekilde odadaki havanın soğumaya başladığını hissetti.

“Hayır,” diye çıkıştı Severus. “Lorien’in rolünü ben üstleneceğim.”

“Neden bahsediyorsun?” diye sordu Dumbledore.

Snape yakıcı bakışlarını Lorien’e çevirdi. “Bu plandan tamamen çıkarılmasını istiyorum, Dumbledore,” diye tısladı. “Madem sahte bir asa yaptınız, bırakın da ben kullanayım. Onu bu işin içine sokarak gereksiz yere risk alıyoruz… hem de çok büyük bir risk!” Sesi giderek yükseliyordu.

Asanın gerçekte kime sadık olacağı büyük bir bilmeceydi. Ancak Dumbledore’un karşısına çıktığı anda bir gölge gibi peşine takılacaktı. Her ihtimalde ellerini kirletmeden köşeden izlemek onun tek şansıydı ve Dumbledore bunun gayet farkındaydı.

“Bu benim planım,” diye araya girdi Lorien, hepsinin dönüp bakmasına sebep olarak.

Snape dişlerinin arasından konuştu. “Senin planın ama benim hayatım,” diye çıkıştı ve yeniden Dumbledore’a döndü.

“Bu riskin gerekliliğini açıkça sorguluyorum,” dedi hiddetle.

Dumbledore derin bir iç çekti. “Bunu daha önce de konuştuk, Severus. Lorien’in rolünü değiştirmek bu noktada artık mümkün değil. Asanın aynı olmadığını hemen fark edeceklerdir.”

“Bu saçmalık! Yenisini yaptırırız!”

Dumbledore’un yüzünde bu konuşmayı çoktan bitirdiğini gösteren bir ifade belirdi. “Bu kadar yeter,” dedi sükûnetle. “Plan kesinleştiğine göre artık gidebilirsiniz.”

Snape hiddetle yerinden kalktı ve kapıyı sertçe çarpıp odadan çıktı.

Lorien, “Teşekkür ederim,” dedi usulca.

Dumbledore başını hafifçe sallayıp masanın üzerindeki parşömenlerine döndü. Canı epey sıkılmış görünüyordu.

Lorien sessizce merdivenlerden inip loş koridoru gerisin geri yürümeye başladı.

Asasını tekrar kullanmayı aklının köşesine yazarken, bir el aniden bileğinden tutup koridorun karanlık köşesine çekti. Severus, Lorien’i arkasındaki taş duvara dayamış öfkeyle soluyordu. Bileğini öyle sıkı kavradı ki canı acımaya başlamıştı.

“Bunu benim için yapıyorsun, değil mi?” diye tısladı Severus.

Lorien hayret içinde nefesini tuttu. Onu bu kadar kızgın gördüğü çok az an olmuştu.

“İtiraf et!” diye sesini yükseltti. “O planın içinde olmanın sebebi ben değilsem, nedir?”

“Bu seninle ilgili değil.” dedi Lorien.

“YALAN!” diye bağırdı Snape. Sesi tüm koridorda yankılanıyordu. “Senden beni korumanı, hatta beni sevmeni bile istemiyorum! Şimdi git ve ona bundan vazgeçtiğini söyle!”

Kelimeleri bir bir Lorien’in göğsüne isabet ediyordu. Ateşe körükle gideceğini bile bile, duymak istemeyeceği o cevabı verdi.

“Hayır—”

Koridorun diğer ucunda, elinde fener tutan yaşlı bir adam çıkageldi.

“Profesör Snape? Profesör Evergreen? Bir sorun mu var?” dedi Filch, gözleri birinden diğerine merakla kaydırırken.

Snape, Lorien’in bileklerini yavaşça bıraktı ve duruşunu düzeltti.

“Hayır, sorun yok, Filch,” dedi dişlerinin arasından.

Lorien, Severus’ın yanından sıyrılıp çabucak gitmeye hamle etti. “İyi geceler Profesör Snape, Bay Filch,” dedi sakince.

Ancak içinde fırtınalar kopuyordu.

 

---

 

Zaman hızla akıp giderken bir Haziran akşamında, gökyüzü açık ve yıldızlarla bezeliydi. Lorien pijamalarını giyip yatağına kıvrıldı. Huzurlu bir uykunun tam ortasındayken kendini bir anda Hogwarts koridorlarında buldu. Daha önce hiç görmediği bir odanın içine çekildiğini hissetti. İçerisi bir yığın tozlu eşya ile doluydu. Çevresine bakınırken, köşede eski bir dolap olduğunu fark etti. Bu dolabı önceki kehanetlerinin birinde gördüğünden emindi. Ancak odada yalnız değildi.

Bir çocuk kımıldıyordu. Biraz daha yaklaşınca, Draco Malfoy’un orada olduğunu anladı.

Ellerini uzatıp dolabın kapaklarını kendine çekti. İçinden bir kadın fırladı ve Draco Malfoy’u kendine çekip sıkıca sarıldı. Bu kadın, annesi Narcissa’ydı. Hemen ardından Lucius belirdi, sonra biri daha ve bir Ölüm Yiyen daha… Sayıları giderek artarken, yüzünde şeytani bir gülümsemeyle Bellatrix göründü.

Bellatrix odanın kokusunu iştahla içine çekti. “Bizi ona götür, Draco!” dedi heyecanla.

Lorien boğulurcasına nefes alıp uyandı. Yıllardır planladığı o an gelmişti. Herkesin kaderinin belirlendiği o gece, bu geceydi. Ya birçok kişinin hayatı kurtulacak ya da kendisi de dahil birçok kişi ölecekti.

Panikle titreyen elleri asasını kavradı.

“Expecto Patronum!” diye haykırdı.

Asanın ucundan parlak bir turna kuşu süzülüp ihtişamla kanat çırpmaya başladı.

“Geldiler Severus! Okulun içindeler. Başlıyoruz.”

Gümüşi turna kuşu havada süzülerek uçtu ve oda yeniden karanlığa gömüldü.

Chapter 14: DUMBLEDORE'U KURTARMAK

Chapter Text

Yıl: 1997

Kitap: Harry Potter ve Melez Prens

 

Hogwarts’ın üzerinde karanlık işaret belirmişti. Bir yılan ve bir kuru kafa, bulutların arasından gökyüzünü tehdit edercesine parlıyordu.

Lorien, üzerine bol bir siyah cübbe geçirip koridora fırladı. Uzaklarda bir yerde bir kadın çığlığı duyduğundan emindi. Ancak ne olursa olsun, plandan sapamazdı. Arkasına bile bakmadan bir gölge gibi gezinmeye devam etti. Karşısına birinin çıkıp onu durdurmaması için dua ediyordu. İçinde hissettiği korkunun bedenini ele geçirmesine izin vermeyecekti. Sessizce Astronomi Kulesi’ndeki malzeme odasına ulaştı ve bir kedi gibi içeriye süzüldü. Kapıyı arkasından kapatıp sırtını taş duvara yasladı. Nihayet soluklanacak birkaç saniye bulabilmişti.

Cübbesinin bol ceplerini karıştırıp çoközlü iksir şişesini çıkardı. İksir aylar öncesinden hazırdı. Geriye sadece kurbanın, yani Lucius Malfoy’un saçını eklemek kalmıştı. Ufak bir kutunun içinden ona ait olan saç tellerini çıkararak çoközlü iksirin içine bıraktı. Karışım aniden kabarıp köpürmeye başladı. İşe yaradığının belirtisiydi bu. Esrar Dairesi'nde Lucius’un saçlarını saklamayı akıl ettiği için kendiyle bir kez daha gurur duydu. Nefesini tuttu ve güzel bir limonata içtiğini hayal ederek bütün şişeyi kafasına dikti. Tadı o kadar kötüydü ki kusma isteğini bastırmak için elini ağzına götürmek zorunda kaldı. Çok geçmeden derisinin büzülüp genişlediğini hissetti. Kemikleri uzuyor, saçlarının rengi açılıyordu. Üzerinde salaş duran bol siyah cübbe artık tam oturuyordu.

Sadece birkaç saniye sonra parmaklarını havaya kaldırdı ve başka birinin ellerine sahip olduğunu gördü. Heyecanla koşup duvardaki aynaya baktı. Karşısında gördüğü kişi artık Lorien değil, Lucius Malfoy’du. Yüzü uzun ve ince, saçları ise parlaktı. Yavaşça öksürerek sesini kontrol etti. Severus’un çoközlü iksire yaptığı katkılar sayesinde sesi tıpkı onunki gibi çıkıyordu. Böylece görünüşü ve sesiyle ilgili hiçbir detay atlanmamıştı. Ancak hâlâ bir şeyler eksikti. Yüzü şaşkın ve omuzları düşüktü; onun gibi davranmıyordu.

Lucius Malfoy nasıl davranırdı? Hafızasını yoklayıp hatırlamaya çalıştı. Lucius, soylu bir safkan olmanın verdiği özgüvenle insanlara üstten bakar ve herkesi küçümserdi. Lorien derin bir nefes alıp omuzlarını geriye attı. Yüzüne kibirli bir ifade yerleştirip aynaya tiksinti dolu bakışlar fırlattı. "Seni pis yaratık." diye tısladı. İşte şimdi tam anlamıyla Lucius Malfoy olmuştu.

O an dışarıdan gelen şiddetli bir patlamayla odanın camları titredi. Lorien'in kalbi kulaklarında atıyordu. Geliyorlardı. Dumbledore’un aldığı bütün önlemler, şatoya yığdığı gardiyanlar, geçitlere koyduğu adamlar hepsi boşunaydı. Dolabın içinden çıkıp geleceklerini kimse tahmin edememişti, kendisi bile. Suçluluk duygusu midesinin ekşimesine neden oldu. Aynaya tekrar baktığında Lucius’un gergin yüzüyle karşılaştı. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı.

"Yaparsın," dedi kendi kendine. "Başka şansın yok."

--

 

Bellatrix ve Amycus önden gidiyor, önlerine çıkan herkese uğursuzluk büyüleri savuruyorlardı. Arkalarından kıvrak adımlarla ilerleyen Malfoy ailesi ise oldukça gergindi.

Narcissa bir eliyle asasını kavramış, diğer eliyle Draco'nun omzuna dokunarak olası bir tehdide karşı hazırlıklı duruyordu. Draco’nun yüzü kireç gibiydi; kendisine verilen görevin ağırlığıyla ailesinin hayatı arasında sıkışıp kalmıştı. Lucius Malfoy’un göz altları çökmüş, normalde özenle taradığı saçları darmadağın olmuştu. Diğerlerine kıyasla daha öfkeli ve sinirli görünüyordu. Elini bastonunun üzerindeki yılanın başına koymuş, her adımda yere vurarak ilerliyordu.

Karısına içten içe içerlemişti. Oğlunu korumayı beceremeyecek kadar aciz biri gibi davranılmasından nefret ediyordu ve bu gece kesinlikle Severus'a izin vermeyecekti. Dumbledore’u bizzat kendi öldürmeye yemin etmişti. 

Koridoru döndüklerinde onları bekleyen yoldaşlık üyeleri önlerini kesti. Hepsi de asasını havaya kaldırmış çarpışmak için onları bekliyordu. 

“Nihayet geldiniz!” diye alay etti Bellatrix, yüzünde küçümseyici bir ifadeyle. “O kadar kolaydı ki az kalsın şikayet edecektim!”

Sturgis Podmore dişlerini sıktı. “Merak etme, birazdan hepinizi geri göndereceğiz,” dedi soğukkanlılıkla.

Bellatrix ufak bir kahkaha attı. 

“Bizi geri gönderecekmiş, duydunuz mu?”

Ölüm Yiyenler hep birlikte gülüşmeye başladı.

Bellatrix’in gözleri büyüdü ve aniden dönüp “Avada Kedavra!” diye haykırdı. 

Podmore hızla yana çekildi; lanet omzunun hemen üzerinden teğet geçti.

Savaş başlamıştı.

Narcissa, oğlunu arkasına aldı. “Git tatlım... Birazdan geleceğiz,” diye fısıldadı.

Draco, annesinin gözlerine endişeyle bakıp başını salladı ve kalabalığın arasından sıyrılarak karşıya geçti. Yoldaşlık üyeleri ona aldırış etmemiş, daha büyük tehditlere odaklanmıştı. Oysa bunun büyük bir hata olduğunun farkında değillerdi.

Draco hızlı adımlarla astronomi kulesine çıkarken Narcissa asasını kaldırıp önünde duran adamı uzağa fırlatmaya çalıştı. Ancak Diggle, Narcissa’nın büyüsünü çevik bir hareketle savuşturdu. Karşılık olarak ona güçlü bir sersemletme büyüsü gönderdi. Büyü, aklı hâlâ oğluna takılı olan Narcissa’ya neredeyse isabet etmek üzereydi. Lucius öfkeyle hırlayıp Diggle’a “Incarcerous!” diye haykırdı. Asasından çıkan ipler Diggle’ı çepeçevre sararak hareketsiz bıraktı. Diggle elleri yanlarında çaresizce çırpınıp duruyordu. 

Lucius’un dudaklarında sinsi bir gülümseme belirdi. Karısının Diggle’ı nasıl alt ettiğini görüp görmediğini kontrol etmek için göz ucuyla ona baktı. Ancak Narcissa çoktan başka bir Yoldaşlık üyesiyle düelloya girmişti. Canı sıkılan Lucius yeniden yardım etmek üzere yönelmişti ki, bir anda asasının elinden kayıverdi. Şaşkınlıkla boş eline bakan Lucius, arkasındaki kolonda hareket eden küçük bir yaratık gördü. Bu, ev cini Dobby’ydi. Dobby bir sıçrayışla havaya fırlayıp asayı kaptı ve zafer dolu bir ifadeyle sırıttı.

Lucius’un göğsü öfkeyle kabardı. Savaşın ortasında bir ev cini tarafından silahsızlandırılmıştı. Neyse ki bu utancı yalnızca o ve Diggle görmüştü. Dişlerini sıkan Lucius, “Seni pis yaratık!” diye hırladı.

“Dobby artık korkmuyor. Dobby, Lucius Malfoy’dan korkmuyor!” diye ciyakladı.

Paytak adımlarla kolonun arkasından çıkıp koridor boyunca durmadan koşmaya başladı. Lucius ise öfkeyle peşinden koşup bir yandan da lanetler savuruyordu.

“Gel buraya, lanet domuz! Efendine nasıl ihanet edersin!” diye bağırdı Lucius.

“Dobby’nin efendisi yok! Dobby özgür!” diye düzeltti ev cini.

Ancak bu sözleri neredeyse yakalanmasına neden oluyordu. Dobby hızla koridorun sağına döndü ve son anda Lucius’un elinden kurtularak açık bir kapıdan içeri süzüldü.

Lucius nereye girdiğine dikkat bile etmeden Dobby’nin üzerine atladı.

“Ver şunu, iğrenç yaratık!”

Dobby uzun parmaklarını asaya sıkıca dolamıştı. İkisi de aynı anda asayı çekiştiriyordu.

Sonunda Lucius, Dobby’yi elinin tersiyle savurarak yuvarladı ve geri almayı başardı. Hasar görmediğinden emin olduktan sonra asasını Dobby'ye doğrulttu. Büyüyü mırıldanmasına fırsat kalmadan, arkasında bir ayak sesi işitti.

Yalnız değildi.

Lucius hızla arkasına döndü. Fakat gördüğü şey karşısında donakaldı.

Bu odada... kendisinden bir tane daha vardı.

Kopyası, onun gözlerine bakarak asasını kaldırdı.

“Petrificus Totalus!” diye bağırdı.

Lucuis hiç düşünmeden “Crucio!” diye bağırarak aynı şekilde kopyasına nişan aldı.

---

 

Ölüm Yiyenler karanlık büyülerle Astronomi Kulesi’ne çıkmayı başarmıştı. Draco, asasını Dumbledore’a uzatmış ve onu silahsızlandırmıştı. Narcissa’nın gözleri umut ve hüzünle parladı. Draco’nun gözleri hızla kalabalığı gezinerek babasını aradı ancak onu göremiyordu.

“Anne… Babam nerede?” dedi endişeyle.

Snape, “Plan işe yarıyor olmalı,” diye düşündü içinden. Yüzünde belirsiz bir memnuniyet parıltısı oluştu. Dumbledore ile gözleri birleştiğinde aynı ifadeyi onda da gördü.

Narcissa ağzını açmaya yeltendi, ancak Bellatrix sözünü kesti. “Nerede olacak, zavallı baban yine kaçmıştır!”

Narcissa yüzünü buruşturup kardeşine döndü. “Onunla böyle konuşma, Bella!” 

“Ona sen de güvenmiyorsun, Cissa. Güvenseydin oğlunu korumak için Severus’tan yardım istemezdin!”

“Bu kadar yeter,” dedi kalın bir erkek sesi. Herkes kafasını çevirip sesin geldiği yöne baktı.

Lucius, elinde asasıyla doğruca Dumbledore’a tutmuş, kararlı adımlarla yaklaşıyordu.

“Vay vay vay, sonunda teşrif ettiniz,” diye alay etti Bellatrix. “Saklanıp savaşın bitmesini mi bekledin yoksa, ha?”

Narcissa, kocasına doğru bir adım ilerledi. “İyi misin?” diye sordu endişeyle. Ancak Lucius hiçbirine cevap vermedi. Gözleri ölümcül bir kararlılıkla parlıyor, avını parçalayacak bir kurt gibi doğruca Dumbledore’a yaklaşıyordu.

“Lucius…” diye mırıldandı Dumbledore. Sanki eski bir dostunu yeniden görmüş gibi. “Seni yeniden görmek ne güzel.”

“Bu beni son görüşün olabilir,” dedi Lucius dişlerinin arasından. Asasını bir an bile Dumbledore’dan ayırmamıştı.

Kafasını hızlıca sağa yatırdı. “Çekil, Severus…” dedi, yüzüne bakmaya bile tenezzül etmeden.

Narcissa müdahale edecek gibi yerinde kıpırdandı ancak cesaret edemeden olduğu yerde kaldı.

Severus kaşlarını kaldırdı. Tıpkı önceki hali kadar öfkeli görünüyordu. Gerçeğinden hiçbir farkı yoktu; dahası Lorien olduğuna dair en ufak bir ipucu vermiyordu.

Ya Lorien onu alt etmeyi başaramamışsa? O zaman ne olacaktı?

“Elbette,” dedi Severus sakince. Asasını indirip birkaç adım geriye, Narcissa’nın yanına çekildi. Ancak gözleri her bir detayı incelemekle meşguldü. “Hadi Lorien,” diye düşündü içinden. “Ufak bir işaret ver, gözlerime bak. Bak ki sen olduğunu anlayayım.”

Ancak Lucius bakmadı.

Eğer Lorien yerine geçmeyi başaramamışsa, eğer karşısındaki gerçek Lucius ise o zaman Dumbledore’un hiç şansı yoktu.

“Lucius,” dedi Narcissa usulca.

Lucius’un boğazından hırıltılı bir ses çıktı. “O benim oğlum,” diye itiraz etti. “Onu yalnızca ben koruyabilirim, Narcissa. Bana karışma.”

Dumbledore’un gözlerinde derin bir sakinlik vardı. “Aileni korumak için yapıyorsun, anlıyorum.” dedi Dumbledore.

Lucius’un parmakları seğirdi ve asasını daha sıkı kavradı.

“Hadi yap!” diye haykırdı Bellatrix sabırsızca. “Daha ne bekliyorsun?”

Lucius, tek kelime etmeden asasını kaldırıp haykırdı:

“Avada Kedavra!”

Asanın ucundan çıkan yeşil ışık Dumbledore’un tam kalbine isabet edip onu geriye savurdu. Dumbledore, kulenin ucundan düşüp kocaman bir bez bebek gibi aşağıya yuvarlanarak gözden kayboldu.

Her biri zafer naraları atıyordu. Bellatrix zafer sarhoşluğu içinde asasını havaya kaldırıp yeşil ışıkları gökyüzüne savurdu. Dudaklarından çıkan sevimsiz kahkaha neredeyse bütün Hogwarts arazisinde duyulabiliyordu.

Severus'un ağzı dehşetle açılırken gözleri Dumbledore'un düştüğü noktada kilitli kalmıştı.

Draco aniden koşup ellerini babasının beline doladı ve hıçkırmaya başladı.

“Baba!”

Lucius, oğlunun bu ani hareketi karşısında sendelemişti. Yüzüne donuk ve ne yapacağını bilemez bir ifade yerleşti. Sanki oğluna karşı fazla yabancıydı. Snape gözlerini kıstı ve onu dikkatle süzdü. Bunun Lucius'un yapacağı türden bir davranış olmadığını fark etti. Gerçek Lucius şu anda oğluna sarılır ve karısını da alıp hızlıca uzaklaşırdı. Ancak bu Lucius’un dudakları titriyor ve hareket edemiyordu.

Snape derin bir nefes alıp Draco'yu babasından ayırdı ve annesine yönlendirdi.

“Hadi Draco, şimdi zamanı değil. Gidin, gidin!”

Narcissa oğlunu kollarının arasına alıp kapıya yöneldi.

Başını Bellatrix'in çektiği Ölüm Yiyenler, seri adımlarla astronomi kulesinden ayrılmaya başladı.

Lorien midesinde gıdıklanma hissetti, iksirin etkisi geçiyordu. Hücreleri tekrar ezilip büzülmeye başlamıştı. Buradan ayrılıp malzeme odasına dönmenin tam zamanıydı. Tam tersi istikamete dönüp gitmek için adım attığında arkasında tiz bir ses duyuldu.

“Sen neden gelmiyorsun, hayatım?” dedi Narcissa.

Lorien olduğu yerde donakaldı, eski haline dönmeye başlayan ellerini çabucak önünde birleştirdi.

“Geliyorum,” diye mırıldandı. Artık sesi de eskisi gibi çıkmıyordu.

Gözleri sol tarafta duran metal küreye kaydı. Narcissa birkaç adım gerisinde durmuş, kocasının gelmesini bekliyordu.

Lorien burnunun eski haline dönmeye başladığını fark etti.

“Lucius?” diye tekrarladı Narcissa, ona bir adım daha yaklaşarak.

Lorien'in kalbi gümbür gümbür atıyor, vücudu korkudan titriyordu. Kaçamazdı ama geri de dönemezdi. Her şey berbat olmak üzereydi.

“Lucius, sen iyi misin?” diye tekrarladı. Lorien, metal küreden bakarken Narcissa'nın omzuna dokunmak üzere olduğunu gördü. Sadece birkaç santim kala tanıdık bir ses duyuldu.

“Confundo,” diye mırıldandı Snape, onlara yaklaşarak. Ona kafa karıştırma büyüsü yapıyordu.

Narcissa’nın eli havada asılı kaldı.

“Draco seni dışarda bekliyor, neden onunla gitmiyorsun?” diye sordu Snape.

“Şey… ben… Lucius,” dedi Narcissa, kafası karışık halde.

“Lucius arkadan geleceğini söyledi, hatırlamıyor musun?” dedi Snape ağır ağır.

“Ben… unutmuşum,” dedi Narcissa. Geriye doğru kararsız bir adım attı ve bir adım daha. Ardından hızlıca çıkıp gözden kayboldu.

“Gidiyoruz,” dedi Snape aceleyle. Lorien’in kolundan tutup doğruca malzeme odasına sürükledi.

Kapı eşiğinden geçerken iksirin etkisi tamamen bitmiş ve eski haline dönmüştü. Lorien’in suratı kireç gibi beyazdı, Lucius’un cübbesinin içinde kayboluyordu.

Snape malzeme odasına geldiğinde kapıyı hızla kapattı ve yerde baygın halde yatan Lucius'u fark etti. Hemen sonra yeniden öfkeyle Lorien'e döndü.

“Sen olduğunu biraz belli edemez miydin?” dedi endişeyle. “Gerçek olduğunu zannettim!”

“Bunu iltifat olarak mı kabul etmeliyim?” dedi Lorien şaşkın şaşkın. “Bu görevi yeterince ciddiye almadığımı söylüyordun, işte kanıtı,” yerde baygın yatan Lucius'u işaret etti.

“Lucius,” diye mırıldandı Snape, sonra yeniden Lorien'e döndü. “Hadi, üstünü çıkar.”

Lorien'in tükürüğü az daha boğazına kaçıyordu. "Ne?!"

Snape ona ters bir bakış attı. “Kıyafetlerini adama geri ver,” diye düzeltti. “Onu çıplak halde gönderemeyiz ya!”

Lorien yarı çıplak halde yatan Lucius'u hatırlayınca utandı. Kendini rezil etmek konusunda üstüne yoktu. Elini cübbesinin altına geçirip sıyırmak üzereyken Snape'in hala ona bakmakta olduğunu fark etti.

“Şey…” dedi sıkılarak, “arkanı dönersen çıkarabilirim.”

Bu defa rengi değişen Snape olmuştu. Muhtemelen dalıp gitmişti ancak hemen sonra rahatsız halde başını çevirip Lucius'a yöneldi.

Severus’la aynı odada olduğunu bildiği halde soyunmak kesinlikle tuhaftı. Lorien el çabukluğuyla cübbesini üzerine geçirdi ve onunkileri iade etti.

"Saklan," diye uyardı Snape, "uyandığında seni burada görmemeli."

Lorien sorgulamadan malzeme dolabının arkasına geçti ve görebilmek için başını uzattı. Snape göz hizasına eğilip Lucius'u uyandırdı. Gözleri mahmur mahmur açılan Lucius zar zor kendine gelebilmişti. 

"Neredeyim ben? Demin—demin benden bir tane daha—"

Etrafına bakmak için kafasını çevirmeye hamle etti ancak Snape bakmasına müsaade etmeden asasını kaldırdı ve Lucius’un şakaklarına dokundu.

"Obliviate," dedi kontrollü bir sesle.

Lucius’un gözleri aniden dondu, titreyen dudakları hareketsiz kaldı. Yüzü sakin ve huzurlu görünüyordu. Ne söyleyeceğini tamamen unutmuştu.

"Asıl zorluk şimdi başlıyor," dedi Snape. Hemen ardından bir büyü daha mırıldandı.

Severus'un gözleri şimdi tamamen onunkilere kenetlenmişti. Lucius'un aklına sahte bir anı yerleştirmekle meşgul olmalıydı. Böylece Dumbledore'u gerçekten kendisinin öldürdüğünü düşünecekti.

Lorien, eski bir malzeme dolabının arkasından Severus'u izlerken nefesi kesildi. Ne kadar yetkin bir büyücü olduğunu ilk defa gerçek manada kavrayabilmişti, gerçekten etkileyiciydi. Dumbledore onu bu plana dahil etmekle kesinlikle haklıydı çünkü planın atar damarı Severus Snape'ti.

Snape, Lucius'un zihninden çıktığında ikisi de sersemlemişti. Hızla ayağa kalkıp ona elini uzattı.

Lucuis ayağa kalkarken, "Neden gitmiyoruz?" diye sordu kafası karışık halde.

"Yoldaşlık ordusunun geçmesini bekledik, artık gitmiş olmalılar," dedi Snape.

"Onlara yetişmem gerek," dedi Lucius. Kapıya doğru yürürken içinde bulunduğu tozlu ve bakımsız odaya tiksinti dolu bakışlar attı. Elini kapının koluna koyduğunda Severus'a döndü.

"Sen gelmiyor musun?"

"Arkanı kollayacağım," dedi Snape. "Benden şüphelemezler."

Lucius'un pek de umrundaymış gibi görünmüyordu. Umrunda olan tek şey, karısına ve çocuğuna bir an önce ulaşmaktı.

Aceleyle kapıyı açtı, çevreyi kontrol ettikten sonra hızla koridora yöneldi.

Lorien saklandığı dolabın arkasından çıktı. Durup sevinmeye vakitleri olmamıştı.

"Başardın," dedi inanamayarak.

Snape kaşlarını kaldırdı. "Aksini mi düşünüyordun yoksa?"

"Elbette hayır," diye itiraz etti Lorien. Hemen ardından durakladı. "Gitmek zorunda mısın?"

"Elbette gitmek zorundayım," dedi Severus, dünyanın en saçma sorusunu sormuş gibi yüzüne bakarak.

"Ne zaman dönersin?"

"Bilmiyorum," diye cevapladı Snape. "Uzun süre ortalıkta görünmemem gerek."

"Ah... Demek öyle," diye mırıldandı Lorien, sanki önemli değilmiş gibi. Ancak sesi ona basbayağı ihanet ediyordu.

Kafasını kaldırıp derin bir nefes aldı. "Kendine dikkat o zaman," dedi umutsuz bir halde. "Seninle çalışmak güzeldi."

Severus'un dudaklarında ufak bir kıvrım belirdi. "Seninle de öyle."

Lorien'in yüzünde buruk bir tebessüm göründü, başını eğdi ve sessizce kapıya yöneldi.

Bu onu son görüşüydü.

Odadan çıkmak için ayaklarını sürüklemek zorunda kaldı. Mızmızlanmanın faydası olmayacağını biliyordu. Bu gece en kötü ihtimalle dördü de ölebilirdi ama hepsi yaşıyordu. 

Kapı koluna uzandı.

"Evergreen." diye seslendi Severus. Sesi o kadar beklenmedikti ki Lorien’in kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu. Arkasını döndüğünde hızla yaklaştığını gördü. Yüzünde alışılmadık bir şey vardı; yıllardır bastırılmış duygularını artık tutamayacak bir adamın ifadesi. Gözleri karanlık ama kaçamayacak kadar dürüsttü.

“Bunu yaptığım için pişman olacağım,” diye fısıldadı Severus.

Bir adım daha attı ve yavaşça eğildi. Lorien felç olmuş gibiydi, hareket edemiyordu. Nefesi yüzünü yakacak kadar yakındı. Severus, narin bir şeye gibi dokunur gibi yüzünü avuçlarının arasına aldı, sonra da dudaklarını onunkilere bastırdı. 

Lorien’in kalbi göğsünden fırlayacak gibi çarpıyordu. Herhalde öldüm, diye geçti aklından. Ama hayattaydı. Ne zamandır bunu istiyordu? Ne zamandır kendini durduruyordu? Düşünmeyi bıraktı ve sadece o ana tutundu çünkü birkaç saniye içinde arkasını dönüp gideceğini biliyordu. Bu bir kavuşma değil bir vedaydı.

Severus onu bir kaç santim gerisindeki kapıya yasladı. Oda küçülüyor ve nefesleri birbirine karışıyordu. Savaşın sesleri bir anlığına susmuş sadece kalplerinin sesi duyulmaya başlamıştı.

Dudaklarını ondan ayırmayı başardığında "Gitmem gerek," dedi zorlukla.

Lorien'in yanakları hiç olmadığı kadar yanıyordu. "Gitmen gerek," dedi gözlerine bakarak.

Bu odada birkaç saniye daha kalmak için nelerini vermezdi. Şimdi bu kadar yakınken gitmesine nasıl dayanabilirdi? Haftalarca, hatta aylarca nasıl bekleyebilirdi? Nefesini sakinleştirmeye çalışsa da pek faydası olmadı.

Kapıya uzandı, ve dışarıya fırladı. Ancak öyle afallamıştı ki çevreyi kontrol etmeyi tamamen unutmuştu. Başını kaldırdığında, bir Ölüm Yiyen’in tam karşısında durup asasını ona doğrulttuğunu gördü.

Lorien asasını çıkarmamıştı bile.

Ölüm Yiyen ağzını açıp haykırdı,

"Cruc—"

"Stupify!" diye müdahale etti Snape, Lorien'in arkasından. 

Lanet, Lorien’e ulaşamadan Ölüm Yiyen yere yığıldı. Snape, bir gölge gibi gerisinde duruyordu.

"Dikkatli ol, Evergreen!" diye azarladı.

Lorien yutkundu, "Git," diye fısıldadı.

Snape söyleyecek çok şeyi varmış gibi son kez gözlerine baktı ancak tek kelime daha etmeden uzaklaştı. Lorien onu bir daha ne zaman göreceğini bilmiyordu. Öyle karmaşık bir haldeydi ki hem sevinçten havaya uçabilir hem de üzüntüden ağlayabilirdi.

Duygularını sineye çekip yerde yatan Ölüm Yiyen’in üzerine eğildi ve asasını yavaşça alnına dayadı.

"Obliviate."

Adamın hafızasından Snape’in yüzü tamamen silinmişti.

O sırada koridorlarda koşan bir grup insan sesi duyuldu. Topal adımlarla gelen Moody'yi hemen tanımıştı. Onun arkasında Lupin, Tonks ve Sirius vardı. Moody bir saniye durup yerde yatan Ölüm Yiyen’e baktı ve bir küfür savurdu.

"Nereden gittiklerini gördün mü?" diye sordu aceleyle.

Lorien, Severus'un gittiği yönün tam aksini işaret etti. “Soldan gittiler,” diye yalan söyledi. İlk defa Yoldaşlığa ihanet ediyordu.

Moody topal adımlarla koridorun soluna saptı. Lupin ve Tonks onu takip ederken Sirius bir an durakladı. Gözleri yerde yatan Ölüm Yiyen’e, sonra da Lorien'e kaydı.

“İyi misin?” diye sordu, sesi beklenmedik bir şefkatle çıkmıştı. O gün evden gitmesini bekleyen Sirius değildi bu.

Lorien yutkundu. “İyiyim,” dedi usulca. Ona hala kırgındı ama şu an düşündüğü şey bu değildi.

Sirius başını hafifçe eğdi ve koşarak diğerlerine yetişti. Onlarla beraber gitmeye ne ihtiyacı vardı ne de gerek duyuyordu.

Severus'un öpücüğü adeta sarhoş etmişti. Adrenalin ve mutluluk tüm bedenini ele geçiriyordu. Sanki hiçbir şey onu durduramazmış gibi hissediyordu, sanki yenilmezmiş gibi. Cübbesinin uzun eteklerini topladı ve yerde yatan adamın üzerinden zıpladı. Birkaç adım atmıştı ki ansızın karnına şiddetli bir acı saplandı. Bu normal bir karın ağrısı değildi çünkü teninde hissediyordu. Teni adeta yanıyordu. Kendini koridorun kenarına çekip duvara yaslandı ve elleriyle karnını tuttu.

Yeni bir iz daha vücuduna yayılıyordu.

 

Chapter 15: 7 Potter Planı

Chapter Text

Yıl: 1997

Kitap: Harry Potter ve Ölüm Yadigarları

 

Dumbledore’un gölgesi hala Hogwarts’ın koridorlarında dolaşıyordu. Herkes bir şeylerin ters gittiğini biliyor ama ne yapacağını kestiremiyordu. Onun sahte ölüm haberi yayılmaya başlarken Severus çoktan tüymüştü.

Sirius, kalabalığın içinde Lorien’i görür görmez adımlarını hızlandırdı. Sesini olabildiğince alçak tutarak yanına yaklaştı. “Konuşmamız gerek.”

Lorien, sesindeki sertliği duyunca yüzündeki her bir kasın gerildiğini hissetti. Bu anın geleceğini biliyordu. En azından bunun hızlıca bitmesini istiyordu.

“Ne hakkında?” diye sordu, habersizmiş gibi.

Sirius cevap vermedi. Onu bileğinden yakalayıp sessizce kalabalıktan ayırdı, boş bir sınıfa soktu. Kapıyı kapatmadan önce içeriyi şöyle bir süzdü. Hemen sonra Lorien'in koluna yapıştı.

“Snape hakkında ne biliyorsun? Nereye gideceğini söyledi mi sana?”

Lorien’in gözleri büyüdü. “Diğer profesörler ne biliyorsa, onu biliyorum,” diye yalan söyledi. Aslında tamamen yalan sayılmazdı, nerede olduğunu gerçekten bilmiyordu.

Sirius gözlerini devirdi. “Hadi ama, eminim bir şeyler söylemiştir.”

“Neden böyle bir düşünceye kapıldın, Sirius?”

Sirius'un sesi sabırsızlıkla yükselmeye başladı, “Bana aptalmışım gibi davranma, Lorien. Onu sevdiğini ve muhtemelen koruduğunu biliyorum.” Cümlesini bitirir bitirmez yüzü ekşidi.

Lorien aniden geriye çekilince Sirius’un eli boşluğa düştü. “Benim hain olduğumu mu düşünüyorsun?” dedi hayretle, sesinin yeteri kadar sinirli çıkmasını umdu.

“Seni kullanmış olabileceğini düşünüyorum,” dedi Sirius. “Eğer ona ilgi duyduğunu anlarsa, aklını bulandırabilir. O bir zihnefendar.”

“Ben gayet aklı başında biriyim,” diye savundu Lorien. “Ayrıca Severus suçlu bile olsa planlarını bana anlatmazdı."

Sirius'un yüzünde sinirli bir gülümseme belirdi. “Suçsuz olduğunu düşünüyorum deme bana sakın!”

“Severus öldürmedi, o hain değil.”

“Masum da değil,” diye düzeltti Sirius. “Onlara müdahale etmedi.”

“Ajan olduğunu belli mi etseydi yani?”

“Evet, ama kılını bile kıpırdatmadı!”

Lorien, konuşmaya bir an önce son vermesi gerektiğini hissetti çünkü giderek tehlikeli hâle geliyordu.

“Bu tartışmaya devam etmek istemiyorum,” dedi kapıya yönelirken. “Hiçbir şey bilmiyorum. Ayrıca ona olan hislerimi başkasına anlatmazsan sevinirim. Bu ne seni ne de başkasını ilgilendirir, bu benim sorunum.”

Sirius aniden sessizleşti, başını bir kez sallamakla yetinmişti. Lorien, sözünde durmasını umut ederek sınıftan çıktı.

Birkaç gün sonra bazı aileler çocuklarını götürmek için gelmişti. Diğerleri ise Dumbledore’u son yolculuğuna uğurladıktan sonra evlerine dönecekti.

Cenazeden önce herkes Büyük Salon’a inmişti. Lorien'in gözleri Severus'un oturduğu koltuğa takıldı. Bomboştu. Onunla ilk kez bu kadar yakınlaşmış ve bu, onu son görüşü olmuştu. Çok garip, diye düşündü Lorien. Hayatın espri anlayışından nefret ediyordu.

Dünyanın dört bir yanından büyücüler ve cadılar Dumbledore’un cenazesi için gelmişti. İnsanlar aynı anda hem yasta hem de şoktaydı. Onun gibi yüce bir büyücü, Voldemort’un gücüne denk düşecek tek kişi ölmüştü. Onlar öyle sanıyordu.

Göl kenarında beyaz mermerden oyulmuş bir anıt duruyordu. Her yeri beyaz güllerle bezeliydi. Gölün üzerinden esen serin rüzgâr, güllerin kokusunu etrafa yaydı. Tabutun içindeki adam, yalnızca büyülenmiş bir kadavradan ibaretti. Dumbledore'un nerede saklandığını kimse bilmiyordu.

“Ne kadar az şey bilirseniz, o kadar iyi,” demişti Dumbledore onlara.

Lorien başını kaldırıp etrafına baktı. Tonks ve Lupin el ele tutuşuyordu. Lupin nihayet inadından vazgeçmiş, Tonks’un saçları eskisi gibi pembeye dönmüştü. Sirius onların hemen yanındaydı, Lorien yeni bir soruya maruz kalmamak için ondan olabildiği kadar uzak duruyordu. Buna tekrar cesaret edemeyeceğini biliyordu. Yine de çevresinde dolanmanın doğru olmayacağına karar verdi.

Sonra gözleri Dumbledore için yas tutan öğrenci kalabalığına kaydı. En çok da onlar için zor olacaktı; çoğu öğrenci hayatında ilk defa birini kaybediyordu. Lorien iç geçirdi. Dumbledore’un yaşadığını onlara söylemek istiyordu ama bunu asla yapamazdı. Bir gün gelecek ve her şey değişecekti. O gün, yüzlerindeki sevinci görmek için sabırsızlanıyordu.

Cenazeden sonra öğrenciler evlerine döndü. Hogwarts'ta sadece birkaç profesör ve bir avuç muhafız kalmıştı. Lorien de kalanlar arasındaydı. Her sabah gelecek postasını heyecanla karıştırıp Severus’a dair ufak bir bilgi edinmeye çalışıyordu. Güvende olup olmadığını bilmiyordu ve bu belirsizlik, dayanılması zor bir korkuya dönüşmüştü.

Sessizlik içinde geçen birkaç hafta sonra Yoldaşlık üyeleri Sirius’un evinde toplantıya çağırıldı. Lorien o kadar sıkılmış ve yalnız kalmıştı ki, bu çağrıya sevinmekten kendini alamadı.

-

Karargaha vardığında onu ilk karşılayan kişi Tonks oldu. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

“Evleniyoruz!” dedi, parmağındaki yüzüğü göstererek.

“İnanmıyorum Tonks!” dedi neşeyle. Sarılırken alçak sesle kulağına eğildi:

“Büyü yapmadın değil mi?”

Lupin güldü. “Hayır, yapmadı.”

Lorien gözlerini devirdi. “Büyünün etkisindeysen bunu bilemezsin, Lupin. Şaka bir yana, nasıl karar verdiniz bir anda?”

Tonks ve Lupin birbirine baktı. “Dumbledore’un öldüğü gece Bill’i kanlar içinde gördük ve…”

Moody topal ayağıyla bir rüzgar gibi içeriye girdi ve hışımla sandalyesini çekti. “Herkes geldiyse toplantıya başlayalım.”

Odadaki hava aniden ciddileşti.

“Neler oluyor?” diye sordu Arthur.

“Thicknesse!” diye patladı Moody.

Kingsley sakince araya girdi. “Thicknesse, Voldemort'un tarafına geçmiş. Harry’nin 17 yaşında koruma büyüsünün kalkacağını biliyor. Gitmiş, teyzesinin evinden büyüyle çıkarmayı imkansız hale getirmiş!”

Tonks'un kafası karışmış gibi görünüyordu. "Bu ne demek oluyor?" 

“Eğer Harry veya onun çevresindeki biri büyü yaparak götürmeye çalışırsa Thicknesse öğrenecek.” diye açıkladı Kingsley.

“Ve Ölüm Yiyenler de!” diye bağırdı Moody.

“Onu geberteceğim,” dedi Sirius, dişlerinin arasından.

“O zaman biz de büyüsüz çıkaralım abi.” Konuşan Mundungus’tu.

“Ne saçmalıyorsun sen?” diye döndü Moody sinirle. “Büyü olmadan çıkarmak çok tehlikeli, Voldemort'un adamları gözlüyor.”

“Şunu diyorum, eğer sihir kullanamayacaksak tek yol süpürgelerle götürmek, öyle değil mi?”

Masadaki herkes ne yumurtlayacağını merakla bekliyordu.

“Peki ya Harry bir tane değil de yedi tane olursa? Hangisinin gerçek olduğunu nereden bilecekler?”

Masada uğultular yükseldi, insanlar bu fikri tartmaya başlamıştı.

“Demek o kalın kafan çalışıyor,” dedi Hagrid, Mundungus’un sırtına vurarak.

Mundungus, Hagrid'in gücü karşısında sarsıldı.

“Ayıp oluyor ama abi,” dedi hafifçe bozularak.

“Kimler Harry olacak peki?” dedi Hagrid, biraz endişeyle. “Onun gibi görünmek benim için garip olur.”

Kingsley söze girdi. “Voldemort, Harry’yi canlı istiyor. O yüzden çocuklar Harry kılığına girerse daha güvende olurlar. Biz yetişkinler de onlara eşlik edeceğiz.”

Moody başıyla onayladı. “Genel hatlarıyla böyle olmalı. Şimdi kimin gideceğini planlayalım bakalım.” 

“Ron, Hermione, ikizler ve Fleur. Siz beşiniz Potter oluyorsunuz. Mundungus, sen de.”

“Ben mi?!” diye bağırdı Mundungus.

“Evet. Sonuçta bu parlak fikir senin eserindi.”

“Ama ben sadece fikir verdim.”

Lorien'in aklında bir ışık yandı. Haftalardır Ölüm Yiyenler’den veya Severus’tan haber almaya çalışıyordu. Bu görev tehlikeliydi ama belki de onu yeniden görebilmek için tek şansıydı.

Boğazını temizleyip araya girdi. “Ben gelirim.”

Masadaki tüm bakışlar ona çevrildi.

“Zaten kimliğim güvende olacak,” diye ekledi Lorien hemen, “Tıpkı Harry gibi görüneceğim.”

“Harika fikir!” diye bağırdı Mundungus, ama sesinde samimiyetten çok kurtulmuşluk vardı.

“Bir saniye…” diye araya girdi Sirius, gözlerini Lorien'den ayırmadan.

“Ben kiminle gidiyorum?”

“Sen hiçbir yere gitmiyorsun,” dedi Moody net bir ifadeyle. “Evde kalıp Harry’nin dönüşünü bekleyeceksin.”

Lorien nefesini tuttu. Sirius’un yüz ifadesinden ne kadar zoruna gittiğini hemen anlamıştı. Esrar Dairesi'nden yaralı hâlde dönerken bile eve tıkılmaya razı olmamıştı. Şimdi bu kararı kolayca kabullenmeyeceğini biliyordu.

“Gerçekten mi, Moody?” dedi Sirius, sesi öfkeden bozulmaya başlıyordu. “Yani ben burada, dört duvar arasında beklerken herkes dışarıda hayatını tehlikeye atacak, öyle mi?”

“Aynen öyle,” dedi Moody, gözünü bile kırpmadan. “Bellatrix geçen sefer işini bitiremedi. Ve bu defa, doğrudan seni hedef alacak.”

Sirius sinirle gülüp başını iki yana salladı. “Bellatrix’le baş edemeyeceğimi mi sanıyorsun?”

“Ben sadece bu kez şansın yaver gitmeyebilir diyorum. Gereksiz risk almanın anlamı yok.”

Lorien lafa girdi, "Moody haklı. Geçen sefer seni kurtarmam tamamen şanstı. Bu defa yapabileceğinin garantisi yok.”

Sirius aniden ona döndü. Gözleri öfkeyle parlıyordu. “Yardıma muhtaç küçük bir çocuk değilim ben!” diye patladı. “Senden beni kurtarmanı istemedim!”

Lorien'in sesi buz gibi oldu. "Demek öyle. Bir dahakine hatırlat da müdahale etmeyeyim, olur mu?”

“İkiniz de kesin sesinizi!” diye gürledi Moody. "Tartışma istemiyorum, Black! Karar verildi. Lorien, hazırlığını yap. Mundungus yerine geleceksin.”

Lorien başını salladı ama yüzündeki ifade hala gergindi. Sirius ona birkaç saniye baktıktan sonra kendini susturdu. Öfkesinin kişisel olmadığının farkındaydı ama gözünü kör ediyordu. Severus'un dediği gibi, Sirius pervasız ve düşüncesizdi; özellikle sevdikleri tehlikede olunca.

 

7 POTTER PLANI

 

Toplamda 13 Yoldaşlık üyesi Dursley'lerin evinde toplandığında Harry çok şaşırmıştı. Moody hızlıca planın üzerinden geçti. Eğer yeterince şanslı olurlarsa Ölüm Yiyenler'in ruhu bile duymadan Harry'yi çıkaracaklardı. 

Moody'nin onlara Çok Özlü İksir şişesini uzattı. Lorien birkaç yudum aldıktan sonra şişeyi Fleur'a verdi. Hepsinin vücudu değişiyor ve Harry'ye dönüşüyorlardı. Birkaç dakika içinde aynı odada tam yedi tane Harry duruyordu.

“Harry!” diye seslendi Moody.

Yedisi birden aynı anda ona döndü.

“Gerçek Harry, sen Hagrid'le gidiyorsun. Diğerleriniz planladığımız şekilde yola çıkacaksınız.”

Hepsi onayladı. “Lorien, sen hangisisin?” dedi Moody, gözlerini kısıp Harry'lere bakarak.

Lorien elini kaldırdı. “Buradayım,” dedi önünü iliklerken.

Moody, Lorien'i omzundan tuttu ve kaybetmemek için kendine çekti.

Dışarıda hareketlenme başlamıştı. Bazıları Thestral'lara, bazıları süpürgelerine bindi. Lorien ve Moody süpürgenin üzerine atladılar. Hava serin ve bulutluydu, birkaç saniyeliğine her şey sakin görünüyordu. Evler, sokak lambaları ve bahçeler arkada kalmıştı. Temiz bir başlangıç yapmışlardı. Herkes sorunsuz bir uçuş olacağını düşündü çünkü Harry’nin bu gece evden çıkacağını kimse bilmiyordu.

Fakat bulutların arasına girdiklerinde ne kadar yanılmış olabileceklerini gördüler. Onları bekleyen en az bir düzine kadar maskeli silüet havada asılı duruyordu.

“Pusuya düşürüldük!” diye bağırdı Moody. “Bizi bekliyorlarmış, biri haber uçurmuş!”

Lorien elindeki asayı sımsıkı kavradı. “Şimdi ne yapacağız?” diye sordu endişeyle.

“Plandan sapamayız,” dedi Moody. “Elinden gelenin en iyisini yap!”

Lorien, bu kadar Ölüm Yiyen'in arasından Severus’u seçemiyordu. Şu an tek arzusu, buradan sağ salim çıkabilmekti.

En arkadan gelen Moody ve Lorien, büyülerin havada çarpıştığını ve gökyüzünü rengârenk boyadığına şahit oldu. Yoldaşlık, çemberi kırıp yolu açmayı başarmıştı ancak tehlike hala devam ediyordu. Bu kadar Ölüm Yiyen arasından sağ çıkmaları çok zordu.

Lorien her yöne bakıyor, kimin kime saldırdığını görmeye çalışıyordu.

Ölüm Yiyen'lerden biri Bill ve Fleur’un peşine takılmıştı. Bir diğeri Ron ve Tonks’a doğru süzülüyordu. Çok geçmeden Moody ve Lorien'in peşine iki Ölüm Yiyen takıldı.

“Geliyorlar,” dedi Lorien nefesini tutarak.

Asasını kaldırıp büyülerini ardı ardına fırlattı ancak bir türlü hedefi tutturamıyordu çünkü çok hızlı hareket ediyorlardı.

“Odaklan, Lorien!” diye bağırdı Moody. Bu uyarı Lorien’in zaten gerilmiş olan sinirlerini iyice germişti.

Asasını sıkıca kavrayıp nefesini tuttu.

“Stupify!”

Kırmızı ışık Ölüm Yiyen’in göğsüne çarpınca, havada savrulmaya başladı. Şans eseri yanındaki Ölüm Yiyen'e tökezledi ve birlikte bulutların arasında kayboldular. Lorien’in dudaklarında şaşkın bir gülümseme belirdi. Tek atışta ikisini birden vurmuştu.

Ama sevinci uzun sürmemişti.

İkinci Ölüm Yiyen toparlanmış öfkeyle onlara doğru geliyordu. Yetmezmiş gibi yanına birini daha almıştı. O sırada bulutların arasında üçüncü bir silüet daha belirdi.

Lorien'in göğsüne bir ağırlık çöktü. "İşim bitti" diye düşündü. Bu kadarına nasıl karşı koyacaktı? Gözlerini kısıp silüete biraz daha dikkatli bakınca kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu. Onu tanıyordu. Severus Snape’ti.

“Severus geliyor,” dedi Lorien umutla.

Moody anında sertleşti. “O artık bizden değil. Ona güvenme!”

Lorien’in boğazı kurudu. “Ne demek istiyorsun? O—”

“Lorien, odaklan!” diye kesti Moody. “Görür görmez vur! Hiç durma!”

Severus onlara doğru hızla süzülürken diğer iki Ölüm Yiyen sağ tarafa yönelip gözden kayboldu.

Lorien, kendisine zarar vermeyeceğini biliyordu. Hayatta yapacağı en son şey Severus'la savaşmak olurdu.

Fakat o an hiç beklemediği bir şey oldu. Severus asasını kaldırıp üzerlerine bir büyü savurdu. Moody son anda süpürgenin yönünü kırmasaydı  isabet edecekti. Lorien başını eğerken şok içindeydi, olanlara anlam vermekte zorlanıyordu.

“Ne duruyorsun! Onu uzaklaştır!” diye haykırdı Moody.

Severus neredeyse göz hizasına gelirken Lorien’in elleri titredi.

“Severus, yapma!” diye bağırdı ama sesi Harry Potter’a aitti. Onun gibi göründüğünü tamamen unutmuştu.

"Ben Lorien!"

Severus’un asası bir an için havada asılı kaldı. Hemen ardından bakışı sertleşti ve asasını yeniden hedefe kilitledi, dudakları bir büyü daha mırıldanmak üzere aralanmıştı.

“YAP ŞUNU YOKSA BEN YAPARIM!” diye bağırdı Moody.

Lorien’in gözleri hayal kırıklığı ile doldu.  “Expelliarmus!” diye haykırdı son anda.

Kırmızı ışık Severus’un eline çarptı ve asası elinden kayıp boşluğa düşmeye başladı. Severus’un yüzünde bir saniyeliğine şaşkınlık belirdi. Onları bırakıp asanın peşinden aşağı daldı.

Elleri hala titriyordu. Moody hala bir şeyler söylüyor ancak hiçbirini duyamadı. Lorien kendini ihanete uğramış gibi hissetti. Gözlerinin neden bu kadar ifadesiz baktığını anlayamıyordu. Birkaç hafta önce onu öpen adam kendisi değil miydi? Yoksa Sirius başından beri haklı mıydı; Severus, Lorien'in aklını karıştırmak için mi öpmüştü? Saçmalama, dedi kendi kendine. Dumbledore'u korumak için savaş veren de oydu, Lorien'i korumak için çabalayan da. Ama nasıl ikisi aynı adam olabilirdi?

“Toparlan, Lorien. Daha işimiz bitmedi, yolun yarısına bile gelmedik.” dedi Moody.

“Sahiden mi?” dedi hayret içinde. Gökyüzünde geçirdikleri zaman saatler kadar uzun gelmişti.

Arkalarında bir Ölüm Yiyen belirip asasını onlara savurdu.

Moody süpürgenin yönünü son anda kırınca havada daireler çizmeye başladılar.

Lorien düşmemek için sıkıca tutundu, midesi bulanıyordu.

“Kontrolü geri alıyorum, bizi koru!” diye bağırdı Moody.

Dengeyi sağlayıp tekrar yükselirken, Lorien arkaya kalın bir sis perdesi gönderdi. Kazandıkları bu birkaç saniye, yeniden toparlanmaları için hayati önem taşıyordu.

Ölüm Yiyen, sislerin arasından çıkıp onlara doğru ilerlemeye devam etti. Bu defa Moody de asasını çıkarıp şiddetli bir büyü savurdu. Durum daha da kötüleşiyordu.

Henüz birini alt edemeden, iki Ölüm Yiyen daha ileride pusuya yatmış onları bekliyordu. Moody soldakiyle düello ederken Lorien de sağdakiyle uğraşmaya başladı. Ancak üçüncüye ayıracak vakitleri yoktu. Lorien, kendisine isabet eden bir Sersemletme Büyüsü ile süpürgesinden aşağıya doğru savruldu. Moody hala yukarıda, tek başına üç Ölüm Yiyen'le savaşıyordu.

Hızla aşağıya düşerken bulutların arasında yeşil bir ışığın parladığını gördü. Gökyüzü aniden sessizliğe büründü. Lorien, Moody'nin öldüğünü anlamıştı. Az önce bindikleri süpürge gökyüzünden süzülerek yere düştü ve paramparça oldu. Lorien yere çakılmasına çok az kala asayı kendine doğrulttu ve son anda kurtuldu.

“BENİ DUYUYOR MUSUN LORİEN?” diye kükrüyordu Moody.

Lorien kendine geldiğinde hala gökyüzünde olduklarını gördü. Hala yaşıyorlar ve hala savaşıyorlardı.

“Aşağı in!” dedi Lorien endişeyle.

“Olmaz,” diye itiraz etti Moody. “Plana göre devam etmeliyiz.”

Lorien, “HEMEN AŞAĞIYA İN!” diye bağırdı.

Moody söylenerek süpürgesini aşağıya kırdı. Arkasına baktığında bir tane Ölüm Yiyen'in onları takip ettiğini gördü ve Şaşırtma Büyüsü gönderdi. Ölüm Yiyen, büyüden kıl payı kurtulmuştu. Moody, hızla aşağıya inerek dar bir tünelin içine daldı.

Ölüm Yiyen de tereddüt etmeden arkalarından tünele girdi.

Lorien derin bir nefes aldı, elini hareket ettirmeden asasını hedefe doğrulttu ve “Stupify!” diye mırıldandı.

Aynı anda Ölüm Yiyen'in boğuk sesi duyuldu: “Avada Kedavra!”

Tam isabet. Ölüm Yiyen süpürgesinden düşerek yumuşak çimenlerin üzerine yuvarlandı. Tam o sırada, kendileri de sert bir şekilde savrulup bir buğday tarlasının kenarında duran telefon direğine çarptı. Süpürge teklemeye başlamıştı. Lorien bacağında keskin bir acı ve yanma hissetti. Ilık bir şeyin aktığını hissettiğinde, başını eğip bacağını kontrol etti. Derin bir kesik açılmış hızla kan kaybediyordu. Bunu görmek acının daha da artmasına sebep oldu.

“Bacağım!” diye inledi Lorien acıyla.

“Çok az kaldı, dayan!” diye oyaladı Moody. Gözü hızla etrafı tarıyordu.

Lorien gökyüzünde adrenalinle savaşırken tek derdi ikisini de hayatta tutmaktı ancak kehaneti değiştirmenin bedeli olduğunu tamamen unutmuştu. Sağ kolunda keskin bir acı başladı. Yeni bir iz oluşmaya başlıyordu.

Acısı dayanılmaz bir hal almaya başlarken, yüzüne çarpan soğuk rüzgar bayılmasını engelliyordu. “Dayanabilirim,” diye fısıldadı kendi kendine.

O sırada görünmez bir kalkanın içinden geçtiler.

“Başardık!” diye müjdeledi Moody. “Artık güvendeyiz!”

Lorien göz kapaklarını aralayınca Weasley'lerin Kovuk'una vardıklarını gördü. Aşağıda Lupin, Sirius ve Tonks onları bekliyordu. Herkes gelmiş olmalı diye düşündü. Lorien'in ayağı nihayet toprağa değdiğinde kendini hiç bu kadar mutlu hissetmemişti. İkisi de sersemlemiş halde süpürgeden indiler.

Ama bir gariplik vardı.

Sirius ve Lupin asalarını onlara doğrultmuş halde koşarak üzerlerine geliyordu.

Sirius asasını doğrudan Lorien'e yöneltmişti. Gözlerini bir an bile ayırmıyordu.

"Çok geç kaldınız!" diye bağırdı Lupin.

Lorien, görüşünü netleştirip neler olduğunu anlamaya gayret etti. Bağırışmalar yükselirken gözleri tekrar Sirius'a kaydı. Duruşunda ve hareketlerinde alışılmadık bir sertlik vardı, sanki karşısında bir düşman varmış gibi tetikteydi. Ne söylediğini anlamaya çalıştı.

"Nerede... dört yıl önce..." sözcüklerini zar zor seçilebilmişti.

"Anlamıyorum," diye fısıldadı Lorien, ayakta durmaya hali yoktu.

Tonks araya girmeye çalıştı. "O yaralı!" diye bağırdığını duydu.

Sirius, onu tek eliyle uzaklaştırdı ve asasını Lorien'e doğrultmaya devam etti. Sesi bu defa daha şiddetli çıkıyordu.

"DÖRT YIL ÖNCE SENİ İLK DEFA NEREDE GÖRMÜŞTÜM!"

Lorien ne olduğunu anladı. Bu, aralarındaki güvenlik protokolüydü. Kılık değiştirmiş bir Ölüm Yiyen olmadıklarını kanıtlamak için yapıyorlardı.

"Yasak Orman," dedi Lorien, "Animagus'tun. Seni köpek sanıp beslemeye çalışmıştım." Dudaklarında buruk bir gülümseme belirdi.

Sirius asasını indirip Lorien'e sarıldı. O kadar ani olmuştu ki dengesini kaybedip sendeledi.

“Acıyor, Sirius,” diye fısıldadı Lorien, bacağını hatırlatarak. Bacağıyla birlikte kolu da yanıyordu.

“Öldün sandım.” dedi Sirius sesi titrerken.

Lorien hayal gördüğünden şüphelendi. Biri onun için endişeleniyor muydu yoksa sadece halüsinasyon mu görüyordu? Ayırt edemeyecek kadar ateşi yükselmişti. Sirius kollarını çözdü ve Lorien'i kucaklayıp içeriye taşıdı. Dikkatle kanepeye yatırırken Molly kucağında iksir şişeleriyle geldi. Bacağındaki derin yaraya birkaç damlayı boşaltınca acıları azalmaya başladı. Hemen ardından bir tanesini uzatıp içmesini istedi.

“Bu ağrını hemen keser, tadı kötüdür ama iç gitsin,” dedi Molly.

Lorien o kadar susamıştı ki tadını bile umursamadan tek bir yudumda bitirdi.

Kendine gelmeye başlayınca etrafındaki kalabalığa göz gezdirdi, “Herkes… iyi mi?”

Kısa bir sessizlik oldu.

“George dışında herkes,” dedi Tonks. “Snape onu yaralamış.”

“Snape mi?” diye sordu Lorien hayretle. Kulaklarına inanamıyordu. Nasıl olur da bir çocuğu incitebilirdi?

Sirius ona ‘haklıydım’ diyen sessiz bir bakış fırlattı. Lorien yutkundu. “Peki, George nasıl?”

Fred gülerek omuz silkti, “Artık tek kulağı var ama böyle daha iyi görünüyor.”

“Fred!” diye bağırdı Molly. “Kardeşinle dalga geçmeyi hemen kes.”

Hemen ardından Lorien'in çevresindeki kalabalığa döndü. “Hepiniz ne bakıyorsunuz öyle? Onu biraz rahat bırakın da dinlensin.”

Lorien gülümsedi. “İyi olmanıza sevindim.”

Başlarına üşüşen kalabalık yavaşça dağılmaya başladı. Geriye sadece Sirius kalmıştı.

“Neyin var?” diye sordu Sirius, "İyi görünmüyorsun.”

“Kolum…” dedi Lorien.

Sirius tereddüt etmeden uzanıp cübbesinin kolunu sıyırdı. Lorien’in solgun teninde karanlık bir iz duruyordu.

“Bu…” dedi, alçak sesle, “Beni kurtardığın zamankiyle aynı. Tanıyorum bu izi.”

Kafasını kaldırıp yüzüne baktı. “Bu defa kim?”

“Moody.”

Sirius’un kaşları çatıldı.

“Şifacıya gitmiştin, değil mi? İyileştiğini sanıyordum.”

Lorien kendinden utandı, yalan söylemekten nefret ediyordu. “Gittim ama… Sirius, korktum. Geri dönmek zorundaydım, sana söyleyemedim.”

Sirius derin bir iç çekti. Yüzü yeniden yumuşamaya başlamıştı. “Düşünme şimdi bunu,” dedi cübbesinin kolunu düzeltirken. “Ben hallederim.”

Lorien gerçekten de hiçbir şey düşünmek istemiyordu, sadece uyumaya ihtiyacı vardı.

“Çok yorgunum,” diye fısıldadı.

“Gel, seni yatağa yatıralım,” dedi Sirius. Dikkatlice kolunu beline doladı, onun ağırlığını neredeyse hiç hissettirmeden taşıyordu. İçeride iki tane yan yana duran tekli yatak vardı. Kalın perdelerden güneş ışığı sızmıyordu.

Sirius onu yatırıp üzerini örttü. Kendisi de hemen başucuna oturmuştu.

“Lorien,” dedi yavaşça. “Özür dilerim… sana bağırdığım, seni kırdığım için.”

Lorien gözlerini aralayarak baktı.

“Önemli değil Sirius. Oğlun için endişeleniyordun… hem ben de özür dilerim. Sana yeterince iyi davranamadım.”

“Geçmişi düşünme,” dedi Sirius gülümseyerek.

Lorien başını salladı. Göz kapakları ağırlaşıyordu. Birkaç saniye içinde derin bir uykuya daldı.

Sirius bir süre daha orada kaldı. Gözlerini Lorien’in solgun yüzünden ayıramıyordu. Parmakları saçlarına yöneldi ama tam dokunacakken durdu.

“Keşke… her şey farklı olsaydı,” diye fısıldadı.

Lorien duymadı.

Sirius oturduğu yerden yavaşça doğrulup kapıya yöneldi. Onu son kez kontrol ettikten sonra ışığı kapatıp sessizce odadan çıktı.

 

 

Chapter 16: Kovuk

Chapter Text

Yıl: 1997

Kitap: Harry Potter ve Ölüm Yadigarları

 

Harry, Ron ve Hermione yukarı çıktığında ev yavaş yavaş sessizleşiyordu. Sirius, Lorien’i yatırdıktan sonra salondaki eski koltuğuna gömüldü. Dirseğini dayamış, parmaklarıyla sakalını kaşıyarak düşüncelere dalmıştı.

“Ne zamandır hiç belaya bulaşmadın Sirius," dedi Lupin yanındaki koltuğa yerleşirken. “Seni biraz tanıyorsam, bu sessizlik bir şeylerin habercisi."

Sirius kısa bir kahkaha attı ama pek neşeli değildi. “Eski günleri özlüyor musun, Remus?” diye sordu ciddi ciddi.

“Evet,” dedi Lupin temkinle. “Ama neden soruyorsun?”

Sirius bir an sessiz kaldı, gözlerinde kararlı bir parıltı belirdi. “Çünkü birini kaçırmamız gerekecek.”

 


 

Parlak güneş ışığı Lorien'in yüzüne vurunca yavaşça uyandı. Gözlerini açtığında kendini Hogwarts'ta değil, Weasley'lerin ahşap misafir odasında buldu. Yanındaki yatağın örtüsü temiz ve düzenliydi. O kadar derin uyumuştu ki yalnız olup olmadığını hatırlamıyordu bile.

Bacağındaki sargı bezini kaldırdı ve altındaki yaranın neredeyse iyileşmiş olduğunu gördü. Ancak kolundaki izler olduğu gibi duruyordu; üstelik bir yenisi daha eklenmişti. Artık kısa kollu herhangi bir elbise giyemeyeceğini biliyordu. Dün gece yaşananların ne kadarının gerçek olduğundan da emin değildi. Snape’in ona ve George’a saldırmamış olmasını umarak yatağından doğruldu.

Ahşap merdivenlerden inerken her adımda tahtalar gıcırdadı. Alt kattan yükselen elma be tarçın kokusu bütün evi sarmıştı. Bir bıçak tahtanın üzerindeki elmaları tek tek keserken Molly Weasley, Tonks’a elmalı turta yapmanın püf noktalarını anlatıyordu. Tam o sırada guguklu saat ötmeye başladı; öğlen olmuştu. Lorien aşağıya indiğinde ikisi de ona döndü. Molly, ellerini havluya silip aceleyle yanına geldi.

“Günaydın, canım,” dedi şefkatle. “Nasılsın, iyi hissediyor musun?”

“Evet, daha iyiyim,” diye yanıtladı Lorien. Gülümsedi, ama içinde bir boşluk vardı.

“Biz kahvaltımızı yaptık ama George’la seni uyandırmak istemedik,” dedi Molly.

Lorien, dün olanların bir sanrıdan ibaret olmadığını fark edince yumruk yemiş gibi oldu.

Hemen ardından gözleri sargılı bacağına takıldı. “Bu arada, yaran ne durumda?” 

“Daha iyi, iksirler işe yarıyor." 

Molly, bunu duyduğuna memnun görünüyordu. “Güzel haber. Bir şeyler atıştırmak ister misin, canım?”

“Hayır aç değilim,” dedi Lorien, gözleriyle etrafı taramaya devam etti, “Herkes nerede?”

“Çocuklar dışarıda Quidditch maçı yapıyor,” dedi Tonks. “Moody akşamdan gitti. Lupin’le Sirius da sabah erkenden çıktılar.”

“Nereye gittiler ki?”

Tonks omuz silkti. “Bilmiyorum, söylemediler.” Hemen sonra Lorien’in koluna girip onu dışarı sürüklemeye başladı. “Hadi biraz dışarıya çıkalım, hava çok güzel.”

Kovuk’un dışındaki boş arazi olabildiğine geniş ve sakindi, hafifçe esen rüzgar kuru otları dalgalandırıyordu. Çocuklar süpürgelerinin üzerinde epey çekişmeli bir maç yapıyordu. Arthur Weasley ise bahçenin öbür köşesinde mavi Ford'u çalıştırmakla meşguldü. Fakat bir şeyler fena halde ters gitmiş olacak ki arabanın üzerinden dumanlar yükselmeye başladı. Söylenerek kafasını kaldırınca Lorien’i fark etti.

“Merhaba Lorien! İyi misin?” diye bağırdı az ileriden.

“Harikayım!” diye karşılık verdi Lorien; düpedüz yalan olmasına rağmen.

Tonks ve Lorien Kovuk’un girişindeki taş basamaklara oturdular. Lorien derin bir nefes aldı, kafasındaki soruların cevaplanmaya ihtiyacı vardı.

“Dün neler oldu Tonks? Pek hatırlayamıyorum,” dedi sıkılarak.

Tonks ayaklarını uzattı. “Pek iç açıcı değildi doğrusu. Sen ve Moody epey geciktiniz. Başta öldüğünüzü veya kaçırıldığınızı düşündük. Sirius’u görmeliydin, gidip seni aramaya karar vermişti.”

Lorien’in başı hızla ona döndü. “Sirius benim için endişelendi mi?”

Tonks güldü. “Moody için endişelenecek hâli yok ya.”

Lorien’in yüzüne belli belirsiz bir gülümseme yayıldı ve bakışlarını tekrar bahçeye çevirdi. “Peki sonra?”

“Sonra siz geldiniz. Kingsley her ihtimale karşı önlem almamızı istedi. Hani olur da Ölüm Yiyenler sizin kılığınıza girer diye.”

Lorien hafızasını yokladı. “Evet… Sirius’un sorusunu hatırlıyorum. Az daha başım belaya girecek sanmıştım.”

“Kesinlikle girerdi,” dedi Tonks kahkahasını tutamayarak. “Eğer hatırlamasaydın…”

Beraber gülerlerken Lorien’in gözleri uzaktan gelen siyah bir silüete takıldı.

“Gelen kim?” diye sordu Lorien gözlerini kısarak.

“Göremiyorum,” dedi Tonks.

Siyah bir pelerin, siyah uzun saçlar ve sert yürüyüş. Lorien’in nefesi kesildi.

“Severus,” diye fısıldayıp aniden ayağa fırladı. Kalbi gümbür gümbür atıyordu. “Eğer onu burada görürlerse—”

Tonks ellerini gözlerine siper edip bakmaya devam etti. “Pek Snape’e benzemiyor.”

“Daha dikkatli bak,” dedi Lorien.

O sırada Arthur, kafasını kaldırıp elindeki malzemeleri yere bıraktı. “Scrimgeour! Seni buraya hangi rüzgâr attı?”

Lorien, başını tekrar çevirince Snape sandığı adamın Rufus Scrimgeour’dan başkası olmadığını fark etti. Olduğu yere mıhlanmıştı. Kalbinin tam ortasında büyük bir boşluk oluştuğunu hissetti. Gerçekten sanrılar mı görüyordu, yoksa düpedüz delirmeye mi başlamıştı, emin değildi.

“İş için geldim,” dedi Scrimgeour. “Dumbledore, size bazı kişisel eşyalarını teslim etmemi istedi.”

“Öyle mi?” dedi Arthur şaşkınlıkla. “Öyleyse içeriye geçelim.”

Lorien ve Tonks onları izlerken arkalarında Lupin belirdi. “Neler oluyor?” diye sordu bakışları Scrimgeour’a kayarken.

Tonks’un yüzü bir anda aydınlandı. Ayak parmaklarının üzerinde yükselip Lupin’in boynuna sarıldı.

“Seni merak ettim,” diye fısıldadı Tonks.

Lupin onu kollarının arasına aldı. “Sirius ve benim ufak bir işimiz vardı,” dedi, ardından Lorien’e kısa bir bakış attı. “Sirius birazdan gelir,” diye haber verdi.

Lorien, bunu kime söylediğinden emin olamadı. Bakışlarını kaçırıp biraz daha öteye gitti ve ayakkabısının burnuyla yerdeki taşları dürtmeye başladı. Karşılıklı sevgiyi görmek güzeldi ama aynı zamanda canını yakıyordu. Sahip olamayacağı tek şey tam önünde duruyordu.

“Ben içeri geçeyim,” dedi Lupin, kollarını çözerken. “Ne istiyormuş, bir bakayım.”

Tonks geri döndüğünde Lorien’i son derece dalgın buldu. “Hadi ama, yapma Lori,” dedi kolunu omzuna atarak. “Her şey bir yolunu bulur.”

Lorien kafasını yerden kaldıramadı. “Şimdi de her yerde onu görmeye başladım,” dedi sinirle. “Kulağa delice geldiğinin farkındayım ama özlüyorum Tonks.”

“Moody aksini söylese de ben Snape’in kötü niyetli olduğunu düşünmüyorum. Bence yapmak zorunda olduğu için yapıyor ve hâlâ bizim tarafımızda.”

Lorien dikkatle yüzüne baktı. “Sahiden böyle mi düşünüyorsun?” diye sordu, teselli bulmuş gibi.

Tonks başını salladı. “Evet.”

Lorien’in dudaklarından ufak bir gülücük belirdi.

“Birkaç gün içinde düğün hazırlıklarına başlayacaklar,” dedi Tonks konuyu değiştirmeye çalışarak. “Molly yardım gerektiğini söyledi, neden burada kalmıyorsun?”

“Sanırım yapacak daha iyi bir işim yok,” dedi Lorien omuz silkerek. Hogwarts’a dönüp gün boyu düşünmektense burada kalıp kafa dağıtmayı tercih ederdi.

Kovuk’un az ötesinde Sirius yoktan var oldu. Hızlı adımlarla kapının önünde duran Lorien’e yöneldi ve onu baştan aşağı süzmeye başladı.

“İyi misin? Rahat uyuyabildin mi?” diye sordu gergin bir tavırla.

Tonks bir kedi gibi sessizce Kovuk’un kapısından içeriye süzülmüştü.

“Evet, daha iyiyim,” dedi Lorien; ancak neden bu kadar acele ettiğini anlayamamıştı.

“Güzel. Bir yere gitmemiz gerekiyor,” dedi Sirius.

Lorien iyice meraklanmaya başlamıştı. “Nereye?”

“Gidince görürsün,” diye cevapladı Sirius. Onay beklemeden koluna uzandı ve birlikte başka bir yere cisimlendiler.

Lorien gözlerini açtığında kendini koyu taş duvarların arasında, loş ve tanıdık bir yerde buldu.

“Sızan Kazan,” dedi etrafına bakarak. “Burada ne işimiz var?”

Sirius onu duymamış gibi çevreyi kolaçan ettikten sonra kısa bir baş hareketiyle gelmesini işaret etti. Lorien, doğru ya da yasal bir şey yapmadıklarından son derece emindi.

“Aklından ne geçiyor?” diye sordu, kaşlarını çatarak.

Üst kattaki koridorda, ölmesine çok az kalmış gibi görünen yaşlı bir adam ve saçlarına kuş tünemiş gibi duran bir kadın dışında kimse yoktu. İkisi, 12 numaralı odanın önüne geldiklerinde durdular.

“Sirius Black! Bana ne olduğunu anlatacak mısın artık?” diye patladı Lorien. Artık sabrı tükenmek üzereydi.

Sirius eliyle susmasını işaret etti; kapı tokmağına uzanıp içeriye girdiler. Odanın ortasında sandalyeye bağlı bir adamı görünce Lorien neredeyse küçük dilini yutacaktı.

“Sana şifacıyı getirdim,” diye takdim etti Sirius.

Daha önce Knockturn Yolu'nda ziyaret ettiği adamın ta kendisiydi. Lorien kocaman açılan gözlerini şifacıdan Sirius’a kaydırdı. 

“Sen delirmişsin!” diye haykırdı endişeyle. “Bunun için ceza alabilirsin!”

“Merak etme, o konuyu halledeceğim,” dedi Sirius, son derece rahat bir tavırla.

Şifacı oturduğu sandalyeyi şiddetle sarsıp kurtulmaya çalıştı. “İkinizi de mahvedeceğim! Çözün beni!” diye haykırdı.

Sirius iki adımda odanın ortasına geldi ve asasını adamın tam kalbine doğrulttu. “Önce ben senin işini bitirmezsem tabii.” Hemen sonra Lorien’e döndü. “Ona izlerini göster. Korkma, işimiz bitince hafızasını sileceğim, hiçbir şey hatırlamayacak.”

Lorien başka şansı olmadığını biliyordu.

Lisanslı şifacılar Bakanlık denetiminde çalışıyordu ve bu tür sıra dışı izler mutlaka Bakanlığın dikkatini çekerdi. Tedirgin adımlarla ilerledi, cübbesini sıyırarak sağ kolunu açığa çıkardı. Şifacı, parmaklarını koyu renkli izler üzerinde gezdirmeye başladı. Yine o rahatsız edici, ağır hareketleri yapıyordu.

“Ellerini çek,” diye uyardı Sirius, asasını şakağına yaklaştırarak.

Şifacı homurdanarak dediğini yaptı. Başını kaldırıp tekinsiz mavi gözlerini Lorien’e dikti. “Bu izleri tanıyorum. Demek kehanetlerle oynayan sendin,” dedi yüzünü inceleyerek, “Şimdi kaç tane var?”

Lorien, duymaması için sesini alçalttı. “Dört,” dedi usulca.

Sirius’un gözleri aniden alev aldı. Kulaklarına inanamıyordu. “Dört mü dedin? Dört mü!” 

“Biri de sendin, unuttun mu?” diye hatırlattı Lorien. “Kendimi asla affedemezdim, anlamıyor musun?” dedi çaresizce.

“Bana söyleyebilirdin! Bunların sona erdiğini sanıyordum.”

“Uzun süredir yüzüme bile bakmıyordun, nasıl söyleyebilirim!” diye karşılık verdi Lorien. Ama biliyordu ki, yine de söylemezdi.

Şifacı öksürerek araya girince ikisinin de başı ona döndü. “Size dostane bir tavsiye: yerinde olsam buna son verirdim.”

“Nasıl geçer?” diye sordu Sirius, gergin bir ifadeyle.

Şifacı gözlerini devirdi. “Bana bakın, böyle bir şeyi daha önce ne gördüm ne de duydum. Bana gelen ilk kehanetçi sensin, yani bunların ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok ama iyi bir şey olmadığından eminim. Demem o ki, Tanrı’yı kızdırmasan iyi edersin genç bayan.”

“Kes saçmalamayı,” dedi Sirius sertçe. “İşe yarar bir şeyler söylemezsen konuşacak dil bulamazsın.”

“Pekâlâ…” dedi şifacı, düşünceli bir şekilde. “Kesin sonuç verir demiyorum ama belki işe yarayabilir. Kurutulmuş ayçiçeği yapraklarını, bir tutam lavanta ve bir damla ejderha safra sıvısıyla karıştır. Üzerine gümüş kaşıkla ezilmiş haşhaş tozu serp ve izlerin üzerine sür. En az bir hafta dene.” Kafasını kaldırıp ikisinin yüzünü ölçtü. “Şimdi özgür müyüm, gidebilir miyim?”

“Elbette özgürsün,” dedi Sirius. Kıvrak bir hareketle asasını salladı ve şifacı sandalyesiyle birlikte yerde süründü.

“Sirius! Biraz nazik olsan ölür müsün?”

“Eminim atlatacaktır,” dedi Sirius, ona aldırmadan. Adamın üzerine eğilip asayı alnına dayadı. “Oblivate.”

Ellerindeki bağı çözdükten sonra yeniden ayağa kalktı. “Burada işimiz bittiğine göre gidiyoruz.”

Kapıyı açıp kontrol ettikten sonra Lorien’e döndü. “Hadi.”

Koridorda siyah cübbeli iki adam duruyordu. Biraz daha dikkatli bakınca, cübbelerinin altından onları izlediklerini gördü. Lorien’in içi huzursuzlanmaya başlamıştı. Merdivenlerden aşağı inerken başına kapüşonunu çekti; bu sayede yüzünün yarısı gölgede kalıyordu. Aşağıda masaların yalnızca birkaçı doluydu, ancak hiçbiri güven veren tipler değildi. Aynı masada oturan iki adam, tiksinti dolu bakışlarla onları süzdü.

“Bu bakışları hiç beğenmedim, Sirius,” diye fısıldadı Lorien.

Sirius, eli asasında tetikte bekliyordu. “Hayran kulübüm biraz kalabalıktır, bilirsin,” dedi alayla. Diğer eliyle Lorien’in bileğini kavrayıp kendine yaklaştırdı.

Kapıya yaklaştıkları sırada masadaki adamın ayağa fırladığını fark etti. Bu hamleyi bekleyen Sirius bir büyü savurdu ve adamı gerisindeki duvara fırlattı. Lorien, geride kalan iki kişinin daha asalarına davrandığını gördü. Bunlar Ölüm Yiyendi.

“Expelliarmus!” diye haykırdı.

Asaları havada dönüp tiz bir tıkırtıyla yere düştü; durup yakalamak için vakit yoktu. Bunu fırsat bilen Sirius, Lorien’in elini kavradı ve birlikte sokağa fırlayıp koşmaya başladılar. Lorien aksayan adımlarını ona uydurmak için gayret etti.

Ölüm Yiyenler handan çıkar çıkmaz asalarını doğrulttu.

“Geliyorlar!” diye bağırdı Lorien.

Sirius hemen bir ara yola saptı. Köşeyi döndükleri anda tekinsiz bir gölge tam karşılarında belirdi. Onlar daha ne olduğunu anlayamadan Ölüm Yiyen asasını savurdu.

“Crucio!”

Sirius eğildi ve büyü omzunu sıyırıp arkasındaki duvara çarptı.

İkisi birden “Stupefy!” diye haykırdı. Lorien böyle anlarda isabet ettirmekte pek başarılı sayılmazdı, ancak Sirius hedefe tam isabet etmişti. Ölüm Yiyen bir çamaşır gibi olduğu yere yığıldı. Arkalarından gelen ayak sesleri giderek yaklaşıyordu.

“Gidiyoruz!” dedi Sirius. Koşarak başka bir ara sokağa saptılar. Bir dükkânın arka girişindeki girintiye sığınıp beklemeye başladılar. Ayak sesleri yaklaştı ve sonunda azalarak kayboldu. Gitmişlerdi.

Sirius ellerini dizlerine koyup soluklanmaya başladı. Hemen ardından dudaklarından küçük bir kahkaha çıktı. Yüzüne düşen bir tutam saçı geriye savurup Lorien’e döndü.

“Seninle daha sık yola çıkmalıyız, Evergreen. Kesinlikle buna değdi,” dedi gülerek.

Nefes nefese kalan Lorien, uzun zamandır ilk defa kendini bu kadar canlı hissediyordu.

“Bunu güzel buluyorsan kesinlikle delisin,” dedi başını sallayarak; ancak yüzüne yayılan gülümsemeyi bastıramadı.

“Hazır mısın?” diye sordu Sirius, cisimlenmek için.

“Evet.”

Lorien gözlerini kapattı. Yeniden açtığında kendini Kovuk’un geniş arazisinde buldu. Güneş batmış ve gökyüzü açık maviye boyanmıştı. Kovuk’un ışıkları bütün bahçeyi aydınlatıyordu. Yemek masasının çevresine toplanmış kalabalığın gürültüsü açık kapıdan dışarıya taşıyordu.

İkisi kapıya kadar yürüdü.

“Umarım sınırlarını fazla zorlamadım, Bayan Evergreen,” dedi Sirius. “Alışkın değilsin ne de olsa.”

Lorien ona bir bakış fırlattı. “Yoldaşlığın en tehlikeli görevlerine katılıp hayatta kalmış birine mi söylüyorsun bunları?”

Sirius sırıttı. “Hakkını vermeliyim, gözü karasın.”

İçeriye girip kapıyı kapattılar ve masadaki boş sandalyelere yerleştiler.

Dışarıdaki çalılıkların dibinde, Kovuk’u sessizce izleyen bir çift göz vardı. Severus Snape gözlerini kısıp içeriyi süzdü. Lorien’in pencereye yansıyan gülümsemesi, Sirius’un yanındaki rahatlığı…

Gözlerinde kimsenin göremeyeceği kadar sert bir ifade belirdi. Birkaç saniye daha durduktan sonra pelerinini savurdu ve gölgelerin arasında kayboldu.

Chapter 17: Bill ve Fleur'un Düğünü

Chapter Text

Yıl: 1997

Kitap: Harry Potter ve Ölüm Yadigarları 

 

🎧 Billie Eilish - Wildflower

 

Bill ve Fleur’un düğün hazırlıkları tüm hızıyla devam ediyordu. Kovuk bahçesi renkli masalar, çiçekler ve koşuşturan insanlarla dolmuştu. Yapılacak çok iş, düşünecek az zaman vardı. Lorien bunun için şükran duyuyordu çünkü Severus’u düşünmeden geçirdiği bir gün olmamıştı. Ne zaman aklına gelse, içini aynı korku ve endişe kaplıyordu. Severus’un ona asa doğrultması mümkün değildi; üstelik bir çocuğu asla yaralamazdı. Ya Voldemort gerçeği öğrenmişse? Ya zihnine sızıp tüm anılarını yok etmişse? Bu ihtimali düşünmek bile istemiyordu.

Lorien, Tonks’un yanındaki taş merdivene oturmuş, önündeki zarif beyaz çiçeklere kurdele bağlamakla meşguldü.

“Neden bu kadar uğraşıyorsun ki?” diye sordu Tonks. “Bir saniyede halledebilirsin.”

“Hoşuma gidiyor.” dedi Lorien.

Tam yeni bir kurdeleye uzanırken gökyüzünü yaran bir gürültü duyuldu. Bu bir şimşek değil, Sirius’un motosikletiydi. Masaları ayarlamaya çalışan Arthur ve çocuklar dönüp onun gelişini izlediler. Sirius gökyüzünden süzülerek alçaldı ve toprak zemine indi. Birkaç metre ilerledikten sonra durup dağılmış saçlarını savurdu.

“Şuna baksana, nasıl da kasılıyor.” dedi Tonks.

Lorien kendini yeniden Hogwarts’ta gibi hissetti; Sirius’un cakasını seyreden öğrencilerden biriydi sanki.

“Gösterişçi.” dedi Lorien gülümseyerek. “Tam bir aptal.”

Ama bu gösterişin ona yakıştığını da biliyordu. Başını eğip çiçeğin kurdelesini sıkıca bağlamaya devam ederken Tonks dirseğiyle onu dürttü.

“Buraya geliyor.” diye fısıldadı heyecanla. Bir gösteri izlemeye hazırlanır gibi eğleniyordu.

Sirius tam önlerinde durup gülümsedi. “Sirius Black, değerli yolcularına hizmet vermekten gurur duyar. Denemek ister misin, Lorien?”

“Böyle iyiyim.” dedi Lorien, elindeki çiçekleri sallayarak.

Sirius yüzünü buruşturdu. “Ne kadar da sıkıcısın.” diye homurdanıp içeriye girdi.

“Şikayetini gerekli yerlere iletirsin.” diye seslendi Lorien arkasından.

Tonks gülmemek için dudaklarını eliyle kapattı.

Düğüne bir gün kala bahçede esen hafif rüzgâr masaların örtülerini dalgalandırıyordu. Molly’nin düğün pastası için kullandığı tarif kağıtları mutfak penceresinden uçup çimenlerin üzerinde savrulmuştu. İkizlerden biri kağıtların peşinden koşarken Ginny masa örtülerinin üzerine taş yerleştiriyordu.

Lorien, bahçenin kenarındaki ahşap bankta oturup olan biteni sessizce izledi. Elindeki kupadan dumanı tüten çayı yudumlarken Snape’i düşünmeye başladığının farkında bile değildi. Arkasında beliren sesle kendine geldi.

“Harry düğün biter bitmez gideceğini söylüyor, bir türlü ikna edemiyorum…” dedi Sirius, elinde küçük bir çakıyı avcunun içinde çevirerek banka oturdu.

“Nereye gideceğini öğrendin mi?” diye sordu Lorien.

Sirius’un bakışları, bahçenin diğer ucunda fısıltıyla konuşan Harry, Ron ve Hermione’ye kaydı. “Dumbledore’un gizli tutmasını istediği bir görev varmış ve bana tek kelime etmiyorlar. Sanki ben bir yabancıyım.”

“Eminim iyi bir sebebi vardır.” dedi Lorien. “Dumbledore’u bilirsin.”

Hala bir yerlerde gizlice Harry’yi kolladığını tahmin edebiliyordu fakat bunu ona söyleyemezdi.

Sirius’un sesi daha da alçaldı. “Ben o çocuğun vaftiz babasıyım, Lori. Onu korumak benim işim. Göz göre göre tehlikeye atmış gibi hissediyorum.”

Lorien kupasını kenara bırakıp hafifçe gülümsedi. “Harry akıllı bir çocuk. Bu işe sandığından çok daha fazla önem veriyor.”

Sirius iç çekerken gözü Lorien’in koluna kaydı. “İzlerin ne durumda? Şifacının verdiği tarif işe yarıyor mu bari?”

Lorien uzun kollu gömleğini çekiştirip omuz silkti. “Henüz bir fark göremedim ama denemeye devam ediyorum.”

Sirius başını salladı. “Peki düğünden sonra ne yapacaksın?”

“İstanbul’a annemin yanına gitmek istiyordum ama sanırım tekrar Hogwarts’a döneceğim. Yeni dönem başlamak üzere.”

O ruh gibi kaleye dönmesinin tek sebebi Severus’u yeniden görme arzusuydu.

Sirius yüzünü ona döndü. “Benimle kal.” dedi aniden. Lorien bunun bir şaka mı yoksa ciddi bir teklif mi olduğunu anlayamadı; ancak son derece ciddi duruyordu.

“Bunun uygun olacağını sanmıyorum.” dedi kibarca.

“Ne o? Snivellus’un öğrenmesinden mi korkuyorsun?” dedi Sirius. Alay eder gibi görünse de cevabı merak ettiği belliydi.

Lorien derin bir iç çekti. “Yanlış anlama, sen iyi bir dostsun, Sirius. Ama insanlar bundan farklı anlamlar çıkarabilir.” Kaşlarını kaldırıp dikkatle yüzünü inceledi. “Demek istediğimi anlıyor musun?”

“Evet… elbette, anlıyorum.” dedi Sirius, kolunu bankın üzerine atarken. Bakışlarını Harry’ye çevirirken canı epey sıkılmışa benziyordu.

 

🎧 Lana Del Rey - Serial Killer

 

Düğün akşamı konuklar birer birer Kovuk’a gelmeye başlamıştı. Molly’nin ailesi turuncu saçlarıyla hemen dikkat çekiyordu. Arkalarından Fleur’un mermer gibi zarif akrabaları göründü. Annesi, orta yaşlarda olmasına rağmen Fleur kadar güzeldi. Lorien, hemen arkalarında yürüyen gümüşi sarı saçları beline kadar uzanan genç kadının bakışlarını yakaladı. Tek kaşı havaya kalkmış, Kovuk’u inceliyordu. Bir an Lorien ile göz göze geldiler. Kadın onu tepeden tırnağa süzdü ve burnunu kıvırıp kafasını başka tarafa çevirdi. Muhtemelen o da diğer kuzenleri gibi Veela kanı taşıyordu ancak diğerlerinden daha soğuktu, herkesi küçümsüyormuş gibi bir hali vardı.

“Annem ve babam.” diye tanıştırdı Fleur. “Küçük kardeşim Gabrielle’i zaten tanıyorsunuz. Bunlar da kuzenim Vivienne ve Élodie.”

Molly ve Arthur onlarla tokalaşırken yaşı daha küçük olan Élodie başıyla utangaçça selamladı. Vivienne yüzünde zayıf bir gülümsemeyle karşılık verdi.

“İşte, meşhur Azkaban kaçağımız da geliyor.” dedi Arthur.

Molly göz ucuyla kocasını dürttü. “Şaka ediyor. Bakanlık ona madalya verdi, değil mi canım?”

“Evet, evet tabii ki öyle.”

Sirius önüne düşen bir parça saçı geriye savurup onlara doğru yürüdü. Bu akşam epey şıktı; kaliteli kumaşlardan yapılmış, yakası açık lacivert bir gömlek seçmiş ve kollarını yukarı katlamıştı. Gömleğin üzerine ona tam oturan koyu renkli kadife bir yelek giymişti. Bileğindeki gümüş zincir, hareket ettikçe ışık saçıyordu. Hem şık hem de asi görünüyordu.

“Ne büyük şeref.” dedi Sirius, Fleur’un annesinin elini nazikçe öperken. Lorien, Vivienne’in gözlerinde bir parıltı yakaladığına yemin edebilirdi. Sıra ona geldiğinde yüzünde geniş bir gülümseme yayıldı. Sirius hepsini teker teker selamlarken onda birkaç saniye daha oyalanmıştı. Lorien’in içinde anlamsız bir öfke belirdi. Böyle kadınlarla ilgilenecek miydi gerçekten? Neden ilgilenmesin ki? Soylu, genç ve yakışıklı… Vivienne güzelliğiyle aklını başından alabilir ve ona aradığı heyecanı yaşatabilirdi.

Kalabalık düğün çadırına doğru ilerlerlerken Vivienne elini Sirius’un koluna doladı. Biriyle yakınlaşmak bu kadar kolay mı gerçekten? Bir an kalabalığın içinde Snape’in koluna girdiğini hayal etti. Muhtemelen uygunsuz bir davranış olduğunu söyler ve bunu yaptığına pişman ederdi.

Lorien sıranın en arkasında kaldı. Bu gece eşlik etmesini umduğu tek kişi çoktan başkasıyla gidiyordu. Dans edeceği kimse kalmamış gibiydi. İçeride Tonks ve Lupin’i bulup yanlarına geçti. İkisi fısıldaşıp kıkırdıyordu.

“Epey eğleniyor gibisiniz.” dedi Lorien, zoraki bir gülümsemeyle.

Lupin gözleriyle karşıyı işaret etti. Sirius Veela’nın kulağına eğilmiş bir şeyler anlatırken kadının gülümsemesi giderek büyüyordu. Bir dergiden çıkmış gibi kusursuz görünüyorlardı.

“Merak etme, uzun sürmez.” dedi Tonks.

Lorien canını neyin sıktığını bilmiyordu. Yanından geçen tepsiden bir bardak kaymak birası kaptı ve kocaman bir yudum aldı.

Birkaç dakika sonra Fleur ve Bill ilk dansını yapmak için sahneye girdiğinde alkışlar koptu. Lupin, Tonks’a elini uzatıp onu dansa kaldırdı. “Birazdan gelirim.” diye fısıldadı Tonks.

“Hadi git.” diye itti Lorien, zorla gülümseyerek.

Lupin sandalyesini çekti ve el ele dans pistine yürüdüler. Çocuklar bile kendine bir partner bulmuştu. Masalar kahkahalarla dolup taşarken gözleri Bill ve Fleur’a kaydı, sonra Tonks ve Lupin’e, Arthur ve Molly’ye ve ardından tekrar Sirius ve Vivienne’e… Müziği unutmuş, sohbet etmeye devam ediyorlardı. Orada tek başına oturmuş birasını içerken bastırdığı bütün duyguların yüzeye çıktığını hissetti. İlk defa ne kadar yalnız olduğunu fark etti.

Yapayalnız öleceğim, diye düşündü.

Yapayalnız öleceğim.

 

SIRIUS BLACK

Müzik sustuğunda Sirius cebindeki viski şişesini yoklayıp Remus’u kolundan çekti. Birlikte çadırdan çıktılar. Düğün çadırının dışı serin ve sessizdi; gökyüzü yıldızlarla kaplıydı. Sirius, ceketinin içindeki viski şişesini çıkarıp Lupin’e uzattı. Remus elini kaldırıp nazikçe reddetti. Bir süre ikisi de konuşmadı. İçeriden müzik ve kahkaha sesleri gelirken Sirius şişeden bir yudum alıp iç çekti. "Özgürüm, Remus.” dedi alçak sesle. “Yıllar sonra ilk kez suçsuzum ve başım dik.”

Hemen ardından dudaklarında ufak bir kıvrım belirdi. “İnsanlar bana bir kahramanmışım gibi bakıyor. Etrafım kadınlarla dolu. Gülüyorlar, sorular soruyorlar, konuşmak istiyorlar.”

“Hak ettiğin hayatı yaşa," dedi Lupin, "gençliğini Azkaban’a gömdün. Tanı, arkadaş ol, aşık ol. Mutlu olma sırası sende.”

Sirius ona buruk bir gülümseme attı. “Ben tanıyacağım en iyi kadını zaten buldum, Remus. Güçlü, cesur, güzel...” Gözlerini kaldırıp uzaklara baktı. “En perişan zamanlarımda bana kim olduğumu hatırlattı.”

Lupin’in bakışlarında anlayış vardı. “Lorien mi?” diye sordu usulca.

Sirius viskisini yudumlayıp başını eğdi. “Bazen bana bakıyor ama görmüyor gibi. Ne yaparsam yapayım hep başka bir yöne gitmek istiyor." dedi kaşlarını çatarak.

“Belki de sevgi dediğimiz şey, kazanmaya çalışmak değil, izin vermektir.” dedi Lupin.

“Ben hep kaçtım, Remus. Şimdi ilk defa birinde kalmak istiyorum ama kalacak yer yokmuş gibi hissediyorum.”

İçeriden müzik sesi yükselmeye başlamıştı. Sirius, viskiden aldığı cesaretle yerinde doğruldu. “Son bir kez daha deneyeceğim,” dedi kararlı şekilde. “Eğer bu defa da olmazsa kabul edeceğim. Sadece son bir kez daha.”

Lupin tebessüm etti. “Bana James’in gençliğini hatırlatmaya başladın. O da kolay vazgeçmezdi.”

Sirius acı bir kahkaha patlattı. “Demek o kadar zavallı haldeyim. O zaman dua edelim de işe yarasın.”

 

LORIEN EVERGREEN

Dans müziği başladığında Sirius içeri döndü. Çiftler yeniden dans pistinin çevresinde dönmeye başladı. Vivienne, el sallayıp kendini gösterdi; dans etmek için sabırsızlanıyordu. Biraz sonra Tonks masadan kalkacak ve Lorien yine yalnız kalacaktı. Ama bu defa hazırlıklı olmalıydı. Yanından geçen tepsiden bir bardak daha kaymak birası kaptı ve koca bir yudum içti.

“Bayan Evergreen, mahsuru yoksa sizi dansa kaldırabilir miyim acaba?” dedi bir ses.

Başını çevirdiğinde kendisine uzanan dövmelerle bezeli zarif parmakları fark etti. Sirius elini uzatmış onu bekliyordu. Lorien gözlerini kırpıştırdı; iki bira onu bu kadar sarhoş etmiş olamazdı. Geriye baktığında, Vivienne’in hayret içindeki yüzüyle karşılaştı.

“Vivienne… seni bekliyor.” dedi Lorien yüzünü buruşturarak. “Yanlış yerdesin.”

Sirius gülümsedi. “Biraz daha bekleyebilir.”

Lorien’in kalbi hızlandı. Az önce ruh hali dibe vurmuşken şimdi şaşkın halde dans pistine yürüyordu. Sirius ellerini Lorien’in beline koydu. Vivienne patlamaya hazır bir bomba gibi dikiliyordu. Çok geçmeden söylenerek çadırı terk etti.

“Beni bir Veela’ya tercih ederek hata yaptığının farkındasın, değil mi?” diye sordu Lorien göz ucuyla kontrol ederken. “Onu fena kızdırdın.”

“Dert etme, hallederim.” dedi Sirius sakince. Gözlerini Lorien’den ayırmadan nazikçe döndürdü.

“Lorien,” dedi Sirius kısa bir sessizliğin sonunda. “Düşünüyorum da…”

Parlak bir Patronus pistin tam orta yerinde belirince sözleri dudaklarında asılı kaldı. Işıklar titredi ve müzik birdenbire sustu. Herkes dönüp ne olduğuna bakarken Kingsley’in sesi tüm çadırda yankılandı:

“Bakanlık düştü, Scrimgeour öldü, Ölüm Yiyenler oraya geliyor!”

Bir an, çadıra derin bir ölüm sessizliği çöktü. Lorien de diğerleri gibi yanlış duyup duymadığını anlamak için etrafına bakındı. Birkaç saniye sonra büyük bir panik başlamıştı. İnsanlar arkasına bakmadan cisimleniyordu.

“Harry’yi bulmalıyız.” dedi Sirius, Lorien’i bileğinden yakalayıp peşinden sürükledi. Kalabalığın arasında onu bulmak çok zordu. Harry, masaların arasından Sirius’u yakaladı. Ron ve Hermione tam yanında duruyordu.

“Hemen gidiyoruz.” dedi Sirius, Harry’yi sıkıca tuttu. “Sen benimle geliyorsun. Hermione, sen de Ron’a eşlik et.”

Hermione de aynı şekilde Ron’un koluna yapıştı.

“Karargaha cisimleniyoruz, nasıl yapacağınızı biliyorsunuz. Hazır mısınız?” 

Hepsi birden başını salladı.

“Gözlerinizi kapatın!” diye uyardı Sirius.

İkisi başarıyla cisimlenirken, sona kalan Lorien, Ölüm Yiyenlerin düğünü basmaya başladığını fark etti. Bahçeye kara pelerinliler doluşuyordu. Çığlıklar yükselmeye başladı; çarpışma sesleri, duman… Ortalık fena halde karışıyordu. Lorien gitmek değil, bakmak ve görmek istiyordu. Aralarında Snape’in olup olmadığını merak ediyordu ancak biraz daha oyalanırsa asla kaçamayacağını biliyordu. Belki de Snape nihayet Hogwarts’a dönmeyi başarmıştı, ait olduğu yere.

Gözlerini kapadı ve tekrar açtığında kendini yemyeşil çimlerin üzerine savrulmuş halde buldu. Hala tek parça olduğu için şükrediyordu. Başını kaldırınca karargahta değil, Hogwarts arazisinde olduğunu fark etti.

“Bu… imkansız.” diye fısıldadı kendi kendine. Hogwarts’a cisimlenmek yasaktı ama birileri bu yasağı bozmuştu ve bunun iyiye işaret olmadığını biliyordu. Ayağa kalkıp okula göz gezdirdi. Ölüm Yiyenler Hogwarts’ın çevresini sarmıştı. Onlarcası aynı anda hem düğünde hem Hogwarts’taydı. Yoldaşlık ise dağılmış durumdaydı.

Biliyorlardı, diye düşündü Lorien. Gafil avlamak için düğünü beklediler.

“Asanı yere bırak.” dedi buz gibi bir erkek sesi.

Kafasını çevirdiğinde karşısında üç tane maskeli Ölüm Yiyen’in çevresinde toplandığını fark etti. Üçü de asalarını ona doğrultmuş hazırda bekliyordu. Lorien’in elleri titredi; yalnız ve savunmasızdı. Ona yardım edecek tek kişi bile yoktu.

“Asanı yere bırak!” diye tekrarladı ikinci Ölüm Yiyen tehditkar bir sesle.

Lorien yapabileceği tüm hamleleri hesapladı ancak sonu aynı bitiyordu: ölüm. Yavaşça eğilip tek dostunu yeşil çimlerin üzerine bıraktı.

Ölüm Yiyenlerden biri hemen öne çıkıp asayı kaptı.

“İyi bir kız…” dedi diğeri, sesi tiksindirici bir sevecenlikle. “Direnmeye kalksaydın… acı çekerdin.”

Lorien gururunu yutmak zorunda kaldı. Hogwarts’a geldiğinde bütün nöbetçilerin etkisiz hale getirildiğini gördü. Tam ortada McGonagall, Flitwick ve birkaç profesör savunmasız halde duruyordu. Aynı şekilde onların da asaları ellerinden alınmıştı.

Lorien, McGonagall’ın yanına doğru ilerledi. Profesör, onun elini sıkıca tutup kavradı. İlk kez birbirlerinin gözlerindeki korkuyu açıkça gördüler.

Lorien, onları kurtaracak birinin gelmesini umdu. Dumbledore, Snape, Zümrüdüanka Yoldaşlığı… herhangi biri. Ama hiç kimse yoktu.

Maskeli Ölüm Yiyenlerden biri öne çıktı. “Bakanlık düştü.” diye duyurdu. “Hogwarts artık Karanlık Lord’a ait. Ya itaat eder ya da ölürsünüz.”

McGonagall’ın dudakları kımıldadı ama ses çıkmadı. Lorien, çocukluğunda ona bir yuva olan ve en güzel günlerini yaşadığı Hogwarts’ın şimdi bir cehenneme dönüşmesini seyretti.

Karanlık dönem başlıyordu.

Chapter 18: Severus Snape'in Dönüşü

Chapter Text

Yıl: 1997

Kitap: Harry Potter ve Ölüm Yadigarları 

 

Dinleme Önerisi:

🍂🍁 Godric's Hollow Graveyard 🍂🍁

 

Ruh emiciler Hogwarts arazisinin çevresini sarmıştı. Yakınlardaki bitki ve hayvanlar giderek cansızlaşıyordu. Profesörlerin kaleden çıkması yasaktı, dönem başlayana kadar da asaları geri verilmeyecekti. Kullanabilecekleri her bir tünel ve geçit Ölüm Yiyenler tarafından denetleniyordu. İstisnasız bütün öğrenci ve öğretmenler Hogwarts'a dönmek zorundaydı. Zavallı öğrenciler kendilerini neyin beklediğini bilmeden yola çıkmıştı.

Lorien pencereden donuk manzaraya bakarken kendini uyuşmuş gibi hissetti. Artık ne bir kurtarıcı ne de umut bekliyordu. Tek dileği herkesin yaşıyor olmasıydı. Düğünden sonra Weasley ailesine ne olduğunu bilmiyordu. Tonks, Lupin ve çocuklar güvende miydi bilmiyordu. En çok da Sirius’u düşünüyordu. Lorien'in karargaha gelmediğini anlayınca en kötü ihtimali aklına getireceğinden emindi. Böyle bir korkuya kapıldığında hayatını hiçe sayarak en tehlikeli yollara dalabilirdi. Aptalca bir karar vermediğini ummaktan başka elinden hiçbir şey gelmiyordu.

Çok merak ettiği başka biri daha vardı: Severus Snape. Diğer profesörler gibi okula geri dönmesini diledi. Aksi halde onları koruyacak kimse kalmayacaktı.

Lorien annesinin haftalar önce gönderdiği mektubu eline alıp bir kez daha okumaya başladı.

“Mektuplarımı görmezden geldiğinin farkındayım. Ama şunu kabul etmelisin; artık orası güvenli değil. Dumbledore öldüğüne göre Voldemort'u hiç kimse durduramaz. Geçen defa neler yaptığını görmedin. İnsanların ne kadar acı çektiği hakkında hiçbir fikrin yok. Şimdiye kadar yaşadıkların sadece bir başlangıçtı. Daha fazla oyalanmadan eve geri dönmeni istiyorum Lorien.

-Annen, Esma."

 

Bu mektubu Dumbledore'un ölüm haberini alır almaz yazmıştı. Onun ne kadar haklı olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu.

Lorien, babası öldükten sonra boğucu bir yas dönemine girmişti. Üstelik annesinin gözündeki ışığın yavaş yavaş söndüğüne tanık oluyordu. Artık annesinin tek amacı vardı; kızını güvende tutmak. Voldemort'un yükselişi sırasında İngiltere'de kalmayı reddetmiş ve Lorien mezun olur olmaz İstanbul'a geri dönmüşlerdi. Voldemort tehdidinden olabildiği kadar uzak yaşayan Lorien, yaşananları yalnızca büyücü gazetelerinden takip edebiliyordu. Orada huzur içinde yaşarken her şey değişmişti. Geri döndüğünde nice aileler paramparça olmuştu. Asla yıkılmaz sandığı Çapulcuların hazin sonunu duyunca inanmakta epey zorlandı. Peter kayıptı. James ve Lily ölmüş, Sirius birçok kişinin ölümünden sorumlu tutularak Azkaban'a atılmıştı.

Snape bir Ölüm Yiyen olmuş ancak bu karanlık yoldan vazgeçip Dumbledore'un himayesi altına girmişti. Lorien onu tanıdığı haliyle hatırlıyordu. O her zaman bir kitabın içine gömülen, sessiz ve kendi halinde bir çocuktu. Beş para etmez arkadaşlarına rağmen İksir sınıfının en parlak öğrencisiydi. Yıllar sonra tekrar karşılaştıklarında bıraktığı gibi olmadığını fark etti. İnsanlarla arasına yüksek duvarlar ören soğuk bir adama dönüşmüştü.

Ama bu defa kaçamayacağını biliyordu. Snape onu öptüğü an, buraya bağlamış ve kendine mühürlemişti. Bu defa dostlarını ölü bulmak istemiyordu.

Bugün akşam bütün öğrenciler geri dönecekti. Ölüm Yiyenler okulun hemen her köşesinde nöbet tutuyordu. Lorien kahvaltı için Büyük Salon'a indiğinde profesörlerin kendi aralarında fısıldaştığını fark etti.

McGonagall, göz ucuyla Lorien’i süzdü. “Evergreen,” dedi kısık bir sesle yanındaki boş sandalyeyi işaret ederek. “Gel, görmen gereken bir şey var.”

Hemen ardından katlanmış gazeteyi ona uzattı. Başlığı okuyunca küçük dilini yutmak üzereydi.

“Severus Snape Hogwarts’a Müdür Olarak Atandı.”

Lorien gazetedeki resme bakarken kalbi deli gibi çarpıyordu. “Snape… müdür mü olacak?” diye fısıldadı Lorien, inanamayarak.

“Korkarım öyle.” dedi McGonagall. “Dua edelim de biraz insafı kalmış olsun.”

Lorien ilk günden beri onun gelmesini dilemişti ama müdür olarak döneceği aklının ucundan bile geçmemişti. Üstelik bu kez nasıl bir Severus'la karşılaşacağını bilmiyordu.

Odasına döndüğünde zaman geçmiyor gibiydi. Sanki biri zamanı kasten durduruyordu.

Akşam olduğunda öğrencilerin hepsi Büyük Salon'da toplanmıştı. Lorien, kapıya vardığında hala titriyordu. Kürsünün önünde duran Severus’u hemen fark etti; aynı siyah pelerini ve değişmeyen ciddi yüz ifadesiyle salonu süzüyordu. Çok geçmeden gözleri kapıda duran Lorien'i yakaladı. Lorien bir an yürümeyi unutmuştu; ayakları kurşun gibi ağırlaşmış halde ilerlemeye başladı. Kürsünün önünden geçerken Severus'un bakışları birkaç saniye boyunca Lorien’in yüzünde gezindi ancak gözlerindeki ifade hiç değişmemişti. Ne düşündüğünü anlamak imkansızdı.

Herkes yerleştikten sonra Severus'un sesi bütün salonda yankılanıyordu.

"Ben Hogwarts'ın yeni müdürü Severus Snape. Bu yıl okulda yeni bir düzen olacak. Şunu aklınızdan çıkarmayın: Hogwarts artık gevşekliğe, tembelliğe, başıboşluğa tahammül etmeyecek. İtaatsizliğin… çok ağır sonuçları olacak." dedi kelimeleri teker teker telaffuz ederek.

Lorien, birinci sınıf öğrencilerinin korkudan titrediğini fark etti. Ne kötü bir başlangıçtı onlar için. Snape’in gözleri onların ürkek bakışlarında dolaştıktan sonra konuşmasına devam etti.

"Bu yıl disiplini sağlamak için iki yeni profesör görevlendirildi. Bay Amycus Carrow, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma derslerinizi üstlenecek ve Bayan Alecto Carrow ise Muggle Çalışmaları dersinizi yürütecek. Ayrıca her ikisi de okulun disiplininden sorumlu olacaklar."

Carrow’lar böbürlenerek ayağa kalktı neredeyse alkış bekliyor gibiydiler. Ancak salondan çıt çıkmadı.

“Her öğrenciden beklentim... kendi binasına onur kazandırmasıdır. Her öğretmenden beklentim görevini kusursuz yerine getirmesidir. Aksi durumda… herkes sonuçlarına katlanır."

Lorien, McGonagall’ın öfkeden titrediğini fark etti. Öğrenciler arasında endişeli fısıldaşmalar yükselmeye başlamıştı.

Snape’in bakışları tekrar salonun üzerinde gezindi. “Hepinizin anladığını düşünüyorum. Artık seçme töreni başlayabilir.”

Pelerini arkasından savrulurken Alecto ve Amycus'un yanındaki müdür koltuğuna yerleşti. Severus tören boyunca Lorien'in bakışlarını görmezden gelmişti. Seçmen Şapka yeni öğrencileri binalarına yerleştirdikten sonra yemekler masalarda belirdi.

Bu defa kimsenin iştahı yoktu.

Lorien onun her adımını dikkatle izliyordu. Yüzünde tanıdık bir şeyler aradı. Hala aynı Severus olduğunu ispatlayan küçük bir işaret... fakat bakışları istemediği birinde karşılık buldu.

“Sizinle tanışmadık…" dedi Amycus onu baştan aşağı süzerek, "Adınız neydi?"

Lorien kendisine dönen sinsi bakışlar karşısında irkildi. "Lorien." dedi kısık bir sesle, "Lorien Evergreen."

“Hımm…” diye uzattı Amycus, dudaklarının kenarında nahoş bir gülümseme belirdi. "Kehanet profesörü olduğunuzu duydum. Epey gençmişsiniz doğrusu... Kehanet görebiliyor musunuz bari?"

Alecto ve Amycus merakla vereceği cevabı beklediler. Lorien tam konuşmak üzereyken Severus, yalnızca onun görebileceği şekilde parmağını kaldırıp susmasını işaret etti. Onları dinlediğinin farkında bile değildi.

"Hayır, göremiyorum." diye yalan söyledi Lorien, "Sadece teorik eğitim veriyorum."

Amycus'un dudaklarında küçümseyen bir gülümseme belirdi. “Teorik mi? Bütün gün oturup çay yapraklarına bakarak tahmin mi yürütüyorsun yani?”

Hemen yanında oturan Alecto, bunu epey komik bulmuştu.

“Size söyledim.” dedi Snape buz gibi bir sesle araya girerek, “Kehanet görecek kabiliyete sahip değil.”

Amycus ve Alecto çirkin bir sırıtışla yemeklerine devam ettiler.

Severus bunun doğru olmadığını gayet iyi biliyordu. Demek beni hala umursuyorsun, diye geçirdi içinden. Koruma çabası Lorien'in gülümsemesine sebep olmuştu.

Zaman ilerledikçe öğrenciler birer birer dağılmaya başladı. Lorien dalgın halde tabağını karıştırırken Carrow’lar sandalyelerini gürültüyle çekip salonu terk ettiler. Severus ise hala masada oturuyor, öğrencileri tarıyordu.

Lorien, cesaretini toplayıp onunla konuşmaya karar verdi. Ne diyeceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Tam ağzını açmıştı ki Severus ondan önce davrandı.

"Okul hakkında rapor vermenizi istiyorum," dedi Snape gözlerini salondan ayırmadan, "Gece yarısından önce ofisimde olun."

Lorien, bunların kendisine söylendiğini anlayınca nefesini tuttu. Severus sözlerini bitirir bitirmez ayağa kalkıp salondan çıktı.

Gece yarısına yarım saat kala Lorien, sessiz adımlarla müdür odasına doğru ilerlemeye koyuldu. Bunun konuşmak için bir bahane olduğunun farkındaydı ve zihninde yüzlerce ihtimal dönüyordu.

Kapıyı araladığında Severus’u tablolarla konuşurken buldu. Göz göze geldiklerinde Lorien'in bütün endişesi eriyip gitti. Sarılmamak için kendini zor tutuyordu.

“Severus… Seni çok merak ettim,” dedi titreyen sesiyle.

Snape’in duruşu bozulmadı.

“Müdür Severus Snape,” diye düzeltti sakince. “Bunu açıkça söylediğimi sanıyordum. Okul sınırları içinde hitabınıza dikkat edin, Bayan Evergreen. Asıl meseleye gelecek olursak…" Odada bir kaç adım atıp ona döndü, "Kehanet gördüğünde hala donuyor musun?”

“Üzerinde çalışıyorum,” dedi Lorien.

“O halde daha çok çalış. Onlara kehanet görmediğini söyledim. Gerçeği öğrenirlerse seni koruyamam.”

Lorien gözlerini kısıp bir adım yaklaştı. “Şimdi de beni düşünmeye mi başladın? Ne yapmaya çalışıyorsun, Severus?”

“Beni dinle,” dedi Snape, kelimeleri bir bıçak gibi keskinleşmişti. “Burası artık Dumbledore’un Hogwarts’ı değil. Bana öyle bakamazsın, benimle öyle konuşamazsın.”

“Biliyorum.” dedi Lorien, sesi en az onunki kadar sertti.

“Biliyorsun ama dikkatin çabuk dağılıyor.”

“Evet…” diye patladı Lorien sonunda. “Beni öptüğünde ya da öldürmek için asa doğrulttuğunda!”

Tabloda uyuyor gibi görünen müdürler başlarını kaldırıp fısıldaşmaya başladılar.

“Öldürmek mi?” dedi Severus alçak bir sesle. “Seni öldürmeye çalıştığımı mı sanıyorsun?”

Lorien’in dudaklarında acı bir tebessüm belirdi. “Pek özlemiş gibi görünmüyordun.”

“Biraz dikkatli baksaydın...” dedi Severus yaklaşarak, “Bellatrix ve Yaxley’i uzaklaştırdığımı görürdün.”

Lorien güldü. “Sen de bu işi kendin halletmeye karar verdin sanırım.”

Snape'in gözleri öfkeyle daraldı. Bir adım öne çıkıp tükürür gibi konuştu. “Bir savaşta kendini savunman gerekir, Evergreen. Ama görüyorum ki sen bunu yapamayacak kadar acizsin… ya da fazlasıyla saf.”

Şimdi hangisi daha ağır basıyordu? Öfke mi yoksa utanç mı? Lorien ayırt etmekte epey zorlandı. Snape yaklaşmaya devam ettikçe Lorien'in kalbi hızlanıyordu. Bunu bilerek yaptığını düşündü, sanki onu bir tür sınavdan geçiriyordu.

“Bu da bizi az önceki meseleye getiriyor,” diye devam etti Snape, Lorien’in kızaran yanaklarına bakarken. “Dikkatin çabuk dağılıyor... fazlasıyla belli ediyorsun.”

Haklı çıkmanın verdiği acımasız memnuniyet gözlerinden okunuyordu. Lorien kendini ele veren bu özelliğinden nefret ediyordu.

İkisi arasında kısa bir sessizlik oldu.

"Dikkatimi dağıtan şey belli değil mi?" diye sordu Lorien usulca.

Snape nedenini gayet iyi biliyordu. Gözlerini kaçırıp masadaki parşömenlere yöneldi. “Çıkabilirsin,” dedi kayıtsız bir ses tonuyla.

Lorien bu tartışmanın hiçbir yere varmayacağını anladığında başını eğip sessizce kapıya yöneldi.

“Evergreen…” dedi Severus, tam çıkmak üzereyken.

Arkasını dönünce elinde tuttuğu asayı gördü. Lorien'in gözleri parladı. Bunca zaman orada durduğunu farketmemişti bile.

“Asanı unuttun.” dedi Severus, sesinde belli belirsiz bir yumuşamayla.

Lorien geri dönüp asasını alırken hiç acele etmedi. Gözleri birkaç saniye boyunca Severus'un yüzünde oyalandı. "Teşekkür ederim." dedi fısıltıyla.

Severus kısa bir baş hareketi yaptıktan sonra onun gidişini seyretti. Hemen ardından Nigellus Black'in tablosuna yürüdü.

"Onu ve çocukları gözetleyin" dedi düşük bir sesle, "durumun ciddiyetini kavradığını sanmıyorum."

Dumbledore'un portesi araya girdi, “Ben de aynı şeyi senin için düşünüyordum, Profesör Snape.”

Chapter 19: Veritaserum

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

 

Yıl: 1997

Kitap: Harry Potter ve Ölüm Yadigarları

 

Karanlık Sanatlara Karşı Savunma sınıfındaki öğrenciler son derece gergindi. Amycus ilk dersinde karanlık sanatların öneminden bahsetmişti. Şimdiyse kürsünün önünde küçük bir kurbağa duruyordu. Amycus ağır adımlarla sınıfın ortasına yürürken öğrencilerin gerginliği giderek artıyordu.

"Bugün… gerçek büyünün ne olduğunu göreceksiniz.” diye başladı Amycus, ağır bir sesle. “Gerçek büyü yalnızca kitaplarda öğrenilmez. Denemek, görmek, hissetmek gerekir.”

“İyi şeyler hissetmiyorum.” diye fısıldadı Neville, yanında oturan Ginny'ye.

Amycus yeniden kürsüye yöneldi ve önünde duran küçük kurbağaya baktı. Asasını kaldırdı ve kimsenin hazır olmadığı o karanlık büyüyü savurdu.

“Crucio!”

Kurbağa acıyla çırpınırken kulakları tırmalayan bir feryat kopardı.

“Ne kadar güçlü bir büyü olduğunu görebiliyor musunuz?” dedi Amycus hayranlıkla.

Çocuklardan bazıları kulaklarını tıkarken bazıları olduğu yerde donakalmıştı. Amycus asasını indirip onlara baktı.

“Şimdi sıra sizde.” dedi normal bir şey ister gibi.

Sınıfta derin bir sessizlik oluşmuştu.

“Bizden bunu isteyemez.” diye fısıldadı Neville, Ginny'ye doğru eğilerek.

Amycus’un gözleri anında ona çevrildi. “Longbottom. Sen! Ayağa kalk.”

İsmi söylenen Neville’in yüzü bembeyaz olmuştu. Ayağa kalkarken dizleri titriyordu.

“Asanı getir ve gel.” dedi Amycus, net bir sesle.

Neville'in gözleri kurbağanın kasılan bedenine kaydı. İsteye istemeye sırasından çıktı ve kürsüye doğru ilerledi.

“Ne bekliyorsun?” diye tısladı Amycus.

Neville birkaç saniye süren sessizliğin ardından başını eğip “Ben...yapamam.” diye fısıldadı.

Amycus kaşlarını çattı. “Ne dedin sen?”

Neville yeniden başını kaldırınca göz göze geldiler.

“Ben böyle bir şey yapamam.” diye tekrarladı Neville, bu defa sesi daha kararlı çıkıyordu.

Bütün sınıf nefesini tuttu.

Amycus öfkelenmeye başlıyordu. “Tekrar etmemi istemezsin, çocuk. Hemen dediğimi yap.” diye kükredi.

Neville’in gözleri masadaki kurbağaya kayarken asasını daha sıkı kavradı. “Hayır.” 

Amycus’un yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu. “Anlaşılan bu okulda itaatsizlik en büyük eksiklerimizden biri.” 

Asasını Neville’in göğsüne doğrulttu. “Crucio!” diye haykırdı.

Luna minik bir çığlık koyuverdi.

Lanet Neville'in bedenine çarptığında acı içinde kıvranmaya başladı.

“Ona zarar veriyorsunuz!” diye ayağa kalktı Ginny.

Amycus'un yüzünde pis bir gülümseme belirdi. “Amacım da bu ya zaten.”

Neville yerde kıvranmaya devam ediyordu, dizlerinin üzerine çöktü. Amycus asasını indirmeden önce gözlerini sınıfta gezdirdi. “Bilmeniz gereken ilk şey... bunun büyük bir acı çektirdiğidir. Ancak ileri gidildiğinde...” Başını yere indirip ona baktı,  "Kurban akıl sağlığını kaybedebilir. Bunu en iyi ailen bilir, değil mi Longbottom?" 

Neville yumruklarını sıkarak ona baktı. St Mungo'da yatan anne ve babası Cruciatus laneti yüzünden akıl sağlığını kaybetmişti.

Amycus tekrar asasını indirdiğinde bir çamaşır gibi yere yığıldı. Luna koşup cılız kollarıyla onu tutmaya çalıştı.

“Bugün oldukça verimli geçti.” dedi Amycus  soğukkanlılıkla, “İtaat etmediğinizde neler olacağını gördünüz. Bir daha böyle bir hata yapacağınızı sanmıyorum.”

Hemen sonra ardına bakmadan sınıftan çıktı. Bütün sınıf yerde yatan Neville’in başına üşüştü.

“İyi misin?” diye fısıldadı Luna.

Neville cevap verecek gücü kendinde bulamamıştı.

“Onu hemen Madam Pomfrey’e götürmeliyiz,” dedi Ginny.

Cüsseli iki erkek öğrenci Neville’i kollarından tutup yerden kaldırdılar.

Lorien kehanet sınıfından çıkarken Amycus ile karşılaştı. Amycus'un saçları hafifçe dağılmıştı. “İyi günler Profesör.” dedi neredeyse neşeli bir tonda.

Lorien yüzünü buruşturdu, içine kötü bir his çökmüştü. Çok geçmeden sınıftan çıkan öğrencileri fark etti. Yüzleri solgundu, bazıları gözyaşlarını siliyordu. İki öğrenci aralarında Neville’i taşıyordu.

“Ona noldu böyle?” diye fırladı Lorien, solgun yüzünü dehşetle incelerken.

Rawenclaw'dan bir kız titreyen sesiyle öne çıktı, “Amycus ondan Cruciatus yapmasını istedi. Reddedince laneti onun üzerinde kullandı.” dedi burnunu çekerek.

Lorien’in kanı dondu. Dersten çıkan McGonagall ve Slughorn manzarayı görür görmez koştular. McGonagall, Neville’in nabzını kontrol ederken dudakları öfkeden düz bir çizgi halini almıştı.

“İnanılır gibi değil!” diye haykırdı. “Hemen hastane kanadına! Çabuk!”

Öğrenciler Neville’i taşırken Lorien içindeki kabaran öfkeyi kontrol edemiyordu. Eteğini hafifçe topladı ve burnundan soluyarak taş merdivenleri çıktı. Müdür odasına vardığında kapıyı tekmelercesine açıp içeriye girdi. Arkası dönük olan Snape yerinden sıçramıştı.

“Odama böyle giremezsin, Lorien.” diye uyardı Snape sert bir sesle. “Buranın müdür odası olduğunu unuttun mu?”

Lorien onun daha fazla öfkelenmesini beklemişti.

“Amycus!” diye patladı, “Ne cüretle bir öğrenciye Cruciatus laneti yapabilir!”

Snape'in yüzü buruştu. “Cruciatus mu?”

“Evet! Longbottom bir hayvana eziyet etmeyi reddettiği için!” diye bağırdı. Bütün öfkesini Snape’in üzerine boşalttığının farkındaydı ama son hali gözünün önünden gitmiyordu.

Snape ona doğru hızlıca birkaç adım attı. Sesi neredeyse bir fısıltı gibi çıkıyordu. “Şimdi ne demek istediğimi anlıyor musun?” diye sordu, “Ne kadar acımasız olduklarını görüyor musun?”

“Konumuz bu değil,” dedi Lorien, “Öğrencilere bu şekilde eğitim veremez! Bu eğitim bile değil... Düpedüz eziyet!”

“Verebilirler. Voldemort onlara her şeyi yapabileceklerini söyledi. Bir safkanı öldürmediği sürece… istediği cezayı verebilirler.”

“Yani öylece izleyecek miyiz?”

“Sen hiçbir şeye karışma.” diye uyardı Snape, “Onunla ben ilgilenirim.”

Hızlıca çekmeceleri karıştırken tiz sesler duyuldu. Ardından mavi bir iksir şişesini çıkarıp ona uzattı.

“Nedir bu?” diye sordu Lorien.

“Ruhundaki yaraya iyi gelecek bir iksir. Ona bundan ver, kendini toparlayacaktır.”

Lorien elindeki şişeyi incelerken, onu bir yerden tanıdığını fark etti.

 

🎧 John williams - A window to the past 

 

Hogwarts’ta ikinci sınıf öğrencisiydi; o yıl babasını kaybetmiş ve aynı zamanda kehanet yeteneğine sahip olduğunu öğrenmişti. İçindeki mutluluğun tamamen çekildiğini hissediyordu. Bir daha eskisi gibi olamayacağının farkındaydı.

Üstelik bu sıradan bir yas değildi, babasını kurtarabileceğini düşünürken yaşadığı vicdan azabı kalbini parçalıyordu. Derslerini dinlemiyor, yemek yemiyor ve arkadaşlarıyla konuşmuyordu.

Bazen Mızmız Myrtle’ın olduğu kızlar tuvaletine girip sessizce ağlardı. Aynaya her baktığında gözleri kıpkırmızı olur kimseyle göz teması kurmadan köşeye çekilirdi.

Yine bir gün öğle vaktinde gözleri kan çanağına dönmüş halde kızlar tuvaletinden çıktı. Büyük Salon'un en ucunu oturup başını masada duran kitapların üzerine koydu. İnsanların gülüşmesi nedense sinirini bozuyordu. Gözlerini kapatıp bir süre uyumayı denedi. Elini kıpırdatınca ince bir şıngırtı duyuldu. Başını kaldırdığında, kitaplarının yanında mavi camdan yapılmış küçük bir iksir şişesi duruyordu. Üzerine de kısa bir not iliştirilmişti.

“Mutsuz hissettiğinde bir yudum iç.”

Lorien bunu kimin bıraktığını bulabilmek için çevresine dönüp baktı ama hiç kimseyi göremedi. İksir şişesini kaptığı gibi Büyük Salondan dışarıya fırladı. 

Masaların birinde Snape'in oturup sakince kitap okuduğunu görmüştü. Ancak o kadar sakindi ki iksiri bırakanın kendisi olduğunu düşünmedi.

“Demek sendin.” dedi Lorien, gözleri parlayarak.

Snape kaşlarını kaldırdı. “Anlayamadım?”

“Babam öldüğünde… biri masama bu iksiri bırakmıştı. O sendin.” 

“Hatırlamıyorum.” dedi Snape düz bir sesle. Ama dudaklarında ufak bir gülümseme gördüğünden emindi.

“Ne kadar iyi geldiğini bilemezsin.” diye itiraf etti Lorien.

Snape'in sırtı hafifçe dikleşti, gururu okşanmış gibiydi. Lorien gitmek üzere arkasını dönünce arkasından seslendi.

“Onlara benim verdiğimi sakın söyleme.” 

“Merak etme.” dedi Lorien. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle odasından çıktı. Snape'in de gülümsediğini hissedebiliyordu. Odadan çıkarken Snape’in de gülümsediğini biliyordu.

Lorien hastane kanadına geldiğinde, Neville boş gözlerle tavana bakıyordu. Geldiğini belli etmek için hafifçe boğazını temizledi.

Neville yerinde toplanmaya çalışırken başucuna oturdu. “Nasıl oldun? Daha iyi misin?” diye sordu Lorien.

“Beni en çok üzen neydi biliyor musunuz Profesör?” dedi Neville cılız bir sesle, “Annem ve babam aklını kaybederken ne kadar acı çektiğini anladım.”

Lorien’in boğazı düğümlendi. Elini avcunun içine aldı. “Keşke bunları hiç yaşamamış olsaydın.”

Neville sessizce başını eğdi.

“Annenle baban seninle gurur duyardı.” diye itiraf etti gülümseyerek, “Bir Ölüm Yiyen'e kafa tutmak herkesin harcı değildir.”

Neville’in yüzünde zayıf ama gerçek bir gülümseme belirdi. “Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz?”

“Elbette.” dedi Lorien. Cübbesinin ceplerini karıştırıp iksir şişesini ona uzattı.

“Senin için bir şey getirdim… ama bu aramızda sır kalacak.”

Neville şişeyi alıp evirip çevirdi. “Bu nedir Profesör?”

“Bu ruhuna iyi gelecek bir iksir,” diye açıkladı Lorien, “Biraz içersen, kendini daha iyi hissedersin.”

Neville hafifçe kızardı. “Teşekkür ederim, Profesör Evergreen.”

Lorien acı tatlı bir tebessümle doğruldu ve kapıya yöneldi.

Ertesi sabah, Büyük Salon’da Carrow kardeşler keyif içinde kahvaltı ediyordu. Onları görür görmez Lorien’in öfkesi kabardı. Diğer profesörler onlardan özellikle uzak oturmuştu. Lorien de Snape’in yanındaki boş sandalyeyi seçti.

“Günaydın, Müdür Snape.” dedi Lorien, resmi olmaya özen göstererek.

Snape başını hafifçe eğip karşılık verdi.

Lorien’in gözleri Gryffindor masasına kaydı. Neville oradaydı, arkadaşlarının arasında geri dönmüş gülüyordu. Yüzü düne göre çok daha canlıydı.

Neville'in gözleri Büyük Salon'a gelen Profesör Lorien'e kaydı. Neville başını eğip teşekkür eder gibi gülümsedi. Lorien de aynı şekilde ona karşılık verdi. Yeniden kahvaltısına döndüğünde cübbesinin kolunun açılmış olduğunu gördü. İzleri açığa çıkmıştı. Paniklemeden önce kollarını kendine çekti ve göz ucuyla Snape’i kontrol etti.

Snape tabağına dönmüş gayet sakin bir ifadeyle tabağındakileri bölüyordu.

Lorien rahat bir nefes alıp kahvaltısına devam etti.

Gün batıyordu. Lorien koridorda köşeyi döndüğünde hızla ilerleyen siyah bir siluet gördü. Pelerini rüzgar gibi arkasından savruluyordu.

“Profesör Snape.” dedi Lorien, adımlarını yavaşlatarak. “Sizi yeniden Hogwarts koridorlarında görmek ne hoş.”

Snape başını çevirip kısa bir an ona baktı, “Evergreen, işim var.” dedi aceleyle, “Derslerden sonra odama uğrayın. Öğrencilerin derslerini düzenlememiz gerek.” 

Lorien bunun buluşmak için bir bahane olduğunu düşündü. Ne zamandan beri kehanet derslerini umursuyordu ki?

Snape koridorda uzaklaşırken pelerini savrularak peşinden gitti. Lorien mavi şişeyi hatırladı ve dudaklarına geniş bir gülümseme yayıldı 

Gece yarısına doğru Lorien yavaşça kapıyı araladı. Snape ellerini arkasında kenetlemiş dışarıyı seyrediyordu.

“Bu ne incelik… kapıyı kırmadan geldiniz.” dedi alaycı biçimde.

Sakinken yaptıklarını hatırlamak utanç verici geliyordu. Lorien hafifçe kızarırken elindeki kağıtları uzattı.

“Masaya bırakın.” dedi Snape, göz ucuyla bakarak.

Lorien onları masadaki fincanının hemen yanına koydu. Ancak asıl meselenin bu olmadığını biliyordu.

"Bir şey daha var.” dedi Snape, “Şu şişeyi açar mısınız?”

Lorien’in bakışları masaya kaydı. Küçük koyu renkli bir şişe orada duruyordu. Bir an duraksadı, sonra kapağı çevirdi.

“İki damla.” dedi Snape, gözlerini ondan ayırmadan. “Fincana.”

Sesi o kadar sakindi ki itiraz etmeye yer bırakmıyordu. Lorien iksiri damlattığında çayın yüzeyinde küçük dalgalar oluştu. “Bu nedir?” diye sordu Lorien kuşkuyla.

“Veritaserum." dedi Snape sakince, "Sorularıma dürüst cevaplar vermezseniz bir yudum almak zorunda kalacaksınız. Açıkçası bu yöntem çok daha basit olurdu Evergreen... Ancak şimdilik gerekli görmüyorum.”

Lorien kaşlarını çattı. "Ben bir öğrenci değilim, bir profesörüm."

Snape ellerini masaya dayayıp Lorien'e doğru eğildi. "Ben de bu okulun müdürüyüm..." diye karşılık verdi, "yoksa itiraz mı edeceksiniz? Kime?" Yüzünde kibirli bir gülümseme belirdi. Bulunduğu konumu her fırsatta hatırlatmaktan zevk alıyordu.

Lorien, bu işin içinden nasıl çıkacağını bilmiyordu. Onu asıl korkutan şey ise Snape’in ne tepki vereceğini bilememesiydi. Öfkelenecek miydi yoksa St Mungo’ya mı gönderecekti?

Snape kollarını masadan çekip yeniden doğruldu, “Şimdi Bayan Evergreen," dedi sesini yükselterek, "Kolundaki izleri anlatmakla başlayabilirsin.”

Notes:

Beğendiyseniz yorum bırakmayı unutmayın lütfen. 😍

Chapter 20: Severus ile Gece Yarısı

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

Kitap: Harry Potter ve Ölüm Yadigarları 

 

“Beni herhangi bir şey anlatmaya zorlamanız doğru değil,” diye itiraz etti Lorien.

Snape masadaki şişeye uzanıp kapağını açtı. “Sizin sırlarınız Hogwarts’ın güvenliğini ilgilendiriyorsa bana aittir,” dedi gözleri tehditkar biçimde parlarken. “Bir damla Veritaserum, Bayan Evergreen. Bana yalan söylediğinizde bunu fark ederim.”

"Beni St. Mungo'ya göndermeyeceğinize ya da Bakanlığa bildirmeyeceğinize söz verin." dedi Lorien çaresizce.

Snape'in sabrı taşmak üzereydi. Artık kaçışı olmadığını biliyordu. "Kehanetlerde gördüğüm ölümleri engelledim ve… bu izler onlardan kaldı.” dedi usulca.

Snape birkaç adımda önünde belirmişti. Sağ kolunu yakalayıp cübbesini sıyırdı; kolundaki koyu lekeler ortaya çıkmıştı. Yüzünde öfke ile dehşet karışımı bir ifade belirdi.

“Anlat,” dedi Severus dişlerinin arasından. “Kimin ölümünü engelledin?”

“Cedric,” dedi Lorien; kelimeler zoraki çıkıyordu.

Snape’in bakışları aniden keskinleşti. “Çadırın etrafında bir şeyler karıştırdığını biliyordum,” dedi. “Devam et.”

Lorien bu ismi telaffuz etmekten çok korkuyordu. “Sirius Black,” dedi fısıldar gibi. “Onu kehanetlerim sayesinde kurtardım.”

Snape'in gözleri şimdi daha karanlık bakıyordu. “Black için mi?” diye tısladı, sesi tıpkı bir zehir gibiydi. “O kibirli serseri için… kendini feda ettin, öyle mi?”

Parmakları Lorien’in kolunu biraz daha sıkı kavramıştı. Lorien, kıpırdamaya bile cesaret edemedi.

“Bunun sadece bir tesadüf olduğunu sanmıştım,” diye devam etti Snape. “Ama sen sonuçlarını bildiğin halde gerçekten yaptın… Bu kadar mı körsün? Bu kadar mı düşüncesizsin, Lorien?”

“İzin veremezdim,” dedi Lorien, çaresiz halde.

Snape çabucak diğer koluna uzandı ve yine aynı manzarayı gördü. “Daha kaç tane var?” diye sordu dişlerinin arasından.

Lorien’in dudakları titredi. “İki tane daha. Dumbledore ve Moody. Ama… Dumbledore bilmiyor. Ona söylemedim.”

Lorien, Snape’in bakışları karşısında küçülüp yok oluyormuş gibi hissetti.

“Kendini kahraman mı sanıyorsun? Bu izler madalya değil, aptallığının kanıtı. Doğruca haber etmeliydin.”

“Korktum,” dedi Lorien, gözleri dolmaya başlamıştı. “Bir şifacıya gittim.”

"Demek bir şifacıya gittin..." dedi Snape küçümseyerek. "Peki, o ne dedi?"

"Bana bir karışım önerdi. Kurutulmuş ayçiçeği yaprağı, lavanta ve gümüş tozu."

"Bu saçmalık. Karanlık büyüyü lavanta silecek mi sanıyorsun?"

Parmağıyla kolunu işaret etti. "Bu başka bir şey. Basit bir karışım ile geçmez. Böyle şarlatanlarla vakit kaybetmek yerine doğruca bana gelmeliydin."

“Beni korkutuyorsun,” dedi Lorien.

“Korksan iyi olur,” dedi Snape. Lorien'in kollarını bırakıp şömineye doğru adımladı.

Lorien'in sesi yalvarır gibiydi. “Beni St. Mungo’ya gönderme, Severus. Ne istersen yaparım.”

Severus buz gibi bakışlarını ona çevirdi ancak tek kelime etmeye fırsat bulamadan Nigellus Black’in sesi tablodan yankılandı.

“Müdür Severus, sizin o akılsız küçük yavrularınız ortalığı karıştırmış. Duvarlara ‘Dumbledore’un Ordusu Yaşıyor’ yazmışlar. Carrowlar birkaç öğrenciyi sıkıştırmaya başladı.”

Snape’in omuzları iyice gerilmişti. “Bir bu eksikti,” diye homurdandı. “Odana dön, Evergreen. Bu meseleyi henüz bitirmedik.”

Lorien çabucak başını salladı. Snape müdür odasından rüzgar gibi çıkarken, bu mesele kapandığı için mutluydu. Odasına dönerken koridorda neler olduğunu görmeye çalıştı.

Duvarda kocaman harflerle “Dumbledore’un Ordusu” yazıyordu. Alecto ve Amycus Carrow, şüphelendikleri birkaç öğrenciyi yazının önünde tutmuş, tehdit ediyorlardı. Çevredeki öğrenciler ise nefeslerini tutmuş, sessizce izliyordu.

“Eğer gerçeği itiraf etmezsen, bir Crucio daha yersin, Longbottom!” diye bağırdı Amycus, asayı Neville'in suratına doğrultarak.

“Burada neler oluyor?” diye çıkageldi Severus. Pelerini arkasından savruluyordu.

“Duvara yazılar yazmışlar. Belli ki aptalın biri direniş çağrısı yapıyor,” dedi Amycus öfkeyle.

“Ve biz de onu bulmaya çalışıyoruz,” diye tamamladı Alecto.

Snape, ağır hareketlerle öğrencilerin yüzünü inceledi ardından kalabalığa dönüp tok bir sesle konuşmaya başladı.

“Bunu kim yaptıysa cezasını en ağır şekilde çekecek,” dedi gözlerini kısarak. “Ve buna dahil olan herkes bulunup tek tek cezalandırılacak.” Sonra Ginny ve Neville'e döndü: “Siz ikiniz. Hemen ofisime gelin.”

İkisi başını eğdi ve Snape’in peşine düşüp onu takip ettiler.

"HERKES YATAKLARINA!" diye kükredi Amycus. Öğrenciler irkildi. Fısıldaşmalar sona ermiş ve herkes dağılmıştı.

Lorien, kalabalık dağılırken kimseye görünmeden odasına girdi. Kazasız bir gece geçirmişlerdi. Yatağına oturmak üzereyken arkasından gelen ani bir sesle yerinden sıçradı.

“Profesör Lorien!” dedi tiz bir ses.

Lorien hızla arkasına döndü ancak etrafta kimseyi göremedi. Gözlerini biraz daha aşağı indirince utangaç bir şekilde bakan pörtlek gözlerle karşılaştı.

“Dobby korkutmak istememişti efendim,” dedi ev cini, suçlu suçlu.

“Dobby!" diye çıkıştı Lorien, kalbini tutarak. “Sen buraya nasıl gelebildin?”

Ev cini başını eğdi. “Dobby size… çok gizli bir mektup getirdi!” dedi, elindeki zarfı uzatırken.

“Mektup mu? Kimden?”

“Sirius Black’ten,” diye fısıldadı Dobby.

Lorien, zarfı aldı ve elinden aniden alınacakmış gibi bir endişeyle bir çırpıda okumaya başladı.

 

"Sevgili Lorien,

Umarım bu mektup sana güvenli bir şekilde ulaşır. Dobby’ye güvenebileceğimi düşündüm—en azından seni bulacağına eminim.

O gece her şey bir anda kontrolden çıktı. Yakalandığını, hatta işkence gördüğünü düşündüm. Neyse ki hala hayatta ve güvendesin. Tabii buna “güvende” olmak denirse. Hogwarts’taki durumu yakından takip ediyorum. O lanet olası Ölüm Yiyenlerin gölgesinde yaşadığını düşünmek midemi bulandırıyor.

Bize gelince… çocuklar benimle güvendeler. Ne yaptıklarını tam anlatmıyorlar ama bazı nesneleri aradıkları kesin. Geçenlerde bana bir kolyeyi sordular. Aylar önce attığım çirkin şeyin. Neden peşindeler bilmiyorum ama çözmeye çalışıyorum. Şimdilik aramızda sessiz bir ateşkes imzaladık. Ben onlara karışmıyorum, onlar da beni görmezden geliyor. Şimdilik.

Bu arada izlerin ne durumda? Şifacının verdiği tarif işe yarıyor mu? Umarım öyledir, yoksa kısa bir ziyaret daha gerçekleştirmem gerekecek. İtiraf edeyim, kaçmak için bir bahaneye ihtiyacım vardı zaten. Unutmadan sana güzel bir haberim var: Tonks hamile. Onu görmek isteyeceğini biliyorum ve seni orada bırakmaya hiç niyetim yok. Eğer Dobby’yi bir mektupla gönderebiliyorsam, seni de Hogwarts’tan çıkarabilirim diye düşünüyorum. Dobby başaramazsa ben bir yolunu bulurum, merak etme.

–Patiayak'tan sevgilerle."

 

Lorien buna müsade edemezdi. Kaçmayı başarsa bile sonrasında olacakları düşünmek istemiyordu. Snape'in başını belaya sokmakla kalmayacak, onun güvenini sonsuza kadar kaybedecekti. Lorien hemen bir cevap karalamaya karar verdi. Mektubu yazarken Dobby'nin kapının yanında öylece beklediğini farketti.

"Otur lütfen, ayakta durma," dedi Lorien kibarca.

Dobby hoplayarak yatağın üzerine çıktı ve ayaklarını sallayarak beklemeye başladı. Kendi kendine bir şarkı mırıldanıyordu.

Lorien, ne yazacağını düşünerek birkaç cümle karaladı ancak hepsini buruşturup kenara atmak zorunda kaldı. Ona burada çocukların işkenceye maruz kaldığını, günlerde asasız gezdiğini anlatamazdı.

“Beklettiğim için üzgünüm,” dedi yeni bir parşömene uzanırken.

Dobby oturduğu yerde hafif hafif sallanıyordu. Üzerine kat kat giysiler geçirmişti; bir ev cinine göre çok komik görünüyordu.

“Kıyafetleri seviyorsun, değil mi?” diye sordu Lorien, gülümseyerek.

Ev cini başını hızlıca salladı. “Dobby kıyafetlere bayılıyor! Özgür Dobby, kendi çorabını kendi seçebiliyor!”

"İstersen dolabımdan birkaç parça alabilirsin."

Dobby'nin gözleri aniden patladı. “Gerçekten mi, efendim? Dobby… Dobby minnettar!”

Yatağın üstünden fırlayarak doğruca dolaba koştu. Dolabın kapağını açtığında içeriye büyülenmiş gibi bakıyordu. Lorien hafifçe gülümseyip yeniden parşömenine döndü.

 

"Sevgili Sirius,

Seni ve diğerlerini ne kadar özlediğimi tahmin bile edemezsin. Lütfen Tonks'a onu çok sevdiğimi söyle. Yanında olamadığım için çok üzgünüm. Keşke gelebilseydim ama sen de biliyorsun, bu çok tehlikeli. Bu söylediğimi hafife alacağını biliyorum ama ciddiyim. Eğer kaybolursam, Hogwarts’ta büyük bir kargaşa çıkar ve bunu göze alamam. O yüzden sakın ortalığı karıştırma.

Carrowlar hakkında söylenenler doğru. Güzel zamanlar geçirdiğimiz söylenemez. Onlarla baş etmek kolay değil. Öğrencilerin korkularını her gün görüyorum. Bazen onları koruyabildiğimi sanıyorum bazen hiçbir şeye yetmediğimi hissediyorum ama yine de dayanmam gerekiyor.

Ben de seni çok özledim. Tekrar görüşeceğimiz o günü iple çekiyorum. Ama o gün bugün değil.

Kendine iyi bak ve uslu dur.

Sevgilerle,

Lorien Evergreen."

 

Lorien, kafasını kaldırıp dolabı heyecanla karıştıran Dobby’ye baktı. Sonunda Noel ağacı işlemeli bir çorabı tutup ona gösterdi.

“Dobby bunu alabilir mi, efendim?” diye sordu gözleri parlayarak.

“Tabii ki alabilirsin,” dedi Lorien.

“Dobby minnettar!” diye bağırıp çorabı göğsüne bastırdı.

“Hepsi bu kadar mı?” diye sordu Lorien.

Dobby başını öyle hızlı salladı ki kulakları şapırdadı.

"Bunu ona ver," dedi Lorien yazdığı mektubu uzatırken, "ve beni habersiz bırakma lütfen."

Dobby mektubu iki eliyle alıp kat kat kıyafetlerinin arasına dikkatlice yerleştirdi. "Dobby sizi asla habersiz bırakmaz." diye cikledi ev cini. Sonra da bir pıt sesiyle ortadan kayboldu. 

Lorien odaya dağılmış kıyafet yığınına göz gezdirdi. Asasının tek hareketiyle hepsi eski yerine geri dönmüştü.

 

Sirius, Lorien'in yazdığı mektubun sonuna geldiğinde dudaklarının kenarı kıvrıldı.

“Uslu dur ha?”

Masadaki viskisinden bir yudum aldı. İçinde hafif bir isyan kabarıyordu; uslu durmak onun doğasına aykırıydı. Ancak o iki kelimenin ardında yatan kaygıyı hissedebiliyordu.

“Belki…” diye mırıldandı koltuğuna yaslanırken, “sadece bu seferlik.”

Ama içten içe biliyordu ki, Lorien’i bir daha görene kadar gerçekten uslu durmayacaktı.

 

Sonraki gece Lorien yeniden Severus’un ofisine çağrıldı.

“Benimle ne yapacağınıza karar verdiniz mi?” diye sordu Lorien, suçlu suçlu. Onun merhametine güvenmekten başka şansı yoktu.

“Henüz değil,” dedi Snape. “Ama önce şu masanın başına oturacaksınız ve bu izlerin ne anlama geldiğini bulacağız.”

Lorien masanın üzerine yığılmış olan kitaplara baktı.

“İkimiz mi?” diye sordu şaşkınlıkla. “Benim için mi?”

Snape ellerini arkasında birleştirdi. “O kadar işin arasında bundan zevk aldığımı sanmayın. Eğer St. Mungo’ya gitmek istemiyorsanız okumaya başlayabilirsiniz.”

Lorien başını salladı ve tek kelime etmeden kitaplara gömüldü. O gece neredeyse yarım düzine kitabı karıştırdılar, ama faydalı bir sonuca ulaşamadılar. Lorien bundan şikayetçi değildi; çünkü her başarısız sonuç ertesi gece yeniden bir araya gelmek demekti.

Sonraki gece tekrar müdür odasında buluştular. Snape, bu işi sessizlik ve titizlik içinde yürütüyordu. Her ne kadar eğlenceli sayılmasa da, onunla bu kadar uzun süre aynı ortamda bulunmak ve yalnızca birkaç adım ötede olduğunu bilmek, Lorien’e huzur veriyordu.

Gece ilerledikçe şöminenin ateşi odayı sıcak bir parıltıyla doldurdu. Lorien gözlerini kitaptan kaldırıp Severus’a kaçamak bir bakış attı. Alevlerin oynayan gölgeleri, onun keskin hatlarını daha da belirginleştiriyor ve çekici hale getiriyordu.

Parmaklarını satır aralarında gezdiriyor ve her satırı dikkatle okuyordu. Bu da Lorien’e daha fazla bakma fırsatı vermişti. Onun için bu kadar dikkatli okuduğunu bilmek içinde çocukça bir sevince sebep oluyordu. Dudaklarında bastıramadığı küçük bir gülümseme belirdi.

“İşine dön, Evergreen,” dedi Snape, başını bile kaldırmadan. Demek ki izlediğini fark etmişti. 

“Benim için bu kadar uğraşacağına inanmazdım,” diye itiraf etti Lorien.

"Bununla gurur mu duyuyorsun?" dedi Severus kaşlarını kaldırarak. "Görüyorum ki canın sıkılmaya başladı. Belki de St. Mungo'nun havası sana iyi gelir."

"Espiri yapmaya da gelmiyor," diye homurdandı Lorien ve yeniden kitaba döndü.

Saatler ilerledikçe kelimeler birbirine giriyordu. Kafası bulanıyor ve düşüncelerini toparlamakta zorlanıyordu. Aklından geçmemesi gereken şeyler dolanıp duruyordu; ona sarıldığını hayal etti, sonra da aniden öptüğünü. En kötü ne olabilirdi ki? Gözleri ağırlaşırken kafasını kollarının üzerine koydu ve birkaç dakika için gözlerini dinlendirmek istedi fakat uyuyakaldı.

 

Snape, kehanetler üzerine bu kadar lüzumsuz bilgiye hiç sahip olmamıştı. Yeni bir sayfaya geçmek için başını kaldırdığında, Lorien’in uyuyakaldığını fark etti. Saçlarından ince bir bukle masanın üzerine dağılmıştı. Yüzü ise alışık olmadığı kadar huzurlu ve sakindi. Gün boyunca inatlaşan o kadın gitmiş; yerine huzurlu ve neredeyse kırılgan biri almıştı.

Snape’in nefesi hızlandı.

"İşine dön," dedi kendi kendine. Yeniden sayfaya odaklanmaya çalıştı fakat zihni dağılmıştı. Gözleri bir süre daha yüzünde takılı kaldı. Onunla vakit geçirmek başlı başına bir tuzaktı — sinsi, fark ettirmeden içine çeken bir tuzak.

"Beni sürüklediğin onca şeyden sonra bir de mışıl mışıl uyuyorsun," diye mırıldandı yüzünde çarpık bir gülümsemeyle.

Saat ilerlerken Snape’in gözleri bir cümlenin üzerinde takılı kaldı. Anlamak için cümleyi birkaç kez okuması gerekti.

“Görüler saf bir ruha bağlandığında bedenle uyum içindedir. Ancak ruh lekelenirse bedenden kopmaya çalışır.”

Saf ruh… lekelenme… kopma.

Sözcükler beynine çivi gibi çakılıyordu. İçini kemiren ihtimali reddetmeye çalıştı ancak derisine kazınmış o acımasız izler satırları doğrular gibiydi.

Ölecek miydi?

Lorien kitapların arasında hiçbir şeyin farkında olmadan derin nefesler alıp sakince uyuyordu. Solgun teninde yanakları hafifçe pembeleşmişti. Hayat dolu ama bir o kadar da kırılgandı. Artık eskisinden bile daha kırılgan görünüyordu Snape’e.

O hep konuşan hep karşı çıkan Lorien’di. 

Ya bir gün o gözler hiç açılmazsa ne olacaktı?

Tıpkı Lily gibi.

Snape, kalbinde keskin ve tanıdık bir acı hissetti.

 

Notes:

Yorum bırakmayı unutmayın. :)

Chapter 21: Işığı Açık Oda

Chapter Text

Yıl: 1997

Kitap: Harry Potter ve Ölüm Yadigarları 

 

Lorien son dersine girmek üzere sınıfa doğru ilerliyordu. Koridordan geçerken Hogwarts bahçesine göz gezdirdi. Bahçe bomboştu; sadece Severus Snape vardı. Öğrenciler, onun bulunduğu yerde görünmeye cesaret edemezdi.

“Profesör Snape,” dedi Lorien, usulca yanına yaklaşırken.

Severus başını çevirip baktı, gelenin Lorien olduğunu anlayınca pek de şaşırmamışa benzemiyordu. Ellerini arkasında birleştirip tekrar dağların siluetini izlemeye döndü. Manzaranın tadını çıkarmaktan çok, düşüncelere dalmış gibi bir hâli vardı. Zaten Ruh Emicilerin gölgesinde Hogwarts ruhsuz bir kaleden ibaretti.

“Bu gece, on ikide yeniden buluşuyoruz, değil mi?” diye sordu Lorien, içinde tutamadığı bir umutla.

Snape cevap vermeden önce kısa bir sessizlik oldu. “Hayır,” dedi sonunda. “Artık buna vaktim yok.”

“Bu kadar mı yani?” diye sordu Lorien, sesi elinde olmadan düşmüştü. “Ama… hiçbir şey bulamadık ki.”

Snape'in dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme görünüp kayboldu. “Zaten uykusuzsunuz. Gidip biraz dinlenin,” dedi neredeyse düşünceli bir tonla. “Fakat öncesinde sizden istediğim bir şey var.”

Dönüp Lorien'in gözlerine baktı.

“Nedir?” diye sordu Lorien, istemeden panik olmuştu.

“Bir kez daha tek başına karar vermeyeceğine ve kadere karışmayacağına söz vermeni istiyorum.”

Lorien buna şaşırmadı. O, hiçbir zaman kehanetlerin doğasını anlayamamıştı. “Ah, elbette,” diye geçiştirdi.

Snape’in yüzü sertleşti. “Ben ciddiyim, Evergreen.”

“Kehanetler böyle çalışmıyor," diye açıkladı Lorien sabırla, "Sizin de bildiğiniz gibi anlık kararlar vermem gerekiyor.”

“O halde vereceğiniz ilk karar kimsenin işine karışmamak olsun,” diye sözünü bitirdi Snape.

Lorien durup düşündü, artık yalan söyleyecek gücü kalmamıştı. Bu defa dürüst olmaya karar verdi ve başını eğdi. “Yapamam.”

Snape'in gözleri öfkeyle kısılmaya başlıyordu. Bu bakışların hayırlı bir sonu olmayacağı belliydi. Lorien kendini kopacak fırtınaya hazırlamaya çalıştı. Ancak sesi son derece sakin ve dikenliydi.

“Ne yazık,” dedi Snape, “Demek yaş ilerlese de aptallık baki kalıyor.”

“Aptallık değil, cesaret!” diye çıkıştı Lorien.

“Mezarda yatanların çoğu cesurdu, Evergreen. Cesaret yalnızca aptalların işidir.”

Bir an sessizlik oldu. Lorien, sözlerinin ağırlığını hissetse de kararını değiştirmeyecekti.

“Bu gece beni rahatsız etmeyin,” dedi Snape sonunda. Pelerini sertçe savurup hırçın adımlarla içeriye döndü.

Günler ağır ağır ilerlerken Carrow’lar öğrencilere her zamankinden daha acımasız davranmaya başlamıştı; tıpkı Umbridge dönemindeki gibi yeni kurallar asılıyordu. Neville sık sık ceza alıyor, bazen de müdürün karşısında kendini buluyordu. Severus giderek daha az ortalıkta görünür olmuştu, bakışları eskisine göre daha sert ve göz altları daha koyuydu. Lorien, onu merak ettiği gecelerde bahçeye çıkıp camını gözetlemeye başladı. Çoğu kez odasının ışıkları sabaha kadar açık oluyordu. İçeride gölgelerin kıpırdadığını seçebiliyor ama Severus’u göremiyordu.

Başta öfkesini hatırlayıp görmezden gelmeye çalıştı ancak günler ilerledikçe kendini ikna etmekte zorlanıyordu. Her şeyin yolunda olduğunu bilmeye ihtiyacı vardı. Bir gün daha fazla dayanamayacağına karar verdi. Masanın üzerinde duran kehanet kitabının sayfalarını karıştırdı ve pek de alakası olmayan bir yazıyı bulup gösterme bahanesiyle odasından çıktı. Asıl amacı onu görmekti. Müdür odasına giden yolda parolayı söyledi ancak işe yaramadı. Bir yanlışlık olduğunu düşünüp tekrar denedi. Ancak parolanın değiştiğini birkaç deneme sonra fark edebilmişti. Gerçekten rahatsız edilmek mi istemiyordu yoksa yokluğu ile ona bir tür ceza mı veriyordu, emin olamadı.

"Benden uzak dur Snape, elbet karşıma çıkacaksın." diye mırıldandı.

Kitabın sayfalarını gürültüyle kapatıp geldiği yolu burnundan soluyarak geri döndü.


"Lumos." dedi Snape, asasını karanlık mahzende sallayarak. Parşömen parçasını açıp tükenen otlar listesine göz attı. Hepsini aldığından emin olduktan sonra koridordan süzülerek odasına yöneldi.

"Profesör Snape!" diye bağırdı arkasından bir ses.

Snape durdu. Bu sesi tanımamak imkansızdı. Elbette, Lorien'di. Hogwarts’ta başka hiç kimse onunla bu tonda konuşmaya cesaret edemezdi.

“Evet?” dedi soğuk bir sesle ona dönerek. Artık hemen ofisine dönmeyeceğini biliyordu.

“Odanıza giremiyorum, parolayı değiştirmişsiniz,” diye şikayet etti Lorien.

Snape yüzüne umursamaz bir bakış yerleştirdi. “Evet. Girme diye,” diye yanıtladı sanki bu durumun başka bir açıklaması olamazmış gibi.

Bir an, Lorien’in yüz ifadesinde bir kırgınlık yakaladı. Snape, onun dersini almasını umut ediyordu. Eğer gerçekten hatasını anladıysa inadından vazgeçerdi.

Snape arkasını dönmeye hazırlanırken yeniden Lorien’in sesi duyuldu: “Sırf dürüst davrandım diye çocuk gibi mi davranacaksınız yani?”

Snape olduğu yere çakıldı. Siniri yavaşça yükseliyordu.

“Çocuk gibi mi?” diye tekrar etti Snape. Öfkesini kontrol etmekte zorlandığı nadir anlardan birini yaşıyordu. Ancak onu öfkelendiren kişi hep aynıydı. “Siz, Evergreen, dünyanın yalnızca sizin kararlarınıza göre şekillendiğini sanıyorsunuz. Kimseyi dinlemiyor, hiçbir şeyi görmüyorsunuz.”

Ne kadar çabalarsa çabalasın akıllanmayacaktı. Bir gün bunun bedelini çok ağır ödeyeceğini biliyordu Severus. Belki de gerçeği itiraf etmesi gerekiyordu. Tabii, ne işe yarayacaksa...

“Demek öyle…” diye fısıldadı Lorien, alınmış bir halde.

“Sizin aksinize benim ne çocukluk yapma lüksüm ne de kaybedecek zamanım var,” diye cevapladı Snape. Ardından ters bir bakış atarak onu geride bıraktı.

 


Duncan Laurance - Arcade 

 

Birkaç gün sonra Lorien, Snape’in çağrısıyla müdür odasına geldi. Ya çok iyi bir haber alacaktı ya da gerçekten başı büyük beladaydı.

İçerisi beklediğinden farklıydı. Masanın üzeri parşömenler, notlar ve boş şişelerle kaplıydı. Köşede bir kazan fokurdayarak kaynıyor, odanın içine keskin bir iksir kokusu yayılıyordu.

Snape, elinde küçük bir şişeyle ona döndü. "Al bunu." 

Lorien kaşlarını çattı. “Bunu içmemi mi istiyorsunuz?”

“Evet. Çabuk,” dedi gözlerini ondan ayırmadan.

Lorien şüpheyle şişeyi aldı. Kokusuna baktı, tereddüt etse de sonunda birkaç yudumda içti. Keskin, yakıcı bir tat boğazını yakmıştı. Birkaç saniye geçti ancak kendinde hiçbir değişiklik hissetmiyordu.

“Eee?” diye sordu Lorien, beklentiyle.

Snape cevap vermedi. İleri atılıp kolunu kavradı ve cübbesini sıyırarak kolundaki izlere baktı. Hiçbir değişiklik yoktu. Kaşları çatıldı.

Lorien o an anladı: Onun için bir iksir geliştirmeyi deniyordu. Sabaha kadar yanan ışıklar, sessizlik içinde geçen günler bu yüzdendi. Lorien olduğu yerde kaldı.

Snape masasının üzerinde duran parşömenleri karıştırdı. Ardından hepsini masaya fırlatıp kollarını masaya koyup düşünmeye başladı.

“Nerede hata ediyorum?” diye mırıldandı kendi kendine.

“Beni seviyorsun,” dedi Lorien. Sesi odada yankılandı.

Snape kollarını masadan çekip yavaşça ona döndü. “Hayal görüyorsun,” diye itiraz etti hemen. “Ben işimi yapıyorum.”

Ancak bakışlarını kaçırıyordu. Gözleri duvardaki tabloların üzerinde gezindi.

“Gururunu geride bırakıp söylemek çok mu zor?” diye sordu Lorien.

“Hiçbir şeyden anladığın yok,” diye çıkıştı Snape, “Gururmuş…”

Lorien, onun tam önünde durdu.

“Bana bak, Severus. Gözlerime bak ve beni sevmediğini söyle.”

Snape çatık kaşlarla dönüp yüzünü inceledi. Bir an için söyleyeceğini sandı; ancak bunu yapmadı.

“Benim gibi biriyle mutlu olacağına nasıl inanırsın?” diye çıkıştı Snape. “Huzurlu evimizde küçük büyücü ve cadılar mı yetiştireceğiz zannediyorsun? Bunun sonu nasıl bitecek, hiç düşündün mü? Benim hikayemde mutlu son yok, Lorien.”

“Neden olmasın?” diye sordu Lorien titreyen sesiyle. Kelimenin tam anlamıyla çaresiz görünüyordu. İnatla astronomi kulesinde onu öpen adama ulaşmaya çalışıyordu.

Snape rahatsız bir şekilde yerinde kıpırdandı. Nereye gideceğini bilmeyen boş adımlarla odanın içinde birkaç kez yer değiştirdi. Sonunda durup bakışlarını ona çevirdi.

“Bu konuyu kapat,” dedi soğuk bir sesle.

Lorien geri adım atmadı. “Değişmeni beklemiyorum. Sadece bir kez olsun kendine dürüst olmayı dene, Severus.”

Snape sustu. Gözlerini onun gözlerine kilitlemişti, birkaç adım atıp ona yaklaştı. “Gerçekten istiyor musun… bunu?” diye sordu boğuk bir tonda. 

Lorien’in kalbi hızla çarpmaya başladı. Dudaklarını araladı. Ancak dışarıda bir ses vardı, kapı gıcırdadı. Snape anında geri çekildi ve yüzüne o  soğuk maskeyi geçirdi.

Amycus o uğursuz sırıtışıyla içeri süzüldü.

“Yanlış bir zamanda mı geldim, Profesör Snape?” diye sordu, gözleri ikisi arasında gezinirken.


 

Küçük bir soru: Aklınızda nasıl bir Snape var?

Chapter 22: Amycus Carrow'un Sırrı

Chapter Text

Yıl: 1997

Kitap: Harry Potter ve Ölüm Yadigarları 

 

Lorien o gece ofisten çıktıktan sonra ne olduğunu bilmiyordu. Severus bu konuda tek kelime etmemişti; yine de ona güveniyordu çünkü o her zaman bir yolunu bulurdu.

Yorucu bir ders gününün ardından Lorien, akşam yemeğine inmek üzere odasından çıktı.

Taş koridorda ilerlerken birtakım sesler duymaya başlamıştı. Bu sesi tanıyordu, her duyduğunda midesinde rahatsız edici kramplara sebep oluyordu. Durup sesin geldiği yönü takip etmeye karar verdi. Biraz sonra gördüğü manzara karşısında dehşete düştü.

Duvarda “Dumbledore’un Ordusu” yazısının hemen altında iki öğrenci duruyordu. Neville’in kaşından bir damla kan süzülüyordu. Amycus asasını havaya kaldırıp bir kırbaç gibi savurdu. Neville aldığı darbeyle sendeledi.

Lorien’in kalbi sıkıştı. Amycus yeni bir darbeye yeltenmeden önce kollarını açıp çocukların önüne siper oldu.

“Yeter artık!”

“Kenara çekil!” diye bağırdı Amycus. “Bu seni ilgilendirmez, Profesör!”

"Onlar sadece çocuk." dedi Lorien. Sanki içinde bir parça vicdan varmış gibi.

“Son kez uyarıyorum, yoksa hiç acımam!”

Lorien kımıldamadı. Yüzünü korumak için kolunu kaldırdı.

“Bu okulda hiç kimse Karanlık Lord'un emirlerine karşı çıkamaz!" diye gözdağı verdi. Asasını kaldırdı ve tam indireceği sırada havada asılı kaldı.

“Dur, Amycus!”

Snape'in sesi bütün karmaşayı bir bıçak gibi kesmişti.

Severus hırçın adımlarla yaklaşırken pelerini arkasından dalgalanıyordu.

“Okulda disiplini sağlamak benim işim,” dedi Amycus, dişlerinin arasından.

“Öğrencilere disiplin vermek sizin işiniz,” diye düzeltti Snape, “ama profesörlerden ben sorumluyum.”

Bakışları aniden Lorien’e kaydı.

“Profesör Evergreen, mesleğinizin geleceği hakkında konuşmak için derhal ofisime gelin.”

Koridorda kısa bir sessizlik oldu. Bütün gözler ona dönmüştü. Lorien’in içini buz gibi bir korku kapladı. Sözlerinin yalnızca bir şantajdan ibaret olmasını dileyerek kendini toparladı.

"Ö-özür dilerim Profesör." diye kekeledi Neville.

Lorien gözlerini anlayışla yumarak karşılık verdi.

Snape önce duvardaki yazıya, sonra Neville’in yüzüne baktı.

“Siz ikiniz… bu pisliği temizleyin,” dedi tükürürcesine. Ardından Lorien’le birlikte koridoru geçip ofise yöneldiler.

Snape asasının tek hareketiyle kapıyı mühürledi. Fırtına gibi dönüp Lorien’in kollarından tuttu.

“Sana dikkat çekme dedim, Evergreen! Başını belaya sokma dedim — hem de defalarca!”

Lorien onun gözlerine baktı. “Çocukların gözümün önünde dövülmesine nasıl sessiz kalabilirim, Severus?”

“Artık Amycus’un anlaması an meselesi,” dedi Severus. Kaşları çelik gibi çatılmıştı.

“Bana ceza verirsin,” dedi Lorien, “şüpheye yer bırakmaz.”

“Hiçbir ceza şüphelerini gidermeye yetmez.”

Severus ellerini arkasında bağlayıp odanın içinde volta atmaya başladı. Birkaç saniye sonra durup başını kaldırmadan konuştu:

"Belki de seni okuldan göndermem en iyisi olur." dedi usulca.

Lorien'in gözleri dehşetle büyüdü. "Bunu yapamazsın Severus!" 

Severus'un yüzünde yumuşamaya dair hiçbir belirti yoktu. "Burada işleri giderek daha karmaşık hale getiriyorsun. Eve dönersen güvende olursun."

Lorien, müdürün koluna yapıştı. "Bana istediğin cezayı ver ama beni gönderme Severus, yalvarırım."

Severus şaşkın bir ifadeyle ona baktı. "Sana iyilik yapıyorum Evergreen. Neden Karanlık Lord'un emri altında yaşamayı isteyesin ki?"

"Çünkü gidersem seni bir daha göremem." dedi Lorien, sesi bir fısıltı gibi çıkmıştı.

İkisi birkaç saniye boyunca bakıştı. Severus boğazını temizleyip duvardaki tablolara döndü.

“Bu işten nasıl çıkacağız bilmiyorum,” dedi sessizce. Sesinde ilk defa kaygı vardı.

Lorien o gün kariyeri boyunca ilk uyarısını almıştı. Eğer bir daha kurallara karşı gelecek olursa Hogwarts'taki görevi tamamen sona erecekti.

Bu Severus'un ona verdiği son şanstı. Lorien kendine söz verdi, bir daha asla başını belaya sokmayacaktı.

Ertesi gün Lorien, Carrow’ların düşmanca bakışlarını görmezden gelmeye çalıştı. Hiçbir şey görmeyecek, hiçbir şey duymayacak ve hiçbir şeye karışmayacaktı. O günden sonra öğrencilerden kimse sorun çıkarmadı.

Kehanet dersinin sonunda öğrenciler sınıftan çıkarken, Neville geride kalmıştı.

“Şey… Profesör,” dedi suçlu suçlu kürsüye yaklaşırken, “Benim yüzümden başınız derde girdi. Özür dilerim.”

Lorien gülümsedi. “Hayır Neville, cesur olduğun için özür dileme. Bir Gryffindor’a yakışır şekilde davrandın.”

Neville başını kaldırdı, cesur kelimesini duyunca gözleri parlamıştı.

"Ancak kendini riske atıyorsun." dedi Lorien. Severus'un ona defalarca anlattığı ama çocuklara söyleyemediği öğütleri aktarmaya karar verdi.

"Asıl tehlikenin kim olduğunu biliyorsun. Geriye kalan herkes bir piyondan ibaret. Bu yüzden yaptığın şeyi göstermenin kimseye faydası olmaz."

Neville başını indirip birkaç saniye boyunca bunu düşündü. Sonunda kısık bir sesle konuşmaya başladı.

“Annem ve babamla alay ettiği için ondan nefret ediyordum,” diye itiraf etti, “Ama haklısınız bundan sonra daha sessiz olacağım.”

"Anlıyorum." dedi Lorien, elini onun omzuna koydu ve birlikte sınıftan çıktılar. Bu huzurlu an, Amycus Carrow'u görmeleriyle sona erdi.

Amycus koridorin ortasında durdu, kaşlarını kaldırarak ikisini süzdü: bela ben geliyorum diyordu.

“Sen git,” diye fısıldadı Lorien.

Neville, herhangi bir tehlikeye karşı olduğu yerde oyalandı.

"Her şey yolunda Longbottom," diye tekrarladı Lorien.

Neville, ona son bir bakış attıktan sonra uzaklaştı.

“Demek uyarı aldınız,” dedi Amycus keyifle. “Çok yazık. Doğruca okuldan atılacağınızı sanıyordum.”

“Çok üzülmüş olmalısınız.”

Amycus güldü ve biraz daha yaklaştı.

“Severus’u ikna etmek için ne yaptığınızı merak ediyorum, doğrusu. Genç ve güzel bir kadın aklını karıştırıyor olmalı. Belki bir gün hünerlerinizi bana da gösterirsiniz. Hı?”

Lorien ima ettiği şeyi anladığında öfkeden titremeye başladı. "Ne saçmalıyorsun sen?" dedi Lorien dişlerini sıkarak. Onu bilerek kışkırtıyor ve okuldan atılmasını sağlamak istiyordu. Yüzüne tokat patlatmamak için durduran tek şey Severus'un uyarısıydı.

"Yoksa sadece yüksek kademelerle mi ilgileniyorsunuz?"

"Bir kadınla böyle konuşmaya nasıl cüret edersin?" dedi Lorien, en karanlık ses tonuyla.

Amycus sırıttı. "Bence dikkatli olun, profesör. İkincide ne olacağını hepimiz biliyoruz."

Amycus pis bir sırıtışla yoluna devam ederken Lorien olduğu yerde sinirden titriyordu.

Celestina Fairbloom, Hogwarts’ın taş duvarlarında asılı duran tablolardan biriydi. Bu konuşmayı başından itibaren sessizce dinliyordu. Diğer tablolardan geçerek -talimatı üzerine- Severus’a haber vermeye gitti.


Müdür Odası

 

Severus, Dumbledore portresinin tam önünde duruyordu.

"Beni çağırmışsınız." dedi Amycus başıyla selam vererek.

"Kapıyı kapat." dedi Severus.

Amycus dediğini yapıp ona döndü.

"Okulda bir takım tatsız olaylar duydum, doğru mu?"

"Dediğinizi anlayamadım," dedi Amycus aptala yatarak. "Tam olarak neyden söz ediyorsunuz?"

“Profesör Evergreen'e bir takım çirkin sözler sarfetmişsiniz.”

"Size böyle mi söyledi, kesinlikle iftira atıyor müdürüm."

"Hayır," dedi Severus sabırla, "Bayan Evergreen söylemedi. Başkaları şahit oldu."

Amycus’un yüzündeki sahte masumiyet bir anda kayboldu. Başını kaldırıp doğrudan Severus'un gözlerine baktı.

“Sanırım disiplin en tepeden başlamalı... ve disiplin gereği diğer profesörlerle olan ilişkinizi Karanlık Lord’a rapor etmek zorundayım.”

Amycus arkasını dönüp kapıya yöneldi. Severus tek kelime daha etmeden asasını havaya kaldırdı. Amycus'un bütün vücudu acıyla kasılmaya başlamıştı. Acılar içinde diz çökerken Severus tam önünde durdu. “Beni tehdit etmeye nasıl cüret edersin?” diye fısıldadı zehirli sesiyle.

Amycus başını hızlıca sağa sola sallayıp itiraz etti. "Beni yanlış anladın... Amacım–"

“Amacın tam da buydu,” dedi Severus. “Acıdan kıvranmak nasıl hissettiriyor, Amycus? Tıpkı bir domuz gibi…

Amycus çığlık atarken Severus’un yüzünde en ufak bir ifade yoktu. Sanki sadece bir hesabı kapatıyordu — yalnızca kendisinin bildiği bir hesabı.

“Karanlık Lord’a rapor vermeye gelince…” Sesinde sahte bir nezaket vardı. “Görev bilincini takdir ediyorum. Ama Kardeşin Alecto, babanı öldürenin sen olduğunu öğrendiğinde ne yapar merak ediyorum.”

“Sen… nasıl—”

Amycus acı içinde kıvranırken konuşmaya çalıştı ama yapamadı.

Severus dudakları kıvrıldı. "Ben nasıl mı biliyorum?" diye sordu çevresinde ağır ağır hareket ederken, "Ben her şeyi bilirim."

“Y-yapma! Ne olur dur!”

"Anlayamadım? Biraz daha bağır lütfen." 

"Yeter... Dur!"

“İstemiyor musun? O zaman beni dinleyeceksin, Amycus. Benim emrim olmadan hiç kimseye dokunamazsın. Okulumdaki öğrencilerden ve Lorien’den uzak duracaksın. Eğer bu gece olanları bir kişiye anlatacak olursan…”

Eğilip dişlerinin arasından fısıldadı:

“Uyurken nefesini kesen ben olurum.”

"Y-yapmam! Yemin ederim!"

Severus asasını indirdi. "Şimdi defol."

Amycus, yaralı bir köpek gibi sürünerek odadan çıktı.

Yalnız kalan Severus kıskıvrak duvardaki tabloların yanına yürüdü.

"Dumbledore'a söyle, plan işliyor. Alecto hakkında yeni bir şey bulabildi mi?"

"Gidip öğreneyim." dedi Dumbledore'un portresi. Yavaşça yerinden kalktı ve arkasındaki kapıdan çıkarak tablodan kayboldu.


Ormanda

 

Harry, karargahta güvende olduğu günleri özlemişti. Sirius’un rahatsız edici derecede peşlerinde dolanmasını bile özlemişti.

Cebindeki ayna parçasını yokladı; Sirius’un orada bir yerde güvende olduğunu bilmek iyi geliyordu.

Üçü, bir süre önce kolyenin yerini tespit edip pek de mantıklı olmayan bir planla geri almıştı. Fakat sonrasında karargaha geri dönemediler çünkü Yaxley yerini öğrenmiş olmalıydı.

O an Harry'nin düşündüğü tek şey Sirius oldu. Ormana varır varmaz aynayı çıkardı, “Sirius, beni duyuyorsan hemen oradan çık. Güvende değilsin.”

Aynanın yüzeyi bir süre karanlık kaldı, ardından Sirius’un yüzü belirdi.

“Neler oluyor Harry? Neredesiniz?”

“Biz güvendeyiz, bizi merak etme,” dedi Harry aceleyle. “Onlar seni bulmadan yerini değiştir. Lütfen acele et.”

Sirius’un yüzü birkaç saniye daha titreyip tamamen silindi. Harry aynayı hemen cebine geri yerleştirdi ve o günden sonra bir daha asla çıkarmadı.

Bu bir bakıma iyi sayılırdı çünkü o etraftayken Hortkulukları aramak epey zordu. Şimdi ise Harry, boynunda çirkin bir kolyeyle çadırın etrafında nöbet tutuyordu. Asla yok edemedikleri bir kolye ile...

“Üşümüş olmalısın,” dedi Ron, çadırdan çıkıp elindeki bardağı ona uzattı. “İstersen nöbeti ben devralabilirim.”

“Sağ ol.”

Harry, üzerinden dumanlar tüten çayı alıp ellerini ısıttı.

Ron, hemen yanı başına oturdu ve bir süre konuşmadılar. “Sence Hogwarts’ta işler nasıl gidiyordur?” diye sordu Ron.

“Bilmiyorum.” dedi Harry, aklının kıyısından Ginny geçiyordu.

Çaydan bir yudum alırken uzakta bir parıltı fark ettiler.

“Birileri geliyor,” dedi Ron. Harry elindeki bardağı kenara bıraktı. Işık birkaç saniye içinde büyüdü ve daha parlak hale geldi.

“Bu da ne böyle?” diye sordu Ron.

Parlak gümüşi ışık havada süzülüyordu.

“Bir Patronus,” dedi Harry. Ne olduğu belirsizdi, ama kanat çırpıyordu.

Harry o an ayağa fırladı. “Bu Dumbledore. Sana söyledim Ron, o yaşıyor!”

Ron yüzünü buruşturdu. “Yanlış hatırlamıyorsam onun Patronusu bir anka kuşuydu.”

Gerçekten de kanatları genişti, Dumbledore’un Anka kuşuna hiç benzemiyordu. Yine de Harry o olduğuna inanmak istiyordu.

“Hayır, anlamıyor musun, burada olduğumuzu ancak o bilebilir.”

Kuş, havada kanat çırparak nehrin dibine süzüldü ve parlak bir kılıç ortaya çıktı.

 

Merhaba arkadaşlar yeni bölüm Cuma günü. ☺️

Chapter 23: Noel

Chapter Text

Yıl: 1998

Kitap: Harry Potter ve Ölüm Yadigarları 

 

Kar, pencerenin önünü beyaz bir örtü gibi sarmıştı. Hogwarts bu sabah hiç Noel gibi hissettirmiyordu. Ne gösterişli bir ağaç vardı ne de Büyük Salon'da yankılanan mutlu kahkahalar.

Lorien yine de her yıl olduğu gibi kırmızı giymeyi ihmal etmedi. Büyük Salon’a girdiğinde Carrow’ların zehirli bakışlarına hazırlıklıydı fakat Amycus hiçbir şey söylemeden tabağına döndü. İşte bu tuhaftı.

O sabah görmeyi dilediği tek kişi ise yerinde yoktu; Severus'un koltuğu bomboştu. Lorien öğleye doğru gidip onu görmeye karar verdi. Artık eskisi gibi Hogsmeade'e gidip bir hediye seçme lüksü yoktu. Bu yüzden rahat uyku ve huzur sağlayan bir iksiri cübbesinin iç cebine koydu.

Müdür odasına vardığında kapıyı tıklayıp bekledi ancak içeriden hiç ses gelmedi. Gıcırdayan büyük kapıyı yavaşça itip açtı. İçeride hiç kimse yoktu. Masanın üstü kitaplar ve parşömenlerle doluydu. Lorien merakına yenik düşüp notlara göz gezdirdi. Bir parça parşömenin üzerinde iksir malzemeleri yazılıydı. Diğerleri ise karalanmış formüller ve notlarla doluydu. Lorien'in gözleri açık bir kehanet kitabına takıldı. Bazı cümlelerin altı defalarca çizilmiş ve yanına notlar iliştirilmişti. Demek hala benim için uğraşıyorsun diye geçirdi içinden. Yüzüne kocaman bir gülümseme yayılırken altını defalarca çizdiği o cümleye göz attı.

“Görüler saf bir ruha bağlandığında bedenle uyum içindedir. Ancak ruh lekelenirse bedenden kopmaya çalışır.”

Hemen yanında kendi el yazısıyla küçük bir not iliştirmişti:

'İzler kehanetin mi yoksa ölümün mü habercisi?'

Lorien'in gülümsemesi yavaş yavaş solmaya başladı. Parmaklarını satırın üzerinde gezerken içi ürperiyordu. Gözleri 'ölüm' kelimesinde birkaç saniye daha uzun takıldı.

"Evergreen," dedi Severus aceleyle. "Odamda ne arıyorsun?"

Lorien yerinden sıçradı.

Hızla yaklaşıp masanın önüne geçti. Belli ki bu bilgiyi ondan gizlemeye çalışıyordu.

"Ben..." diye kekeledi Lorien, neden geldiğini neredeyse unutacaktı. Cübbesinin cebinden küçük iksir şişesi çıkarıp ona uzattı. "Bunu sizin için getirmiştim."

Snape şüpheli şüpheli ona baktı. "Bu nedir?"

"Bugün Noel," dedi Lorien, "Bir hediye alamadığım için iksir hazırlamaya karar verdim."

"Beni öldürmeyi planlamıyorsunuz, değil mi?"

Lorien gergince gülümsedi ama Severus gülmedi.

"İyi dinlendiğinizi sanmıyorum," dedi Lorien mahçup bir halde başını indirerek, "Bu iksir rahat uyumanızı sağlayacak."

Snape sessizce onu inceledi.

“Beklenmedik bir incelik,” dedi sonunda. “Düşüncelisiniz, Bayan Evergreen.”

"Daha iyisini vermek isterdim." dedi Lorien.

"Bence gayet yeterli." dedi Snape, yüzü yumuşamıştı.

"Tamam öyleyse... ben gitsem iyi olur." dedi Lorien, dalgın halde dönüp kapıya yöneldi.

Severus derin bir iç çekti, "Mutlu yıllar, Bayan Evergreen." diye seslendi arkasından. "Ve... teşekkür ederim." 

Lorien'in eli kapı kolunda asılı kaldı. Gözleri dolmuştu. Neyse ki bunu göremeyecek kadar uzaktaydı.

 

🎧 Amira Elfky - Tonight

 

O günün tamamını odasında geçirmişti. Aynı cümleler zihninde dönüp duruyordu:

'Görüler saf bir ruha bağlandığında bedenle uyum içindedir... Ruh lekelenirse bedenden kopmaya çalışır.'

'Ölümün yankısı mı yoksa kehanetin sızıntısı mı?'

Gün batarken sandığının içinde sakladığı bir şişe şarap çıkarıp tek başına içmeye başladı. Eğer gerçekten ölecekse ne kadar zamanı kalmıştı

On yıl mı?

Beş mi?

Yoksa Dumbledore'dan bile erken mi ölecekti?

Bu haksızlıktı, daha hiçbir şey yaşamamıştı.

Kadehine biraz daha şarap doldurdu ve tek yudumda bitirdi. Göğsüne sıcak bir ateş yayılıyordu. Mantığı yavaş yavaş geri çekilirken başka bir yanının uyanmaya başladığını hissetti, onu bu odadan çıkaracak yanının.

Bir an aynadaki yansımasıyla yüzleşti.

"Ömrünü bu odada kapalı kalarak mı geçireceksin Evergreen?" diye mırıldandı kendi kendine. "Git hayatını yaşa."

Lorien eline şarap şişesini aldı ve hiç düşünmeden kapıdan çıktı. Ayakları onu aynı yere götürüyordu. Ne zaman yönünü kaybetse kendini bulduğu yöne: Severus Snape’e.

Lorien Severus'un odasının tam önünde durup kapıyı tıklattı. Kapıyı açtığında Severus’un yüzünde her zamanki huysuz ifade vardı, ta ki karşısındaki kişiyi görünceye kadar.

“Evergreen,” dedi, kaşları çatarak. “Bu saatte ne işin var?”

“Bu Noeli yalnız başıma geçirmek istemedim,” dedi Lorien. 

Severus’un bakışları şişeye kaydı.

“İçmişsin,” dedi, “Odana dönsen iyi olur.”

O sırada Filch’in koridorda homurdandığı duydular.

“Biri geliyor,” dedi Snape alçak bir sesle.

"Hadi ama, iki dost birlikte zaman geçiremeyecek miyiz?" diye dudak büktü Lorien. Yaklaşan sesleri umursamıyordu bile.

“Seni görmeden içeriye gir.” dedi Snape. Kolundan tutup onu odasına çekti ve yavaşça kapıyı kapattı.

Lorien ağır ağır yanan şöminenin ateşine baktı. İçerisi sessizdi. Masada birkaç kitap açıktı.

“Yılbaşı için sıkıcı bir plan,” dedi Lorien.

Snape hafifçe iç çekti, sonra bir sandalyeyi alıp oturması için kenara koydu.

“Bir kadehten fazlası olmayacak.”

Lorien gülümsedi. “Anlaştık.”

Şöminenin çıtırtısı odadaki sessizliği daha da huzurlu kılıyordu. Lorien kadehinden küçük bir yudum aldı; şarabın keskin tadı boğazını yakarken gözleri Severus’a takıldı. Başını kaldırmadan kitabına gömülmüştü. Mum ışığı yüz hatlarına yumuşak bir parıltı veriyordu.

Lorien onu izlerken hafifçe gülümsedi.

Sonunda Severus kitabı kapatıp başını kaldırdı. “Tamam,” dedi sabırsızca. “Ne istiyorsun?”

Lorien kadehini elinde evirip çevirdi. “Seni izlemek." dedi dürüstçe.

"Bir bardakla sarhoş olmayı nasıl beceriyorsun?" diye sordu Severus.

Lorien kadehin boşaldığını o an fark edebilmişti.

Bir bardak daha doldurmak istedi ancak Severus ondan önce davranıp şişeye uzanınca parmakları birbirine değdi.

Fakat ikisi de elini çekmedi. Zaman bir anlığına donmuş gibiydi.

“Severus…” diye fısıldadı Lorien melankolik bir tonla, “Doğru mu bu?”

“Ne doğru mu?”

“Okuduğum şey… Ne olacak bana? Ölecek miyim?”

Severus’un yüzü kaskatı kesildi. “Hayır,” dedi kaşlarını çatarak. “Hiçbir şey olmayacak. Saçmalama.”

“Eğer öleceksem yapmak istediğim son bir şey var.” dedi Lorien.

Severus tam konuşacakken Lorien aradaki mesafeyi kapattı. Dudakları Severus’un dudaklarına değdiğinde adamın bedeni kaskatı kesildi.

Lorien dudaklarına yumuşak bir öpücük bıraktı. Sakin başlayan öpücüğü giderek artıyordu.

"Lorien, dur," dedi Severus alçak bir sesle. “Ne yaptığının farkında değilsin.”

"Gayet farkındayım," dedi Lorien, "ve durmak istemiyorum.”

Severus elini Lorien’in beline koydu ama dokunmakla uzaklaştırmak arasında sıkışmış gibiydi. “Durmak zorundasın." dedi.

Lorien gülümsedi. "Gerçekten durmamı isteseydin yapardın.”

Haklıydı.

Snape mücadele etmekten bir anlığına vazgeçip gözlerini kapadı. Lorien, ellerini onun omuzlarına koyduğunda Snape’in eli beline gitti.

Lorien'in başı dönüyordu, hep daha fazlasını isteyen yanını durduramadı. İnce parmakları Severus'un gömleğindeki düğmeleri çözmeyi denedi fakat Severus onun elini yakalayıp durdurdu.

"Beni sınama, Evergreen. Daha ilerisi olmaz.”

Severus ondan ayrılmayı başardığında göğsü hızla inip kalkıyordu.

“Gitmeliyim,” diye fısıldadı Lorien. Kapıya çıktığında derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştı.

Hayatın sonu nasıl biterse bitsin bu anı asla unutmayacaktı.


Yalnızca birkaç hafta sonra Lorien derse gitmek için hazırlanıyordu. O sırada arkasında duyduğu bir pop sesiyle yerinden zıpladı.

"Dobby... Merlin aşkına!"

"Dobby önemli bir haber getirdi, Profesör Evergreen."

Lorien elindeki kitabı masanın üzerine bırakıp ona döndü. “Ne oluyor Dobby?”

"Harry Potter ve arkadaşları tutsak, efendim," diye bağırdı Dobby tiz sesiyle.

Lorien’in yüzü bir anda soldu. “Sirius’un haberi var mı peki?”

“Evet, efendim. Sirius Black onları kurtarmaya gitti. Ama... tek başına.”

“Delirmiş!” diye bağırdı Lorien, “Bellatrix onu öldürmeden gitmeliyiz.”

Dobby korkuyla başını salladı. “Dobby hazır, efendim.”

Lorien aceleyle birkaç iksir şişesini kesesine doldurdu ve kukuletasını başına geçirdi.

“Hadi gidelim, Dobby.”

Ev cini elini uzattı. Lorien onun ufak ellerini tutup gözlerini kapattı. Küçük bir pop sesiyle ikisi de ortadan kayboldu.

Chapter 24: DOBBY

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

Yıl: 1998

Kitap: Harry Potter ve Ölüm Yadigarları 

 

Lorien, taş duvarlarla çevrili loş bir mahzende gözlerini açtı. İçeride birkaç kişinin hareket ettiğini fark edebiliyordu ancak karanlığa alışması için birkaç saniye gerekti.

"Dobby, Profesör Lorien'i getirdi, efendim," diye cikledi Dobby. Tiz sesi taş duvarların arasında yankılandı.

Karanlığın içinden kıvırcık saçlı bir adam başını çevirdi. Lorien onu hemen tanıdı.

Başındaki kukuletayı indirdi.

"Sirius!"

Sirius'un elindeki zincirler kayıp yere düştü. Umursamadan ileri atılıp Lorien'i kollarının arasına aldı. Öyle sıkı sarılıyordu ki kayıp gideceğine inanıyordu sanki.

"Kendi başına nasıl gelirsin, delirdin mi sen?” diye azarladı Lorien onu. Uzun zaman sonra eski bir dostu görmenin sevinciyle doluydu. Hapisten çıkmış gibi özgür hissediyordu kendini.

“Harry'nin başı beladaydı, Lorien. Bekleyemezdim," dedi Sirius, "Peki ya sen burada ne arıyorsun?"

"Sizin için geldim.”

Sirius’un dudaklarında çarpık bir gülümseme belirdi. "Başımı belaya sokmam gerektiğini biliyordum." Hemen sonra geri çekilip onu baştan aşağı süzdü. “İyi misin? Sana zarar veren oldu mu?”

"İyiyim,” dedi Lorien.

“Ya izlerin?” Sirius’un parmakları cübbesinin koluna kaydı. “Geçiyorlar mı?”

Lorien hızla kolunu çekti. “Henüz değil. Ama Snape bir iksir üzerinde çalışıyor.”

“Hah,” dedi Sirius, alayla. “Demek sonunda bir işe yaradı.”

Tam o anda acı bir feryat yankılandı.

“Sarılmanız bittiyse Hermione'yi kurtarabilir miyiz artık?” diye patladı Ron.

“Hermione yukarıda mı?” diye sordu Lorien.

Ron kaşlarını çattı. “Evet! Bellatrix manyağı ona eziyet ediyor.”

“Tamam," dedi Sirius, "Yukarıda kaç kişi olduğunu saydınız mı?"

“Dört,” dedi Harry. “Draco ve ailesi.”

Lorien durdu. "Draco'nun okulda olması gerekmiyor mu?" diye sordu. "Neden hala burada?"

Luna sakin bir sesle araya girdi. "Çünkü herkes babasının Dumbledore'u öldürdüğünü biliyor. Okulda kimse onunla konuşmuyor."

Gerçekler yüzüne tokat gibi çarpmıştı. Planını yaptıktan sonra nelere sebep olduğunu düşünmemişti bile. Ne zamandır bu kadar kör olmuştu? Bakışlarını yere indirdi. Sanki biri gözlerine bakarsa nasıl bir insan olduğunu görecekmiş gibi hissediyordu.

"Draco bir tehdit değil." dedi Sirius. "Şimdi beni dinleyin. Dobby bizi yukarıya çıkaracak. Lorien ve ben önden gidiyoruz, asası olmayanlarsa geride kalacak." Ardından Lorien'e döndü. "Yüzünü gizlemelisin."

Parmakları Lorien'in cübbesine uzanıp kukuletasına dikkatle başına geçirdi. Böylece yüzünün yarısı gölgede kalıyordu. Garanti bir yöntem değildi ancak kılık değiştirecek vakit yoktu.

Tam o sırada taş merdivenlerden ayak sesleri gelmeye başladı.

“Biri geliyor,” dedi Sirius. “Herkes saklansın.”

Hepsi gölgelerin içine çekildi. Sirius duvara yaslanıp saldırıya hazırlandı.

Kapı gıcırdayarak açılırken içeriye kısa boylu bir adam girdi.

“Sizi küçük veletler, nereye saklandınız bakalım?”

Peter Pettigrew birkaç adım atıp içeriye girdi. Mahzen o kadar sessizdi ki sadece yere damlayan suyun sesi duyuluyordu.

Tam o anda Sirius usulca arkasına geçip kolunu boynuna doladı. “Merhaba, eski dostum,” dedi dişlerinin arasından. “Beni özledin mi?”

Peter’ın yüzü bembeyaz oldu.

“S-s-sirius... Sen ne—”

“Yarım kalan hesabı kapatmaya geldim.” dedi Sirius. Elindeki asayı kapıp uzağa fırlattı.

Peter kurtulmak için çırpınıyordu ancak o kadar sıkı kenetlenmişti ki hiçbir işe yaramadı.

Lorien onu ilk defa bu halde görüyordu. Az önce kendisine doladığı şefkatli kolları şimdi başka birini öldürmek için kullanıyordu.

“Dur!” diye bağırdı Harry öne fırlayarak, “O elini kirletmene değmez!”

Sirius’un yüzü hâlâ kaskatıydı. “Benim yapmadıklarım yüzünden çok kişi öldü, Harry. Bu iş burada bitmeli.”

"Durun... durun!" diye feryat etti Peter. "Size yardım edebilirim! Kaçmanıza yardım ederim!”

El yordamıyla cebindeki anahtarları bulup Harry’ye fırlattı.

Sirius alayla gülümsedi. “Zaten kaçacağız. Kapıyı açık bıraktın, unuttun mu?"

Hemen ardından onu bir çöp sepeti gibi yere fırlatıp asasını doğrulttu. Bir büyü mırıldanmaya hazırlanırken Peter'ın gümüş eli havaya kalktı. Lorien, elinde bir gariplik olduğunu fark etti. Sanki kontrolden çıkmış gibi hareket ediyordu. Çok geçmeden Peter kendi boğazını kavradı. Ağzından tükürükler fırlarken yüzü mosmor kesildi.

"Ne oluyor?" diye sordu Harry.

“O gümüş ele bir lanetli," dedi Sirius, "Görünen o ki, efendisi ona güvenmiyor. İhanet ederse kendini öldürsün diye lanet işlemiş.”

"Ona ihanet ettiği için kendini mi boğdu yani? Bu çılgınlık!" diye hayret etti Ron.

Sonunda Peter'ın bedeni hareketsiz kaldı.

"Aynen öyle." diye mırıldandı Sirius, "Zamanımız yok. Hazırsanız başlıyoruz."

Lorien yerde yatan Peter'a baktı, ona acıyordu.  Gördüğü manzaradan başını kaldırıp derin bir nefes aldı. Hemen ardından Sirius'la beraber sessiz adımlarla taş merdivenleri çıktılar.

Son basamağa gelince Sirius'un sesi duyuldu.

"Expelliarmus!"

Bellatrix'in asası parmakları arasından fırladı.

Lucius mahzendekileri fark edip bir sersemletme büyüsü gönderdi ancak Lorien hazırlıklıydı, hemen büyüyü savuşturdu. Sirius tek hamlede onu sersemletti.

Bellatrix emekleyerek asasını kaptı.

"Buraya gel, Hermione!" diye bağırdı Ron.

Bu esnada Draco, Hermione'yi hedef almıştı.

"Expelliarmus!" diye bağırdı Harry. Asa, Draco'nun ellerinden fırlayıp mermerin üzerinde yuvarlandı.

Hermione, başını omuzlarının arasına gömerek Ron'un yanına koştu. Ev cini herkesi etrafına toplamıştı. Ancak Sirius, hâlâ kuzeni Bellatrix ile düello ediyordu.

"Gidelim!" dedi Lorien. Sirius onu umursamıyordu. Birkaç büyü ile sendeleyip asasını düşürmesine sebep oldu, kaçmak için iyi bir fırsattı.

“Sirius!” diye seslendi Lorien. “Gitmenin tam zamanı!”

Bu sırada Lorien'in gözleri karardı, kendini bir sahil kenarında buldu. Ev cini Dobby bir hançerle yaralanmış haldeydi. Gördüğü kehanet parçasından hemen sonra kendine geldi. Draco gözünü kısmış onu inceliyordu. Lorien tanımasından korkarak başını indirdi.

"Sizi küçük hırsızlar!" diye haykırdı Bellatrix olağanca öfkesiyle.

Eli, belindeki hançere yöneldi.

Lorien aradaki bağlantıyı hemen çözdü. Fakat hançerden kaçmak için yeterli zaman yoktu. Asasını kaldırıp aklına gelen ilk büyüyü fısıldadı.

"Aristo Momen-"

Büyü tamamlanmadan cisimlendiler.

 


Stevens Sufjan - Fourth of July

(Dinlemek mecburi)

 

Lorien kendini yumuşak ve nemli kumların üzerine serilmiş halde buldu. Ağzına ıslak kum taneleri kaçmıştı. Hemen yanında dalgalı bir deniz vardı. 

Orasıydı. Gördüğü sahil.

"İyi misin?" diye sordu Sirius ayağa kalkarken.

"Dobby." dedi Lorien, "Onu gördüm Sirius, yaralıydı."

Sirius başını çevirince Harry'nin telaşla koştuğunu farketti. Dobby'nin minicik bedeni, Harry'nin kolları arasına düştü.

Az ötede hıçkırıklar yükselmeye başlamıştı.

Lorien koşmak istedi ama bacakları onu taşımıyordu. Babasını kurtaramadığı zamana geri dönmüş gibi hissediyordu kendini. Yetersizlik duygusu kalbini sıkıştırıyordu. Artık eskisi gibi keskin göremediğini biliyordu ama bu şekilde deneyimlemek ne kötüydü.

Sirius kolundan tutup kalkmasına yardım etti.

"Kendini suçlama, yapabileceğin bir şey yok." dedi Sirius.Elini uzatıp kalkmasına yardım etti.

Lorien cübbesinin cebine sıkıştırdığı kesenin içinden cam şişelerin şıngırtısını işitti. Gitmeden önce gerekli olabilecek bazı eşyaları keseye koymuştu. Bunların içinde elbette bir geyikotu özü bulunuyordu.

"Var." dedi Lorien umutla, "İksirlerimi yanıma almıştım."

Titreyen elleriyle alelacele keseyi karıştırıp minik bir şişe çıkardı. İçi içine sığmıyordu.

Sirius hemen kolundan yakaladı. “Bunu yaparsan bir izin daha olacak. Acı çekeceksin.” 

Lorien başını çevirdi. Yerde kanlar içinde yatan Dobby'ye bakıp yutkundu.

“Önemi yok, ben atlatabilirim ama o dayanamaz." 

“Önemi var,” dedi Sirius. “Benim için önemli.”

Lorien kolunu çekiştirdi fakat çelik gibi yapışmıştı. "Gitmem gerek Sirius!"

Sirius bırakmadı. “Artık durmalısın," dedi yorgun bir sesle, "Bir defa da seni sevenleri düşün."

Lorien denedi ama tıpkı Peter gibi boş yere uğraşıyordu. Zamanın dolmak üzere olduğunu anlayınca gözleri doldu. 

Sirius sonunda iç çekip parmaklarını gevşetti.

Lorien hızlıca koştu.

“Dayan, Dobby…” dedi dizlerinin üstüne çökerek. Ancak küçük ev cini son nefesini veriyordu.

“Dobby… dostlarına minnettar efendim…” dedi usulca.

Hemen ardından yeşil gözleri gökyüzüne daldı. Cılız elleri Harry’nin parmaklarından kayıp yere düşünce herkes hakikati anlamıştı.

Lorien elinde açılmamış bir iksir şişesiyle kalakaldı.

“Dobby?” 

Hermione'nin dudaklarından küçük bir feryat koptu.

Harry'nin gözyaşları yanaklarından aşağı süzülüyordu.

İksir şişesi kumların üzerine yuvarlandı.

“Ona veda etmelerine izin ver,” dedi Sirius.

Lorien öfkeyle ayağa kalkıp Sirius'u bileklerinden yakaladı. "Gidiyoruz."

"Nerey-"

Daha cümlesini bitiremeden sahilin birkaç metre ötesinde cisimlendiler.

"Sen!" diye bağırdı Lorien onu iterek, “Sen pervasız, düşüncesiz ve bencilin tekisin!”

Sirius yorgun bakışlarla onu izliyordu. “Devam et, kaldırabilirim,” dedi.

Lorien yerden bir avuç kum kapıp Sirius’a fırlattı.

“Sana başından beri güveniyordum! Bana saygı duymalıydın!”

Sirius, uzanıp Lorien'i kollarından yakaladı. “Seni korumaya çalışıyordum,” diye çıkıştı, “Bunu yaparsan seni bir daha göremeyebilirim, anlıyor musun? Ölürsen seni kim kurtaracak sanıyorsun?”

“Benim yerimde sen ne yapardın?" diye karşılık verdi Lorien, "Lily ve James için tam ON İKİ YIL AZKABAN'DA YATTIN!"

“SENİN İÇİN DE AYNI ŞEYİ YAPARDIM!" diye bağırdı Sirius.

Lorien sustu.

Ona bu kadar değer veriyor muydu sahiden?

"Senden nefret ediyorum." diye fısıldadı sonunda. Ama bu gerçek değildi. Gerçekten nefret ediyor olmayı dilese de yapamadı. Birkaç yıl önce cansız bedenini kehanetlerinde görmüştü. Fakat Sirius hala yaşıyor ve nefes alıyordu.

Şimdiyse herkes her an elinden kayıp gidecekmiş gibi geliyordu.

O da böyle mi hissediyordu sahiden?

“Buraya gel,” dedi Sirius kollarını açarak. Lorien usulca yaklaşıp başını göğsüne yasladı, göğüs kafesinin altında atan kalbi duyabiliyordu. İçindeki bütün öfke ve acıyı kusmuş, yanaklarından yaşlar süzülmeye başlamıştı.

Sahile döndüklerinde Harry, çıplak elleriyle küçük bir mezar kazıyordu. Sirius yanına çöküp ona yardım etti. Hemen sonra Harry, yavaşça Dobby'yi kucakladı. Dobby'nin cılız kolları iki yanında yaprak gibi sallanıyordu. Sanki canı yanabilirmiş gibi onu dikkatle çukurun içine yerleştirdi. Ardından ıslak kumlarla üzerini örttü. Hepsi Dobby'nin mezarında sessizce ağıt yaktı.

Onun için düzenledikleri küçük törenden sonra ayağa kalktılar. Hayat, yaşayanlar için hala devam ediyordu. Bundan sonra ne yapacaklarına karar verdiler. Lorien, okula döneceğini söyledi. Sirius itiraz etmedi, üstelik onun için Kreacher'ı çağırdı. Sirius ise yüzünde perişan bir ifadeyle onu izledi. Oysa ilk karşılaştıklarında ne kadar da mutluydular. 

Lorien, ev cininin elinden tutup gözlerini kapattı.  aldı. Yeniden açtığında kendini Hogwarts'taki odasında bulmuştu. "Teşekkür ederim." dedi ev cinine.

Son derece halsiz hissediyordu Lorien. Dinlenmek için yatağına oturduğu esnada kapının altından bir parşömen parçası süzüldü. Bu parşömen, okul müdürü Severus Snape'e aitti.

Hemen eğilip yerden aldı.

“Profesör Evergreen, derhal müdür odasında bekleniyorsunuz,” yazıyordu. 

Bir bu eksikti!

Ne bir detay ne de bir açıklama vardı. Lorien'in aklına binbir türlü kaygı hücum etmeye başladı. Bu defa kesin okuldan atılacaktı. Neler söyleyeceğini kafasında kurduktan sonra derin bir nefes alıp müdür odasının kapısını tıklattı.

"Gel." diye seslendi Severus. Kapı gıcırtıyla açıldı. Severus her zamanki gibi ellerini arkasında bağlamış onu bekliyordu.

"Neredeydiniz Bayan Evergreen?" dedi içeri girer girmez, "Bütün gün derslere girmemişsiniz. Daha ne kadar rahat davranacaksınız?"

Lorien gözlerini kırpıştırdı. Gittiğini bilmiyor muydu yoksa onunla bir tür akıl oyunu mu oynuyordu, emin olamadı.

Nefesini tutup aklına gelen en masum cümleyi kullandı.

"Ben... Kendimi pek iyi hissetmiyordum."

Severus onu baştan aşağı süzdü. "Neyiniz var?"

"Yorgunluk." diyebildi Lorien, pek de yalan sayılmazdı.

Severus kaşlarını çattı. "Eğer bir sorun varsa bana önceden bildirmeniz gerekirdi, Bayan Evergreen." Ardından masasına döndü.

Lorien soluğunu bıraktı.

Severus elinde ufak bir şişeyle ona döndü. "Bunu için."

"Bu nedir?"

"Soru sormayı bırakın da için." dedi Severus.

Lorien gözlerini yumdu ve hepsini bir yudumda içti. Ancak hemen sonra buna pişman oldu. İçtiği sıvı dilini uyuşturuyordu. Midesine iner inmez yakmaya başladı, damarlarında sıcak bir şeyin aktığını hissediyordu. Bu his bütün vücuduna yayılmaya başladı.

"Ne oluyor?" diye sordu Lorien korkuyla.

Severus hemen uzanıp cübbesinin kolunu açtı.

Kolundaki kahverengi izler az da olsa açılmaya başlamıştı. Birkaç saniye sonra yavaşça durdu.

Lorien'in gözleri parladı.

"Bulmuşsun, Severus!"

Notes:

Yorum bırakmayı unutmayın teşekkürler okuduğunuz için. 🌷

Chapter 25: Sirius'un Mektupları

Chapter Text

“Severus, bulmuşsun,” dedi Lorien, kolundaki ize bakarak. “Sen... sen...” diye kekeledi, doğru kelimeyi bir türlü bulamıyordu. “Sen gördüğüm en yetenekli insansın.”

Snape’in yüzünde gururlu bir ifade vardı. “Hah,” dedi çarpık bir gülümsemeyle, “Üstesinden gelemeyeceğimi mi sandın?”

Parmakları hala Lorien’in kolunu tutuyordu. İkisi öylece durup göz göze geldi; kimse daha fazlasını söylemeye cesaret edemedi.

Lorien, kurtarıcısının ulaşılmaz olduğunu biliyordu fakat ufak bir işaret verseydi ona sıkıca sarılacaktı.

Severus boğazını temizledikten sonra kolunu bıraktı. Alelacele masadaki parşömenlerden birini eline aldı. “Henüz bitmedi,” dedi, sessizliği bozmak ister gibi, “Elimdeki sadece bir prototipti.”

“Ne demek istiyorsun?” diye sordu Lorien.

“Doğru yolda ilerlediğimi gösteriyor,” dedi Severus. “İksirin etkisini artırmak için malzemeleri farklı oranlarda deneyerek birkaç adet daha çıkaracağım. Birkaç ay içinde tamamlanır.”

Lorien, mahcup halde başını öne eğdi. “Sanırım sana ikinci defa hayatımı borçluyum.”

“Belki bir gün,” diye başladı Snape arkasını dönmeden, “Sen de kendi hayatın için çabalamayı denersin.”

Bulduğu ilk fırsatta laf sokmayı ihmal etmeyecekti elbette.

“Her şey için teşekkür ederim,” dedi alçak sesle.

Severus duymadı, kendini yeniden işine kaptırmıştı. Lorien onu rahatsız etmeden usulca odayı terk etmeye karar verdi.

 

Nicholas Hooper - Harry & Hermione

(Lütfen dinleyin 🥲)

 

O günden sonra Severus’la neredeyse hiç konuşmadılar. İksir çalışmaları devam ederken aralarındaki mesafe giderek derinleşiyordu. Haftalar geçti ama soğuk dinmedi. Bu kış diğerlerinden daha sert geçiyordu. Kar, hâlâ beyaz bir örtü gibi Hogwarts'ın üstünü kaplamıştı.

Bozulmamış kar taneleri, Lorien'in botlarının altında eziliyor ve gerisinde ayak izleri bırakıyordu. Lorien taş köprüde durup Hogwarts'ın manzarasını izledi.

Aşağıda, bahçenin kenarında Severus duruyordu. Siyah peleriniyle bembeyaz karın üstünde tıpkı bir gölge gibiydi. Başını kaldırınca gözleri onunkilerle buluştu: Lorien'in nefesi kesildi. Sevmenin yasak olduğu bir dünyada ona bakması bile suç gibiydi.

Dudaklarından çıkan sıcak nefesi ince bir duman gibi süzülüp boşluğa karıştı. Severus bakışlarını ayırmadı. Sanki ulaşamayacakları bir engel vardı aralarında. Lorien kalbinin derinliklerinde ince bir sızı hissetti, omuzlarındaki şalı daha sıkı kavradı.

Bahçenin diğer ucundan öğrencilerin sesleri yaklaşmaya başlayınca Severus yavaşça başını çevirip içeriye girdi.

Lorien, nefesini tuttuğunu ancak o an fark edebilmişti. Buz gibi korkuluğa tutundu ve gözlerini kapayıp derin bir nefes aldı.

Karlar erimeye başlarken Lorien, odasında ders notlarını inceliyordu. Ansızın beliren Kreacher yüzünden bir şişe mürekkep masanın üzerine döküldü.

“Lanet olsun...” diye fısıldadı Lorien, şişeyi hemen kaldırdı ancak temizlemekle uğraşmadı.

“Ne oluyor Kreacher?”

“Efendisi bu mektubu hemen ulaştırmamı emretti, Kreacher da elinden geleni yaptı, evet, evet… koca koca büyücüler varken yine yaşlı Kreacher’a kaldı…”

Yaşlı elleriyle zarfı Lorien'e uzattı.

“Buyurunuz, Profesör Hanım…” dedi eğreti bir nezaketle. Lorien mektubu açarken Kreacher hâlâ söylenmeye devam ediyordu.

 

"Sevgili Lorien,

Bu mektubu yazmakta biraz geciktim ama ne söyleyeceğimi düşünmek için zamana ihtiyacım vardı.

Bu bir özür değil, özür dileyecek kadar haklı bir tarafım yok. Sadece bilmeni istiyorum ki, seni öyle görünce sanki yine geçmişte gibiydim. James’i kaybettiğim gece gibi.

Bu yüzden hâlâ şansım varken durdurmak istedim. Bencilliğim ve pervasızlığım o korkunun kılıfıydı sadece.

Dobby’nin ölümündeki bütün sorumluluk benim. Kendini suçlamaya kalkma ve biraz merhamet et, olur mu? Birini kurtarmak senin doğanda olsa da yaşamak da olmalı.

Her neyse.

Duymak isteyeceğin harika haberlerim var.

Harry ve çocuklarla birlikteyim, hepsi iyi. Onlara elimden geldiği kadar yardım ediyorum. Şimdilik sana ne olacağını söyleyemem ama yakında öğreneceksin. Tabii başarılı giderse.

Bu arada Tonks'un bebeği oldu, adını Teddy koymuşlar. Tıpkı Tonks'a benziyor ama Remus’un burnunu almış. (Tanrı yardımcısı olsun.)

Bazen düşünüyorum da bir gün bu lanet olası savaşı bitirirsek seninle deniz kenarında sessizce oturmak istiyorum. Umarım o gün geldiğinde bana hâlâ aynı şekilde bakarsın.

Kendine dikkat et, Evergreen.

Sevgilerle

-Patiayak."

 

Mektubu bitirdiğinde Lorien'in gözleri nemlenmişti. Kreacher yüzünü buruşturdu. “Artık ne varsa orada bu kadar duygulanacak…” diye mırıldandı aksi aksi.

Lorien ona oturup beklemesini söyleyemezdi elbet, o Dobby değildi.

“Mektup için teşekkür ettiğimi söyle, olur mu?” dedi Lorien gözlerini silerek. “Ve getirdiğin için sağ ol, Kreacher.”

Kreacher cevap vermedi, bir pop sesiyle aniden kayboldu.

Mürekkep masanın kenarından damlarken Lorien sandalyesini çekti ve mektubu defalarca okumaya başladı. Bir gün bu savaşın bitmesini ve sevdikleriyle yeniden bir araya gelmeyi deliler gibi istiyordu.

Günler geçtikçe Lorien, Sirius’un bahsettiği plana dair bir emare aradı. Yakında neyi öğrenecekti? Ne olacaktı? Çocukların dedikodularını dinliyor, bulabildiği gazeteleri karıştırıyordu. Bir sürü propaganda haber dışında hiçbir şey yoktu. Ama bir akşam, Büyük Salon’da Ravenclaw'dan bir çocuğun sesi yükseldi.

“Harry Potter,” dedi Terry Boot heyecanla, “bir ejderhayla Gringotts’tan kaçmış!”

Uğultu bir anda kesildi, çatal bıçak sesleri sustu. Öğrenciler korku ve sevinçle birbirine bakıyordu.

İşte Sirius’un bahsettiği şey tam da buydu. Ama bu delilikti.

“KES SESİNİ ÇOCUK!”

Alecto ayağa fırlayıp asasını Terry’ye doğrulttu. Terry sustu. Salondaki herkes irkilmişti ancak Severus hiçbir şey olmamış gibi önündeki yemeğine devam ediyordu.

Amycus, Alecto’nun bileğini yakaladı. “Kardeşim,” dedi dişlerinin arasından, “Şimdi olmaz. Burada değil.”

Alecto donakaldı. Öfkesini bastıramıyor ama Amycus’un sözünü de çiğneyemiyordu. Asasını indirdi ve burun deliklerinden soluyarak yerine oturdu. Lorien gözlerini kısıp Amycus’u izledi. Yüzünde o tanıdık ifadeyi gördü. Yine birini ezmek için can atıyordu. O asla öfkesini dizginleyen biri değildi, hele affedici biri hiç olmamıştı.

“Tekrar izinsiz konuşursanız cezaya kalacaksınız, Bay Boot,” dedi Severus başını kaldırarak.

Sesindeki sakinlik, bağırmaktan çok daha korkutucuydu. Snape’in tek bir bakışı yetmişti salonu susturmaya. Lorien, bilmediği bir şeylerin döndüğünden artık adı gibi emindi.

Konuşabilmek umuduyla Severus’u beklemeye karar verdi. Fakat o, kısa süre sonra salondan ayrıldı. Lorien, hemen ardından onu takip etmenin dikkat çekeceğini biliyordu. Müdür odasına gitmek için elbet bir fırsatı olacaktı. Bu yüzden gece yarısını beklemeye karar verdi.

Yatağına uzanırken, aklından binbir türlü soru geçiyordu. Kafası bu düşüncelerle meşgulken odanın içinde duyulan bir pop sesiyle kendine geldi. Bir ev cini. Kreacher.

“Kreacher!”

“Efendisi, Sirius Black, bu mektubu hemen ulaştırmamı emretti.”

Lorien heyecanla yatağında doğruldu. “Bu defa ne haber getirdin, Kreacher?”

“Mektupta yazıyor ya,” dedi huysuzca, burnunu çekerek. “Okuyunca görürsünüz.”

Mektup aceleyle yazılmış gibiydi; mürekkep kurumadan katlanmış, yazılar sayfanın diğer tarafına bulaşmıştı. Lorien zarfı hızla açtı.

 

"Sevgili Lorien,

Bu notu seni uyarmak için yazıyorum. En kısa zamanda okula giriyoruz. Uzun uzun yazacak vaktim yok ama şunu bil ki Yoldaşlık hazırlığını yapıyor. Oraya geliyoruz.

Senin hala orada olduğunu biliyorum bu yüzden hazır olmanı istiyorum.

Lorien... Bu işin sonuna yaklaştık. Bu defa ya tamamen özgür olacağız ya da esir.

Seni bulana kadar beni bekle.

-Patiayak."

Chapter 26: Hogwarts Savaşı - Part 1

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

Yıl: 1997

Kitap: Harry Potter ve Ölüm Yadigarları 

 

"Seni bulana kadar beni bekle.

-Patiayak."

Mektup, Lorien’in parmaklarının arasından kayıp yere düştü. Kalbi göğsünde gümbür gümbür atıyor, sesler kulaklarında çınlıyordu. Aklına gelen tek çözüm, Severus’a gitmekti. Eğer Yoldaşlık’tan önce ulaşabilirse bir şansı vardı. O, her zaman bir yolunu bulurdu.

Müdür ofisine vardığında nefes nefese kaldı. Snape parşömeni masaya bırakıp ayağa kalktı. "Ne oluyor Evergreen?" diye sordu kaşlarını çatarak.

“Yoldaşlık…” dedi Lorien, “buraya geliyor.”

Severus iki adımda önündeydi artık. Pelerini arkasında hışırdadı.

"Bunu nasıl öğrendin?"

“Ev ciniyle haber gönderdiler,” dedi Lorien soluğunu toparlamaya çalışarak. “Harry… okulda bir şey arıyormuş.”

Dumbledore'un sesi ikisinin arasına girdi.

"Zaman geldi Severus, onlara mümkün olduğunca vakit kazandırmalısın."

Lorien, ona aldırış etmedi. "Ya sen?" diye sordu, "Güvende olacak mısın Severus?"

Severus'un dudakları aralandı, yüzünde anlık bir yumuşama oldu.

"Benim için endişelenme." dedi, “Kuzey tünelini temizleyeceğim. Çıkış senin için güvenli olacak. Savaş başlamadan önce öğrencileri de alıp gideceksin.”

"Hayır." dedi Lorien, "Sensiz gitmem."

Severus aniden durup ona döndü. "Aptal olma!" diye çıkıştı, "Birlikte savaşamayız, sen ve ben düşman taraflarda olacağız."

"Sakın bana sensiz gitmemi söyleme."

Dumbledore'un portresi yeniden araya girdi. "Severus, tartışacak zaman yok."

Severus sıkıntılıyla iç geçirdi. "Dediğimi yap Evergreen! Konu kapandı, çıkabilirsin."

Lorien'in cevap hakkı yoktu; Severus ile tartışmak faydasızdı ve elinden daha fazlası gelmiyordu.

Odasına geldiğinde adımlarını durduramadı, bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu. Tam o sırada bir "pop" sesi duyuldu.

Kreacher, yanında Sirius Black ile içeride belirmişti.

“Sirius!” dedi Lorien.

Sirius, Kreacher’ın elini bırakıp düşünmeden Lorien’e sarıldı. Lorien titriyordu.

“Hey… tamam,” dedi alçak sesle. “Seni endişelendirmek istememiştim. Daha önce de savaştık hatırlıyor musun? Bu da onlardan biri.”

"Peki diğerleri? Onlar ne zaman geliyor?"

“Çoğu çoktan geldi,” dedi Sirius. “İhtiyaç Odası’nda toplanıyorlar.”

Lorien tereddütle ağzını açtı. "Sirius, O'na zarar vermeyeceksiniz, değil mi?"

Bir anlık sessizlikte Sirius'un yüzü gerildi.

"Bir savaşa giriyoruz ve sen kalkmış hala 'Severus' için mi endişeleniyorsun?"

Lorien cevap vermeyince durup iç geçirdi. “Tamam.” dedi. “Bize saldırmazsa biz de onu hedef almayız. Şimdi rahatladın mı?"

"O da bizden biri."

Sirius gözlerini devirdi. “Yine başladık…”

Sonra aniden Kreacher’a döndü. “Git, diğerlerine yardım et." dedi aksi aksi.

Kreacher bir "pop" sesiyle ortalıktan kayboldu.

Lorien boğazını temizledi. "Ya Harry? O neyin peşinde?"

"Neyin peşinde olduğunu kendisi de bilmiyor."

Lorien’in kafası karışmıştı. "Bu da ne demek?"

"Gidince görürsün," dedi Sirius.

İkisi sessizce dışarı süzüldüler. Koridor boştu; Filch kaybolana kadar beklediler. Ardından usulca merdivenlerden yukarı çıktılar.

İhtiyaç Odası koridorun sonundaydı ancak orada Alecto Carrow nöbet tutuyordu.

"Bir plan yapmalıyız," dedi Sirius. "Burada bizi riske atıyor."

Lorien'in dudaklarından küçük bir çığlık çıkmak üzereyken kendini tuttu. "Şuna bak," dedi Lorien.

İhtiyaç Odası’nın kapısı açıldı ve içeriden üç çocuk  çıktı, görünmezlik peleriniyle üstlerini örtüp gözden kayboldular.

Alecto’nun gözleri açıldı; o kısacık bir saniyede kaçakları fark etmişti. Karanlık işarete dokunmak üzere kolunu kaldırdı.

“Stupefy!” diye bağırdı Sirius.

Alecto iki metre geriye savuruldu ama çok geçti. Dövme kararmış ve haber yayılmıştı.

Koridorun ortasında görünmezlik pelerinin altından üç figür belirdi.

Hermione sinirden titriyordu.

“Size demiştim!” dedi alçak sesle.

“Gidin!” dedi Sirius, “Onunla ben ilgilenirim.”

Üçü yeniden pelerini üstlerine çekip gözden kayboldular.

Severus'un sesi tüm okulun içinde bir ses yankılanmaya başladı.

“Tüm öğrenciler ve öğretmenler, kendilerine rehberlik eden görevliler eşliğinde Büyük Salon’da toplansın. Beş dakika içinde herkes orada olacak. Sınıf başkanları, kendi binalarındaki öğrencilerden sorumludur.”

O an, kara pelerinli ölüm yiyenler binaya doluşmaya başladı. Kapılar açılıyor, odalar tek tek aranıyor, öğrenciler korku içinde sıraya diziliyordu.

Lorien üst kata çıkmak için merdivenlere yönelen üç kişiyi fark etti.

“Sen saklan,” dedi Sirius’a, “Ben onları oyalayacağım.”

Cevap beklemeden merdivenlerden aşağıya indi ve adamların önünü kesti. "Neler oluyor, neden toplanıyoruz?"

“Sen odanda olmalıydın,” dedi biri sertçe.

Lorien birkaç saniye durakladı. "Tarot kartlarımı arıyordum." dedi şaşkın şaşkın, "Sınıfta bıraktığımdan eminim ama biri onları almış."

“O saçmalıklarını kim ne yapsın?” diye homurdandı adam. “Hadi. Sıraya gir.”

Lorien ağır hareketlerle kenara çekilip geriye baktı. Sirius çoktan gitmişti ve üstelik Alecto'ya dair hiçbir iz yoktu.

Kalbi hala küt küt atarken derin bir nefes alıp kalabalığın arasına karıştı.

Kısa sürede tüm öğretmenler ve öğrenciler Büyük Salon’da toplandı. Severus, pelerini arkasında savrulurken kürsüye çıktı ve gözleriyle salonu süzdü.

"Birçoğunuzun neden sizi bu saatte topladığımı merak ettiğinizden eminim," dedi, "Bu akşam saatlerinde Harry Potter’ın şatoda görüldüğü bilgisi ulaştı."

Bir adım atarak kürsüden indi ve ağır adımlarla öğrencilerin arasında dolaşmaya başladı. Kimse başını kaldırıp onunla göz göze gelmeye cesaret edemiyordu.

"Eğer aranızda Bay Potter’ın yerini bilen... ya da ona yardım eden biri varsa," diye devam etti tehditkar bir sesle, "Şimdi öne çıksın. Aksi takdirde burada bulunan herkes suçlu sayılacaktır."

Snape yanından geçerken Lorien’le göz göze geldi. Lorien onun gerçek yüzünü bilen tek kişiydi. Ancak şimdi o bile korkuyordu. Sanki gerçekten bir şey saklıyor ve anlamasından korkuyordu.

Konuşması bittiğinde salona buz gibi bir sessizlik çöktü. Herkesin nefesi kesilmişti. Tam o sırada kapının ardından ayak sesleri duyulmaya başladı. Gürültü giderek yaklaştı. Başlar kapıya dönerken, Büyük Salon’un kapısı büyük bir gürültüyle açıldı.

Zümrüdüanka Yoldaşlığı içeri girdi.

Koridordaki Ölüm Yiyenler çoktan etkisiz hale getirilmişti. Grubun en önünde Harry Potter vardı.

“Ben buradayım,” dedi yüksek sesle. “Ve sanırım sizin de bir taraf seçme zamanınız geldi, Profesör.”

Snape’in bakışları karanlıkta parladı. “Ben seçimimi çoktan yaptım, Potter,” dedi soğukkanlıkla. Omuzlarını dikleştirdi ve asasını kaldırdı.

O anda McGonagall ileri atılarak Harry’nin önüne geçti. Snape gelen saldırıyı öyle hızlı savuşturmuştu ki çoğu kişi ne olduğunu bile anlayamadı. Kalabalık nefesini tuttu.

Lorien orada durup Severus'un haksız yere ölümünü izleyemezdi. Eli cübbesinin cebindeki asaya yöneldi. 

“Uzak durun.” dedi Severus.

Ancak bu uyarının kendisi için yapıldığını biliyordu. Lorien durdu. 

İkisi arasında yapılan düello esnasında parlak bir ışık patladı ve şiddetli bir cam sesi duyuldu. İnsanlar gözünü açtığında Severus kaybolmuştu. Yerde baygın yatan Amycus’tan başka hiçbir şey yoktu.

Öğrenciler sevinçten zıplamaya başladı. Salonda alkışlar ve çığlıklar birbirine karışırken bazıları kırık camdan aşağıya bakıyordu.

Lorien, nefesini tutup oraya yürüdü. İçeriye dolan rüzgar saçlarını savurup alev gibi yanan yanaklarını serinletiyordu. Bir anlığına Severus'u orada, hareketsiz yatarken göreceğinden korktu. Ama hiçbir iz yoktu. Severus çoktan gitmişti.

"Voldemort burada olduğumu öğrendi." dedi Harry, "Buraya geliyor."

Sesi, salondaki bütün neşeyi bıçak gibi kesmişti.

 

🎧 Courtyard Apocalypse

(Dinleyerek okumanız önemle rica olunur.)

 

McGonagall hemen harekete geçti, profesörler ve öğrencilere talimatlar yağdırmaya başlamıştı.

“Ev cinleri, küçükleri toplayın! Savaşmak isteyen yedinci sınıflar, benimle kalabilir!”

Lorien, kargaşanın arasında Severus'un onun için açtığı tüneli hatırlayıp McGonagall'a yaklaştı. “Profesör, kuzey kulesinin ardındaki geçidi temizlediler, doğrudan Hogsmeade çıkışına bağlı. Öğrencileri oradan çıkarabilirsiniz.”

McGonagall ona döndü, bakışları bir anlığına yumuşadı. “Ya siz?”

“Ben kalıyorum.”

McGonagall başını eğdi.

“Öyleyse Tanrı yardımcınız olsun, Bayan Evergreen.”

Ardından kalabalığı koordine etmeye devam etti.

Çok geçmeden, okul dışından kalabalık bir grup salonun ortasında belirdi.

"Haber alır almaz desteğe geldik." dedi Amos, oğlu Cedric ile birlikte.

Moody bastonunu ileri atarak ona doğru yürüdü. "Hadi Amos, okulun dışına sağlam bir kalkan gerekli."

İkisi birlikte konuşa konuşa dışarıya çıktı.

O sırada kalabalığın arasından ciklet pembesi saçlarıyla Tonks belirdi. Etrafındaki kalabalığa bakarken onu fark etti. İkisi hiç düşünmeden birbirine koştu.

“Seni çok özledim.” dedi Tonks sıkıca sarılırken.

Lorien'in gözleri doldu. "Bir bebeğin olmuş." dedi burnunu çekerek, "Yanında olamadığım için çok üzgünüm.”

Tonks gülümsedi. “Şu an mışıl mışıl uyuyor. Savaş bitince görmek istersen…”

“İsterim.” dedi Lorien, “Bütün bunlar bittiğinde küçük Teddy’yi görmeyi çok isterim.”

"Tonks, burada olmamalısın..." Lupin, endişeyle karısına bakıyordu.

Tonks gülümsedi. "Senin için geldim." 

Lorien oradan ayrılıp etrafındaki kalabalığa göz gezdirdi. İnsanlar bir oraya bir buraya koşuyordu. Bir köşede Cho ve Cedric'in birbirine sarıldığını gördü. Diğer tarafta Percy Weasley, kardeşleriyle kucaklaşıyordu. Sanki bir savaşa hazırlanmıyorlar da peronda sevdikleriyle kavuşuyorlardı. Lorien tarif edemeyeceği duygular içerisindeydi; korkuyordu, sevinçliydi ve hüzünlüydü.

"Kalkan örmeye ne dersin, Evergreen?" dedi biri.

Lorien başını çevirince Sirius'u hemen arkasında gördü ve çabucak gözlerini sildi.

"Kulağa hoş geliyor." dedi gülümseyerek.

Sirius, kolunu onun omzuna attı. İkisi birlikte sessizce dışarıya yöneldiler.

Dışarı çıktıklarında gökyüzü parlak ışıklarla doluydu. Profesörler ve Yoldaşlık üyeleri şatonun çevresinde kalkan büyülerini örüyordu.

“Hazır mısın, Evergreen?” diye sordu Sirius.

Lorien asasını gökyüzüne kaldırdı, ardı ardına büyüler mırıldandılar;

"Protego Maxima!"

"Salvio Hexia!"

"Repello Inimicum!"

"Fianto Duri!"

 

Her bir büyü diğerine karışıp gökyüzünde bir zar gibi genişledi. Bir süre sonra o zar büyüyerek parlak bir kubbeye dönüştü. Sonunda Hogwarts devasa bir kalkanın içindeydi.

Lorien, nefesini tutarak kubbenin ışıklarını izledi. "Sence ne kadar dayanır?"

"Göreceğiz." dedi Sirius. "Hadi gidip bizimkileri bulalım."

İkisi birlikte şatonun taş merdivenlerinden yukarıya çıktılar. Dönemeci geçtikten sonra Tonks ve Lupin’i gördüler; geniş bir kemerli pencerenin önünde nöbet tutan küçük grubun içindeydi.

"Biraz destek fena olmaz diye düşünüyordum," dedi Lupin.

Sirius, omzuna dokundu.

“Eski günlerdeki gibi, ha?”

"Eski günlerdeki gibi." diye karşılık verdi Remus.

Lorien, uzanıp Tonks’un elini tuttu. Parmakları buz gibiydi. "Nasıl hissediyorsun?" diye sordu alçak sesle.

Tonks gülümsedi ancak gözleri dolmuştu. "Doğrusunu istersen… korkuyorum," dedi usulca. "Eve dönememekten ve Teddy’yi bir daha görememekten."

Bir an susup bakışlarını Lupin’e çevirdi. "Ama burada olmasaydım… daha çok korkardım."

Tonks gözlerini yumdu. Onun gözlerinde de aynı korku vardı.

Lorien onun elini sıktı. "Döneceksin, söz veriyorum."

Herkes yerini almaya başlamıştı. Koruması zayıf olan noktalar güçlendirilmiş, her köşeye insanlar konuşlandırılmıştı. Biraz sonra koruma kalkanının ardında bir ordu dolusu Ölüm Yiyen’in yaklaşmakta olduğunu gördüler.

Kingsley'nin sesi bütün şatonun içinde yankılandı. "Savunma pozisyonu alın!"

İnsanlar asalarına sıkı sıkı sarıldılar.

"Bu onları biraz oyalar." dedi Lupin.

Ancak yanılıyordu. Kalkan ardı ardına gelen saldırılarla zarar görmeye başladı. Ardından Voldemort'tan geldiği kesin olan güçlü bir hamleyle gökyüzü aydınlandı. Kalkan geri dönülmez biçimde hasar aldı.

"HERKES HAZIR OLSUN!" diye komut verdi Moody.

Yoldaşlık üyeleri ve profesörler başta olmak üzere herkes hızla ön saflara dizildi. Asalar havada titriyor fakat kimse geri adım atmıyordu. Büyülü bariyer paramparça olurken Ölüm Yiyenler içeri akın etmeye başladı.

Savaş başlamıştı.

Lorien, yüksek kemerli pencereden dışarıya baktı. Hogwarts’ın neredeyse tamamını görebiliyordu. Kuzey tarafındaki düşmanlar tahta köprüden hızla koşarken büyük bir patlama duyuldu.

Asma köprü alevler içinde denize çökerken, üzerindeki birçok Ölüm Yiyen suya gömüldü.

Tonks sevinçle ellerini çırptı. "Biri köprüyü havaya uçurdu!"

“İşte böyle!” diye haykırdı Sirius.

Bir anlığına savaşı unutup yıkımı izlediler. Lorien başını çevirip güney tarafa baktı. Voldemort’un en güçlü birlikleri oradan yaklaşıyordu: Devler, örümcekler, Ölüm Yiyenler ve daha birçok yaratık. Ne kadar kalabalık olduklarını ancak yaklaşınca fark edebilmişti. "Hemen buraya bakın," dedi orayı işaret ederek.

Köprünün üzerinde hazır bekleyen zırhlı şövalyeler tek bir harekette kılıçlarını hazırladı. Devler ile çatışmaya başladıklarında zemin titriyordu.

“Şimdi sıra bizde,” dedi Lupin. Asasını kaldırıp aşağıdaki Ölüm Yiyenlere peş peşe büyüler gönderdi. Üç tanesi savrulup köprüden aşağıya düştü.

Sirius'un keyfi yerine gelmişti.

"Harikaydı, Remus!"

Hemen sonra kendine geniş bir hedef seçip asasını salladı.

"Bombarda Maxima!"

Şiddetli bir patlamayla yedi Ölüm Yiyen havaya savruldu.

İçlerinden biri başını kaldırıp saldırının nereden geldiğini anladı.

“Saklanın!”

Her şey bir kalp atışı kadar kısa sürdü. Lorien ne olduğunu anlayamadan Sirius onun üstüne çöküp siper oldu.

Lupin duvarın arkasına çekilir çekilmez büyü duvara isabet etti. Taş duvar, korkunç bir gürültüyle patlayarak etrafa saçıldı.

Lorien, toz dumanı arasında gözlerini aralayıp etrafına baktı. "Herkes iyi mi?"

Tonks öksürerek gülümsedi. "Onları fena kızdırdık galiba."

Alt katta çatışma sesleri giderek artıyordu. En tehlikeli çarpışma ve en güçlü savunma da orada bulunuyordu: Seherbazlar, düello ustaları, Kingsley, Moody ve bazı yoldaşlık üyeleri. Çok geçmeden birkaç tanesi üst kata ulaşmayı başardı.

"Stupify!" diye bağırdı Sirius gelen ilk düşmana.

Çok geçmeden hepsi ateşli bir düellonun içindeydi. Büyüler havada çarpışıyordu. Lorien bir anda ölüm yiyenlerin hedefi oldu; bir tanesinin asasından çıkan bir büyü, onun üzerine doğru ilerliyordu.

Sirius hızla araya girip Lorien'i geriye ittirdi. Lorien sendeleyip yere düştü.

"Protego!"

Ardından tekrar asasını salladı ve adamı merdivenlerden aşağıya yuvarladı.

Geri dönüp Lorien'i kontrol etti, Lorien yerden kalkmaya çalışıyordu.

“İyi misin?” diye sordu Sirius, asasını parmaklarının arasında çevirip cebine koydu ve elini uzattı.

“Bir dahaki gelişinde uyar bari.” diye yakındı Lorien.

"Seni korurken hala şikayet etmen şaşırtıcı gerçekten."

O anda Lorien’in gözleri büyüdü. “Sirius! Arkanda!”

Sirius dönmeye fırsat bulamadan, Lorien asasını kaldırdı. "Stupify!" 

Büyü, sessizce yaklaşan adamı geriye savurmuştu.

"Gardını çok hızlı indiriyorsun," dedi Lorien, "Bunu biliyor muydun?"

Sirius'un dudaklarında muzip bir gülümseme belirdi. "Peki sen, böyle konuşunca anneme benzediğini biliyor muydun?"

Lorien hafifçe güldü; Sirius’un annesine benzemekten memnun değildi ama tepki verecek hali de yoktu.

Lupin, koridorun diğer ucunda Tonks'un yanına çökmüş, dizindeki küçük sıyrıklarla ilgileniyordu. Fakat savaş hala devam ediyordu.

Dinlendikleri bu kısacık sürede taş duvarların arasında üç ölüm yiyen belirdi, onlardan biri de Bellatrix Lestrange'di.

Sirius ve Lorien, koridorun diğer köşesinde kaldıkları için fark edilmediler. Ancak Lupin diğerleri kadar şanslı değildi.

Bellatrix’in gözleri doğrudan Lupin ve Tonks’a takıldı.

"Vay vay, bu ne güzel sürpriz!"

Remus başını kaldırdığında çok geç kalmıştı. Bellatrix'in asasından çıkan kırmızı ışık onu şiddetle duvara savurdu, Remus başını çarpıp yere düştü. Bedeni hareketsiz halde zeminde uzanıyordu. Tonks’un çığlığı koridorda yankılandı.

Görüntü dağıldı ve aşağıda savaşan Weasley ailesini gördü. Duvar aniden patlayıp tuzla buz oldu. Oraya en yakın konumda bulunan Fred, arkasını bile dönemeden molozların altında kaldı.

Lorien'in gözlerindeki sis geri çekildiğinde bedeni kaskatı kesilmişti. Sirius onu şiddetle sarsarken kendine geldi.

Bir süredir bildiği bir şey vardı:

Eskiden saatler öncesini görebilirken artık dakikalarla yarışıyordu. Ve şimdi, hiç olmadığı kadar zor bir seçim yapması gerekiyordu.

Notes:

Yorum yapmayı unutmayın ☺️

Chapter 27: Hogwarts Savaşı - Part 2

Notes:

(See the end of the chapter for notes.)

Chapter Text

“Hey—bana bak Lori! Ne gördün?”

Sirius’un elleri Lorien'in omuzlarını kavradı ama Lorien’in bakışı çoktan başka yere kaymıştı. Tonks, solgun suratını saklamaya çalışarak Lupin’in koluna tutundu. Korkuyordu ve haklıydı.

Lorien hemen şimdi bir karar vermeliydi.

Eğer Fred'i seçerse Teddy babasız büyüyecekti.

Eğer Lupin'i seçerse, bir çocuk genç yaşta hayata veda edecekti.

İkisini birden kurtarmanın bir yolu yok muydu?

Olmalıydı. Olmak zorundaydı.

Lorien sonunda güçlükle ayağa kalktı ve titreyen parmağını merdivenlere doğrulttu.

Herkes, onun baktığı yöne döndü.

“Bellatrix buradan gelecek,” dedi, “Dikkatli ol, Lupin.”

Tonks'un yüzü anında gerildi.

“Anladım.” dedi Lupin, sesini bozmadan.

Sirius diğerleriyle ne yapacağını konuşmaya başladı. Lorien, bunu bir fırsat olarak görüyordu. Aşağıya, Weasley’leri bulmak için hızlıca merdivenlere yöneldi. Bu defa ne yapacağını ona söylemeyecekti.

"Lorien, bekle!" diye seslendi Sirius. Orada savaşmak ve Lorien'in peşinden gitmek arasında sıkışıp kalmıştı.

“Onunla git. O daha önemli.” dedi Lupin.

Sirius başını salladı. "Hemen döneceğim."

Lorien, ne kadar zaman kaldığını bilmiyordu bu yüzden önüne ne çıkarsa çıksın durmadı. Bu kez geç kalmaya hiç niyeti yoktu.

Alt katta her şey paramparça olmuş ve insanlar amansız bir savaşa tutuşmuştu. Lorien, merdivenin en ucunda durup kalabalığı taradı. Weasley ailesini bulması uzun sürmedi.

Gözlerini kısıp ikizlere baktı ancak kaosun ortasında hangisinin Fred olduğunu çözemiyordu.

Bir adım geri çekilip gözlerini kapattı; zihninde kehanetin görüntüsünü canlandırmaya çalıştı.

O duvara en yakın duran ikiz, Percy'nin yanındaydı. Aynı yön ve aynı an.

Zamanın geldiğini anladı.

Merdivenleri ikişer üçer inip Fred’i omuzlarından kavradı. Tam o anda kulakları sağır eden bir gürültü duydu—duvar patlıyordu.

Kaçacak zaman yoktu.

Lorien Fred’e siper olmuş halde gözlerini kapattı.

Her zaman ölmenin nasıl bir şey olduğunu merak ederdi. Canı çok acıyacak mıydı yoksa hiçbir şey hissetmeden boşluğa mı düşecekti?

“Fred!” diye çığlık attı Molly.

Lorien gözlerini açıp etrafına baktığında hala hayattaydı. Arthur Weasley ikisini de kenara çekip enkazdan uzaklaştırdı.

“Teşekkür ederim!” diye hıçkırdı Molly, hemen sonra oğluna sıkı sıkı sarılmaya başladı.

Lorien başını salladı ama zihni burada değildi.

Duvardan kopan taş parçaları havada süzülüyordu. Hiç şüphesiz biri zamanı yavaşlatmıştı. Ancak bu kadar güçlü bir büyüyü kim yapabilirdi ki?

Etrafına bakınca Sirius'u merdivenlerin başında şaşkın halde buldu. Ya Weasley’ler? Hayır, hiç sanmıyordu.

Koridorun ucunda karanlık bir silüet dikkatini çekti. Hemen sonra siyah pelerini savurarak gözden kayboldu. Lorien’in zihninde tek bir isim yankılandı:

Severus.

Weasley’leri geride bırakıp hızla peşine düştü. Silüet bir koridora saptı; Lorien adımlarını hızlandırdı ancak koridorun sonuna vardığında hiç kimseyi bulamadı. Bir an için zihninin onunla oyun oynamaya başladığını düşünüyordu.

Tam o anda bir şey, Lorien'i tutup içeriye çekti.

"Yine kaderle oynamaya mı başladın, Evergreen?”

Snape onu boş bir sınıfa alıp kapıyı mühürledi.

Lorien, karşısında Snape'i görünce düşünmeden boynuna atladı. "Yaşıyorsun!"

Snape'in bir eli Lorien'in beline dokundu ancak hemen sonra kollarını çözdü.

"Orada olmasaydım ne olacağını bir düşün! Az daha kendini öldürüyordun!" dedi Snape, "Bütün bunlardan uzak durman için sana yol açmıştım."

“Teşekkür ederim ama sana en başından gitmeyeceğimi söylemiştim.”

Snape gözlerini kıstı. "Az daha kendinle gurur duyacaksın.” diye tısladı dişlerinin arasından.

Hemen sonra geri çekildi. “Fazla vaktim yok. Sana bir soru sormam gerek.” dedi aceleyle.

“Nedir?”

“Karanlık Lord, Mürver Asa’nın sahibi olduğunu düşündüğü için Lucius'u öldürdü.

Lorien’in yüzü bir anda bembeyaz oldu.

Bu günün geleceğini hep biliyordu ancak tahmin edemediği kadar kötü hissediyordu kendini.

Snape gözlerini kıstı. “Bana bununla hiçbir ilgin olmadığını söyle.”

Lorien gözlerini kaçırdı. Sanki boğazında konuşmasını engelleyen kocaman bir yumru vardı.

Snape, çenesinden tutarak başını kaldırdı ve gözlerinin içine baktı.

“Bana bunu bilmediğini söyle, Evergreen,” diye tekrarladı soğuk bir sesle.

Lorien, daha fazla yalan söylemeyecekti.

“Biliyordum…” dedi usulca. “Senin için yaptım.”

Snape yavaşça ellerini çekti.

“Benim için mi?”

Lorien her şeyi en başından anlatırsa onu anlayabileceğini umdu.

"Eğer... eğer Dumbledore'un karşısına geçen sen olsaydın, Voldemort seni hedef alacaktı ve ben–"

"Ya Dumbledore?" diye araya girdi Snape, "Bundan haberi var mı?"

Lorien yutkundu, “Biliyordu,” diye fısıldadı korkarak, “Onunla bir anlaşma yaptım.”

Snape bir adım geri çekildi. Bakışlarında öfke ile hayal kırıklığının karanlık bir karışımı vardı. "Sana inanamıyorum." dedi. "Bana gelmek yerine ona güvendin ve şimdi her şey—her şey—karmakarışık oldu.”

Lorien’in gözleri doldu. Boğazındaki acı, kalbindeki utançla yarışıyordu. Severus'un ona böyle bakması verilebilecek en ağır cezaydı.

“Ben… ben sadece…” diye başladı ancak Snape kolunu sıyırıp tenindeki Karanlık İşaret’e baktı.

İşaret koyulaşmıştı.

O anda Voldemort'un sesi bütün Hogwarts'ın içinde yankılanmaya başladı.

“Ölülerinizi onurlandırmanız için size bir saat veriyorum. Eğer bu bir saat içinde Harry Potter bana gelmezse… her kadın, her çocuk, her erkek cezasını çekecek.”

Snape kolunu indirdi.

“Voldemort bizi çağırıyor. Geri dönmem gerek.” dedi, pelerinin cebinden küçük, parlak bir şişe çıkarıp ona uzattı.

“Senden son bir şey istemek zorundayım.” dedi Snape, "Zaman dolmadan önce Harry'yi bul ve bunu ona ver."

Lorien şişeyi inceledi. İçindeki parlak şey, ip gibi kıvrılıyordu. “Bu nedir?”

"Lütfen bir defa soru sormadan dediğimi yap." dedi Snape, "Harry bunu alıp düşünseline gitmeli. Gerisini o anlayacaktır."

Lorien, gözlerinde kalan güven kırıntılarını yokladı. “Tamam,” dedi sessizce. “Dediğini yapacağım.”

"Beni bu defa hayal kırıklığına uğratma." dedi Snape. Son kez gözlerine bakıp odadan çıktı.

Lorien bir süre öylece kaldı. Sanki bir gecede bin yıl yaşlanmış gibiydi—bedeni yorgun ve zihni uyuşmuştu. Cebinden saatini çıkarıp baktı. Harry'yi bulmak için tam bir saati vardı. Dışarıdaki savaş dinmiş, Ölüm Yiyenler geri çekilmişti. Ortalıkta yankılanan çığlıklar yerini sessizliğe bırakırken herkes yaralılarla ilgileniyor ve ölenlerin üzeri örtüyordu.

Lorien, Weasley'lerin olduğu alana geri döndüğünde orada küçük bir kalabalık fark etti. Sonra bir feryat duyuldu.

Lorien donakaldı. Tek düşündüğü şey Lupin’di. Bir an için hepsi aklından çıkıvermişti.

"Lütfen… lütfen hayatta olsun." diye dua etti.

Kalabalığa yaklaştığında Lupin’i yerde, birinin üzerine kapanmış halde buldu. Başını kaldırdığında Lorien'in gözleri Tonks’un hareketsiz bedeniyle karşılaştı.

Lorien beyninde vurulmuşa döndü. Nefesi kesilmişti, artık soluk alamıyordu. Elini göğsüne götürdü.

Lupin’in hemen yanında duran Sirius, onu fark edince yerinden kalktı ve Lorien'i kolundan yakaladı.

“Lorien. Bana bak—bana bak.”

Ama Lorien gözlerini Tonks’tan ayıramıyordu. “Ona ne oldu?” diye sordu boğuk sesle.

“Lupin’i korumaya çalışırken önüne atlamış.” diye fısıldadı Sirius.

Lorien’in dizleri çözülürken yaşlar yanaklarından süzülüyordu.  "Tonks ölürse kendimi asla affetmem."

Sirius onu göğsüne yasladı. "Sakın böyle düşünme." diye fısıldadı. "Sen olmasaydın ikisi de ölebilirdi. Beni anlıyor musun?"

Tam o sırada öfkeli bir ses kalabalığı yardı.

“Açılın! Yol verin!”

Topal adımlarıyla Moody öne atıldı; hemen arkasından Madam Pomfrey geliyordu.

Madam Pomfrey dizlerinin üzerine çöküp telaşla Tonks’un yaralarını kontrol etti.

“Hayati organları zarar görmüş..." dedi, “Bacağında kırıklar var.” Ardından çantasını açıp içini karıştırmaya başladı.

Moody'nin sabrı taşmak üzereydi. “Geyikotu özü ver ona!” diye bağırdı.

Pomfrey yüzü bembeyaz kesilmişti. “Stoğum tükendi…” dedi kısık bir sesle. “Savaşın başından beri kullanıyorum.”

O an Lorien’in zihninde bir kıvılcım çaktı. Sahilde, Dobby’yi kaybettiği anı hatırladı. O gün kullanmaya fırsat bulamadığı iksir hala çantasındaydı.

“Bekleyin!” dedi Lorien, cübbesinin cebine uzanarak genişletilmiş çantasını yokladı. İçinde tanıdık, küçük iksir şişesi Lorien'e göz kırpıyordu. Diz çökerek şişeyi Madam Pomfrey’e uzattı.

Pomfrey hiç vakit kaybetmeden tıpayı çıkardı ve sıvıyı dikkatle Tonks’un yaralarına döktü. Geyikotu özü, açık kesiklerin üzerinde buharlaştı; birkaç saniye sonra ağır ağır kapanmaya başladı.

"Bu onu bir süre idare eder," dedi Madam Pomfrey, "Fazla vaktiniz yok, onu hemen çıkarmalısınız."

“Ben yardım ederim,” dedi Neville.

Burada olduğunu hiç kimse fark etmemiş gibi dönüp ona baktılar.

Lupin, Tonks'u kucaklarken Sirius ona yardım etti. Tonks'un cansız kolları havada sallanıyordu. Lorien, kalbinde bir taş gibi büyüyen korkuyla arkalarından baktı.

Ancak hala yerine getirmesi gereken bir sözü vardı. Cebindeki saati kontrol etti, şimdiden 15 dakika geçmişti.

“Harry’yi gördün mü, Molly?” diye fısıldadı.

Molly kaygıyla başını iki yana salladı. “Hayır hayatım, görmedim. Neden soruyorsun?”

“Eğer görürsen onu aradığımı söyle.”

"Elbette." dedi Molly. Normalde olduğundan daha şefkatli davranıyordu.

Lorien'in gözleri kalabalığın arasında dolaştı. Hogwarts’ın taş duvarları boyunca yürüdü. Yürüdükçe savaşın izlerine şahit oluyordu.

İleride Profesör Sprout elinde bir bardakla öğrencilere su dağıtmaktaydı.

“Profesör…” dedi Lorien, “Harry Potter’ı gördünüz mü?”

Sprout başını kaldırıp ona baktı. Yüzünde küçük sıyrıklar vardı.

“Hayır..." dedi nazikçe, "Ama onu bulursan, dikkatli olmasını söyle, olur mu?”

Lorien sessizce başını sallayıp yoluna devam etti.

Biraz ileride sırayla dizilmiş, üstü örtülü cansız bedenler vardı. Lorien'in boğazı düğümlendi.

Ayakta kalmasını sağlayan tek şey, Severus'un ona verdiği görevdi.

Başka bir koridorda bir grup Gryffindor öğrencisine rastladı.

“Merhaba,” dedi Lorien, “Aranızda Harry Potter’ı gören oldu mu?”

Gençler başını iki yana salladı.

“Hayır," dediler hep bir ağızdan. Sonra kendi aralarındaki fısıldaşmalara döndüler.

Lorien teşekkür edip uzaklaştı. Cebinden saatini çıkarıp baktı. Sürenin dolmasına tam 38 dakika kalmıştı.

Bahçeye indiğinde tanıdık bir ses duydu. Moody ve Kingsley hızlı adımlarla ilerliyordu.

“Greyback’i hakladım,” diyordu Moody gururla. “Lanet yaratık artık hiçbir çocuğa dokunamayacak.”

Lorien hafifçe boğazını temizledi.

“Affedersiniz… Harry Potter’ı gördünüz mü?”

Moody başını çevirip ona döndü; mekanik gözü Lorien'i tarıyordu.

“Şatoyu terk ettiğine dair bir iz yok,” dedi Kingsley. “Ama ortalık çok karışık, emin olamayız.”

Moody kaşlarını çattı.

“Evergreen, neden arıyorsun Potter’ı?”

“Sadece... eğer görürseniz onu aradığımı söyleyin.”

Daha fazla soruya maruz kalmadan yanlarından uzaklaştı.

Sessiz bir koridora girdiğinde taş duvarlarda yankılanan hıçkırık seslerini duydu. Genç bir oğlana aitti bu ses. Lorien adımlarını yavaşlattı, köşeyi dönünce Draco Malfoy’u gördü. Altın sarısı saçları dağılmış, ceketini yere fırlatmıştı. Crabbe ve Goyle iki yanında ne yapacaklarını bilemez haldeydi.

"Babamı öldürdü..." dedi Draco, "Babam... öldü."

Lorien’in içi buz kesti çünkü bunu yapanın kim olduğunu biliyordu.

"Bunu ben yaptım…"

Lorien, nasıl biri olduğunu ancak şimdi fark etmişti. Ne kadar ileri gitmişti? Ne kadarını görmezden gelmişti?

Hiç şüphesiz amaçları uğruna vicdanının sesini bastırıyordu.

“Görüler saf bir ruha bağlandığında bedenle uyum içindedir. Ancak ruh lekelenirse bedenden kopmaya çalışır.”

Kitapta yazan bu sözler şimdi Lorien’in zihninde yankılandı. Lorien'in ruhu kirlenmişti. Artık kutsal bir gücü taşıyamayacak kadar kötü biriydi.

Lorien gözyaşlarını silip kendini toparladı. Duramazdı çünkü sadece yarım saat kalmıştı. Hogwarts'ı karış karış gezip herkese Harry'yi sordu.

25 dakika... 20 dakika...

Umudu giderek tükeniyordu. Kolundaki küçük iğneler şiddetlenmeye başladı. Cübbesinin altından kolunu kaşıyıp ne yapacağını düşünmeye başladı. Kolundaki karıncalanma giderek büyüdü ve şiddetli bir acıya dönüştü.

Bu defa sadece koluyla sınırlı kalmıyordu.

Aynı his hemen sonra sırtına yayıldı, sonra da bacaklarına...

"Her şeyi mahvettin Evergreen." dedi kafasının içindeki ses.

Lorien duvara tutunup destek aldı. Artık yürüyecek hali kalmadığını biliyordu. Cebindeki saati kontrol etti. Sadece 17 dakika kalmıştı.

Artık bulması imkansızdı.

Bir duvar dibine çöküp acı içinde kıvranmaya başladı.

Kafasındaki ses durmandan ona eziyet ediyordu. "Hiçbir şeyi beceremedin."

"KES SESİNİ!" diye bağırdı Lorien, ellerini yüzüne bastırıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

"Profesör–Siz iyi misiniz?"

Lorien gözyaşları eşliğinde başını kaldırdı. Puslu gözlerinin ardında bir silüet netleşmeye başlıyordu.

Harry Potter tam karşısındaydı.

Görünmezlik pelerinini usulca üzerinden kaydırdı ve ona doğru eğildi.

Notes:

Merhaba dostlar yeni bölüm bu hafta yetişmeyecek ne yazık ki 😔

Chapter 28: Hogwarts Savaşı - Part 3

Chapter Text

Harry görünmezlik pelerinini yere atıp Lorien'in hemen dibine çöktü. Gözleri onun kapkara olmuş ellerine takıldı.

"Profesör... iyi misiniz?"

Lorien başını kaldırdı; yüzünde acıdan çok telaş vardı.

“Sonunda…” dedi nefesi titreyerek. “Sonunda seni buldum.”

Harry ellerine biraz daha yaklaştı. “Bu… bu yanık mı? Lanet mi? Bir şey yapabilir miyim?”

“Hayır.” diye kesti Lorien neredeyse azarlayarak. “Beni dinle Harry, zaman yok.”

Titreyen parmaklarıyla cübbesinin içinden ışıldayan küçük bir şişe çıkardı.

“Bunu düşünseline götür. Snape sana vermemi istedi.”

“Snape mi?” dedi Harry şaşkınlıkla, “Profesör Snape mi?”

Lorien başını salladı. "Ne olursa olsun izlemen gerektiğini söyledi.”

O anda bedenine keskin bir acı saplandı, dişlerini sıkarak geçmesini bekledi.

“Profesör—” diye atıldı Harry.

“Git, Harry. Şimdi!”

Harry tereddüt etmeden ayağa fırlayıp uzaklaştı. Adım sesleri kaybolurken Lorien sırtını duvarın soğuk taşlarına yasladı. Hissettiği acı bir köz gibi bedenini kavuruyordu.

Sanki ruhunun içinden bir şeyler çekiliyormuş gibiydi.

Kaderinde yazılı olan şeyin nihayet gelip kapıya dayandığını anladı.


Harry, düşünseliden çıktığında neye daha çok şaşıracağını bilemedi. Severus’un başından beri masum olmasına mı, bir zamanlar annesine delicesine aşık olduğuna mı?

Yoksa… kendi içinde bir hortkuluk taşıdığı gerçeğine mi?

Bunu şimdiye dek nasıl fark edememişti?

Seçmen Şapka’nın daha ilk yılında onu Slytherin’e yerleştirmek istemesi…

Yılanlarla konuşabilmesi…

Ollivander’ın sözleri…

Ve hortkulukların fısıldadığı o uğursuz sesler…

Şimdi her şey yerine oturuyordu.

Harry gözlerini kapattı. “Sadece on dakikam var…” dedi kendi kendine.

Sanki her adımı, her nefesi giderek ağırlaşıyordu.

Yıkılmış merdivenlerden inerken ilk kez ölümü bir ihtimal olarak değil, bir kesinlik olarak hissediyordu.

“Harry?” dedi seslendi Sirius. Üstü başı darmadağınıktı ama hala kendine özgü o yakışıklılığı taşıyordu. “Nereye gidiyorsun?” diye sordu ona.

Harry’nin gözleri boş bakıyordu. “Ormana,” dedi, sıradan bir gezintiden bahsediyormuş gibi.

Ron’un nefesi kesildi. “Yani… kendini ona mı teslim edeceksin?”

Harry başını yavaşça salladı. “Az önce yok edilmesi gereken bir hortkuluk olduğumu öğrendim.”

“Saçmalık!” diye patladı Sirius. “Bu aptalca fikir de nereden çıktı?”

Hermione’nin çenesi titriyordu. Açıkça, o da bu ihtimali başından beri düşünüyordu. Başını eğdi. “Dinle…” dedi kısık bir sesle, “Eğer gitmen gerekiyorsa, ben de seninle gelirim.”

“Dur bakalım küçük hanım, Harry hiçbir yere gitmiyor!” 

Moody, Kingsley’le birlikte bastonunu yere vura vura koşuyordu. “Bu çocuk ölürse her şey biter,” dedi. Ama gerçek şuydu: Voldemort’un ölebilmesi için önce onun ölmesi gerekiyordu.

Tam o anda Harry'nin alnına keskin bir acı saplandı. Voldemort öfkeliydi hem de delicesine.  

Yasak Orman’ın karanlık derinliklerinde bekliyordu. “Geleceğini tahmin etmiştim,” diye tısladı dişlerinin arasından.  

Etrafındaki Ölüm Yiyenler korkudan titriyordu. Voldemort asasını sımsıkı kavradı. 

“Zaman doldu. Hogwarts’a gidiyoruz.”

Harry, Voldemort’un zihninden çıktığında başı dönüyordu.  

“Buraya geliyor!” diye bağırdı.  

Herkesin yüzü bir anda taş kesildi.  

“Hogwarts’ın etrafına yeni bir kalkan lazım,” dedi Kingsley.  

Moody başını iki yana salladı. “Zaman kalmadı! Herkese hazır olmalarını söyleyin.”

Ama Harry artık onları duymuyordu. Ron ve Hermione’yi kenara çekti.  

“Dinleyin,” dedi “İkinci bir savaşa izin veremem. Voldemort geldiğinde… teslim olacağım.”  

Hermione boğuk bir çığlık attı. “Harry!”  

“Ve siz ikiniz…” diye devam etti Harry gözlerini onlara dikerek, “Nagini’yi yok edeceksiniz. O geriye kalan son hortkuluk olacak.”

Hermione, Harry’nin boynuna sarılıp ağlamaya başladı. Harry gözlerini kapadı. 

Belki de bu dünyada hissedeceği son sıcaklık buydu.


Lorien ne kadardır orada durduğunu bilmiyordu. Bir süredir bedeni ateşler içinde kavruluyordu. Alnı sırılsıklam ter içinde kalmıştı ve düşünceleri bulanıktı. Ölüm onu almaya geldiğinde burada kıvrılmış halde yatıyor olacaktı. Kim bilir onu bulmaları ne kadar sürecekti?

Bu sırada Hogwarts’ın taş duvarları büyük bir gürültüyle inledi. Yeni bir savaş başlıyor olmalıydı. Lorien’i kendine getiren de bu oldu. Orada kıvrılıp ölmek isteyeceği son şeydi. Gerekirse son nefesine kadar savaşacak ama mücadele ederek ölecekti.

Duvarlardan destek merdivenlerden inmeye başladı. Bazı insanların çığlık çığlığa içeriye kaçtığını gördü. Kurdukları cılız kalkan Voldemeort'u durdurmaya yetecek güçte değildi belli ki. Ancak henüz bahçeye varamadan Harry'nin ileri atıldığını fark etti.  

“Teslim oluyorum!” diye bağırdı Harry. “İşte buradayım. Onlara dokunma.”

Voldemort yüzünde zehirli bir tebessümle koca orduyu durdurdu.

“Cesur olduğunu sanıyordum, Potter.”

Harry teslim olurken kalabalığın içinden biri onun adını haykırdı. Lorien bunun Ginny’den geldiğini tahmin etti. Voldemort kalabalığa doğru asasını savurdu ve tüm sesler bir anda sustu.  

Lorien, merdivenin son basamağını inip kalabalığın arasına karıştığında McGonagall’ın adeta bir heykel gibi hareketsiz kaldığını fark etti. Arthur, Sirius, orada bulunan herkes… Hepsi tek bir lanetle donakalmıştı.

Harry ise Voldemort’un tam karşısında duruyordu.  

Voldemort, gözlerinde öldürme arzusuyla asasını kaldırdı ve tüm gücüyle haykırdı:  

“AVADA KEDAVRA!”

Gökyüzü, parlak bir yeşil ışıkla aydınlandı. Lorien ellerini gözlerine siper etti. Işık kaybolduğunda  yavaşça gözlerini araladı.

Harry ve Voldemort yerde yatıyordu.

Bellatrix koşarak Karanlık Lord’u kaldırmaya çalıştı. Fakat Voldemort onu koluyla itip kendi başına ayağa kalktı.

Harry hala hareketsizdi.

Voldemort heyecanlı gözlerle onlara döndü. "Biriniz onu kontrol edin." diye emretti önünde duran Narcissa ve Bellatrix'e. 

Narcissa perişan görünüyordu, bakışlarını yavaşça kaldırdı. Lorien bir saniyeliğine onun gözlerinde parlayan intikam ateşini farketti.

"Ben giderim." dedi Narcissa.

Voldemort onu şöyle bir inceledi ve sonunda gözlerini diğer kadına çevirdi.

"Bellatrix. Sen git."

Bellatrix boynunu bir köpek yavrusu gibi eğdi ve koşarak Harry'nin dibine çöktü. Eğilip kalbini dinledi, sonrada elini kalbinin üstüne koydu. 

Bellatrix’in sevinç çığlığı beklenenden uzun sürmüştü. Elleri kontrolsüzce titriyor, panikle bir sağa bir sola gidiyordu. Her geçen saniye Voldemort’un sabrını daha da zorlamaya başladı.

"SÖYLE, BELLATRIX!" diye patladı sonunda.

Bellatrix yavaşça ayağa kalktı. Bir yaprak gibi titriyordu.

"Lordum..." dedi kekeledi Bellatrix, "çocuk yaşıyor."

Voldemort’un gözleri kıpkırmızı kesildi. Şok, öfke, inkar... Tüm duygular yüzünden okunuyordu. Bellatrix, korkuyla Harry'den uzaklaştı.

Lorien, dehşet içinde olanları izliyordu. Voldemort... bir kez daha başaramamıştı. Başını çevirdiğinde Sirius’un parmaklarını kıpırdattığını fark etti. Bunun için büyük bir çaba harcadığı her halinden belliydi.

Ve o an... her şey koptu.

Beden kilitleyen lanet etkisini yitirir yitirmez Sirius fırlayıp Harry’nin üzerine kapandı. Hemen ardından da Ron koştu.

“Ona dokunmayın! O benim!” diye kükredi Voldemort.  

Gözleri kararmıştı; Sirius ve Ron’u oracıkta öldürmeye hazırdı.

Lorien’in bakışları kararmış olan ellerine kaydı, canı yanıyordu. Ölüm ona bir nefes kadar yakındı. Bugün ya da yarın... ne fark ederdi? En azından bu kez ölümü bir anlam taşıyacaktı.  

Derin bir nefes aldı ve ileriye doğru bir adım attı. Sonra bir adım daha. Şimdi Voldemort’un tam karşısındaydı.

“Dur.” dedi Lorien.

Kalabalığın hareket ettiğini hayal meyal fark edebiliyordu. Bir şeyler değişiyordu. İnsanlar, Voldemort’un lanetine karşı koymaya başlamıştı. Korku yerini umuda bırakıyor ve büyünün etkisi zayıflıyordu.

“Senin gibi zavallı bir büyücü,” dedi Voldemort, tiksintiyle, “beni durdurmaya nasıl cüret edebilir?”

Gözleri kıpkırmızı parladı. Lorien, orada ölümün kendisini gördü. Sonunun geldiğini anlayınca gözlerini kapatıp nefesini tuttu.

O sırada bir ses yankılandı.

“LORDUM!”

O ses... Lorien’in kalbine bir hançer gibi saplandı.  

Severus Snape.

Gözlerini açtığında Ölüm Yiyenler’in en önünde durduğunu gördü. 

“O kadın... ne yaptığını bilmiyor,” dedi Snape başını eğerek. “Bağışlayın, Lordum.”

Lorien, bu ihtimali asla hesap edememişti. Dizlerinin bağı çözülmek üzereydi.

Voldemort’un dikkatini çeken şey artık Lorien değildi. Hızlıca dönüp Snape’e yaklaştı. İhanetin kokusunu alan aç bir köpek gibi çevresinde dolanmaya başladı.

“Belki de...” dedi Voldemort, “...senin hakkında yanılmışımdır, Severus.”

Snape gözlerini kaldırmadan konuştu.  

“Asla, Lordum.”

“Yüce Lordum!” diye araya girdi Amycus. “Yalan söylüyor! Başından beri o kadını kolluyordu. Beni susmam için tehdit etti! O BİR HAİN!

Bir sessizlik çöktü. Herkes nefesini tutmuştu.

Lorien’in dudaklarından boğuk bir hıçkırık döküldü. Ama Snape başını kaldırdığında yüzünde en ufak bir tereddüt yoktu.  

“Size asla ihanet etmem, Lordum. Bunu defalarca kez kanıtladım.”

Voldemort derin bir nefes aldı. "Evet Severus defalarca kanıtladın... Ama bir kez daha kanıtlaman gerekecek."

Çevresinde bir kez daha döndü ve tam arkasında durup kulağına fısıldadı. 

"Öldür onu." 

Lorien, Severus’la göz göze geldi. Severus konuşamıyordu, az önceki soğukkanlı halinden eser yoktu. 

Lorien başını eğdi. "Yap." diye fısıldadı.

"Lordum..." dedi Severus yeniden.

Voldemort, onun yüzündeki zayıflığı hemen farketmişti. "Yapamıyor musun?" dedi hain hain, "O halde ben senin için yaparım."

Aniden döndü ve asasını savurdu.

"Sectrumsempra!" 

Lorien karnından aşağı süzülen sıcaklığı hissetti. Eğilip baktığında elbisenin kan içinde kaldığını gördü.

Chapter 29: Hogwarts Savaşı - Part 4

Chapter Text

"SECTUMSEMPRA!"

Lorien derisini dağlayan o korkunç acıyı hissetti. Sanki görünmez bir kılıç bedenini boydan boya yarmıştı. Üzerindeki kanı görünce bacakları titredi; dünya ekseninden kayıyordu.

Düşeceğini sandı. Ama yere yığılmadan hemen önce Severus onu yakalamıştı.

“Kadın kollarında can verdiğinde sıra sana gelecek Severus,” dedi Voldemort zalim bir keyifle, “ve sen ölmek için yalvaracaksın.”

Severus’un yüzü kireç gibiydi. Titreyen elleriyle asasını çıkarıp Lorien’in yarasına doğrulttu. Dudaklarından ardı ardına büyüler dökülüyordu:

"Vulnera Sanentur...

Vulnera Sanentur...."

Ancak yara kapanmadı. Mürver Asa ile yapılan büyü diğerlerine benzemiyordu. Severus sadece kanın akışını bir süreliğine yavaşlatabiliyordu.

Tam o sırada, kör edici bir ışık patladı. Lorien, Dumbledore’un sesini bahçenin tam ortasında duyduğundan emindi ama neler olduğunu göremiyordu. Ortalık aniden karıştı.

Severus bu kargaşadan yararlanıp Lorien’i kucağına aldı. Sanki dünyada kalan son şey oymuş gibi, kaleye, Müdür Odası'na doğru koşmaya başladı. Vardıklarındaysa odanın yerle bir olduğunu fark ettiler. Lorien, bilincini açık tutmak için büyük bir savaş veriyordu. Her nefes ciğerlerine batan bir kıymık gibiydi.

"Benimle kal, Evergreen," dedi Severus. "Beni duyuyorsun, değil mi?"

Masanın üzerindekileri bir hamlede yere savurup Lorien’i dikkatlice çalışma masasının üzerine yatırdı.

Cem Tuncer - Sonbahar 2

(Dinlemek mecburi)

 

"Buradayım..." diye fısıldadı Lorien. Göz kapakları kurşun gibi ağırdı. "Biraz uykum var, hepsi bu."

"Sakın uyuma!" dedi Severus, sesinde daha önce hiç duymadığı bir telaşla.

Odanın sağlam kalan köşesindeki iksir dolabına koştu. Şişeleri deviriyor, çekmeceleri hırsla açıp kapatıyordu. Kanla yıkanmış elleri dokunduğu her yeri kızıla boyuyordu.

"Burada olmalı... Lanet olsun, nerede? Geyik otu özü..."

Şişelerin birbirine çarpma sesi, Lorien’in kulaklarında uzak bir çan sesi gibi yankılandı. Tavandaki oymalara odaklanmaya çalıştı ama şekiller birbirine giriyor, gri bir sise dönüşüyordu. Lorien, veda vaktinin geldiğini hissedebiliyordu.

"Severus..." diye seslendi.

Severus onu duymamış gibi karıştırmaya devam etti.

"Severus," diye tekrarladı Lorien, kalan son gücüyle sesini yükselterek.

"Nefesini boşa tüketme," dedi Severus arkasını dönmeden.

"Sana veda etmeliyim" dedi Lorien.

Şıngırtılar bıçak gibi kesildi.

Severus bir anda yanında belirmişti. Yüzü bembeyazdı, siyah gözlerinde dehşet dolu bir ifade vardı. Lorien’in yüzünü avuçlarının arasına aldı; "Sakın–" dedi dişlerinin arasından. "Sakın pes edeyim deme."

Aniden doğruldu, asasını kaldırdı ve çevik bir hareketle havada döndürdü:

"EXPECTO PATRONUM!"

Asasının ucundan fışkıran gümüşi ışık, karanlık odayı parlak bir yıldız gibi aydınlattı. Işık huzmesi şekillendi, kanatlarını açtı ve zarif bir turna kuşuna dönüştü. Severus’un o gümüş ceylanı gitmiş, yerine turna kuşu gelmişti.

"Dumbledore'u bul," diye emretti Severus ona, "Acele et."

Gümüş turna, odanın duvarlarından süzülüp kaybolurken Lorien’in dudaklarında solgun bir tebessüm belirdi.

"Bir turna kuşu..." diye fısıldadı, "Bu benim patronusum."

Lorien, Severus'un gözlerine umutla baktı. "Beni seviyor muydun?"

Severus’un parmakları Lorien’in saçlarına karıştı.

"Doğru," diye fısıldadı Severus.

"Ama... hep derdin ki..."

Lorien'in bakışları giderek puslanıyordu. Severus bunu fark edince kapıyı kontrol etti. Gelen giden hiç kimse yoktu. Dışarıdaki savaşın gürültüsü kulağına geliyordu. Zaman kısıtlıydı ve ikisi de bunu biliyordu.

Severus derin bir iç çekti.

"Sana zihnimi açacağım," dedi sonunda, "Sadece birkaç dakika daha dayanmanı istiyorum, Lorien. Lütfen. Benim için yapar mısın?"

Lorien başını salladı.

Severus gözlerini onun gözlerine kilitledi ve o an kendini Severus'un anılarında buldu.

Müdür Odasında mumlarla aydınlatılmış huzurlu bir akşamın içindeydi. Severus, Dumbledore’un karşısında duruyordu.

Gençti ve öfkeliydi.

"Beni sevdiğine inanıyor," dedi Severus, "Her defasında... bakışlarında görüyorum."

Lorien kendisinden bahsedildiğini hemen anladı.

Dumbledore ellerini arkasında birleştirdi.

"Anlıyorum Severus ama buna müsaade edemem."

Severus kaşlarını çattı. "Ne zamandır özel hayatım başkalarının tartışma konusu oldu, Profesör?"

Dumbledore gözlüklerinin üzerinden ona baktı.

"Bu özel hayat meselesi değil," dedi ciddiyetle. "Voldemort, hayatına girecek olan kadını kendi safında görmek ister. Lorien’in -kahinin- zihni açık bir kapı gibi. Eğer ona yaklaşırsan uğruna çabaladığımız her şeyi riske atarsın."

Severus dişlerini sıktı. "Bilerek yapıyorsun. Sonsuza kadar cezalandırıldığımdan emin olmak için..."

"Düşüncesizlik etme!" diye çıkıştı Dumbledore, gözlüklerinin üzerinden ona bakıyordu. "Bir zamanlar bana gelip Lily için yalvarmıştın. Şimdi aynı hatayı tekrarlamaya mı hazırlanıyorsun? Bir kadını daha, koruyamayacağın bir savaşın içine mi sürükleyeceksin?"

Dumbledore'un sözleri Severus'un yüzüne bir kırbaç gibi çarpmıştı. Severus donup kaldı.

Görüntü dalgalandı. Zaman farklıydı ama yine aynı odanın içindeydiler. Lorien bu anı hatırlıyordu; onunla tartıştığı bir geceydi ve şimdi bu anı Severus'un gözlerinden görüyordu. 

"Nerede hata ediyorum?" diye mırıldandı Severus kendi kendine.

"Beni seviyorsun," dedi anıdaki kadın.

Lorien, karşısında kendini görünce irkildi.

Severus yutkundu. "Hayal görüyorsun," dedi soğuk bir sesle. "Ben işimi yapıyorum."

Ardından gözleri duvardaki Dumbledore'un portresine kaydı. Yaşlı büyücü, bir yargıç gibi onları izliyordu. Olan biten her şeyi Dumbledore'a rapor ediyordu. Severus bu bakışın ağırlığı altında ezildi.

"Gururunu geride bırakıp söylemek çok mu zor?" diye üsteledi Lorien, her şeyden habersiz halde.

"Hiçbir şeyden anladığın yok," diye çıkıştı Severus, "Gururmuş..."

Sahne karardı, yerini boğucu bir malikaneye bıraktı. Malfoy Malikanesi'nin o ağır, karanlık koridorundaydı şimdi. Ölüm Yiyenler uzun bir masanın etrafında oturuyordu. Severus masanın en ucundaydı. Yüzü ifadesiz bir mermer gibiydi. Konuşmalarından Yedi Potter planından bahsettiklerini anladı. Ölüm Yiyenler tarafından pusuya düşürüldükleri ve Lorien'in yaralandığı gece.

"Moody'nin arkasındakini bir domuz gibi yaraladım!" diye övündü Amycus gülerek. Lorien, Severus'a doğru yaklaştı. Masanın altında tuttuğu asasını o kadar sıkı kavramıştı ki parmak boğumları bembeyazdı.

Hemen ardından karanlık bir bahçeye girdiler. Severus sessizce birilerini izliyordu. Sirius ve Lorien, gülüşerek Kovuk'tan içeri girdi. Ama o zamanki Lorien, Severus'u yeniden görmek için yanıp tutuşurken zaten orada olduğunu ve kendisini görmek için geldiğini bilmiyordu.

Severus ona Mary McKenzie adında bir kadını nasıl feda ettiğini gösterdi. Sonraki anıda öpüştükleri odada buldu kendini. Anılar giderek silikleşmeye başlıyordu. Lorien parmaklarının buz gibi olduğunu hissetti.

Bir şeyler yolunda gitmiyordu.

Severus zihinsel bağı kopardığında, Lorien’in yüzünde huzurlu bir ifade vardı.

"Gördün mü?" diye fısıldadı Severus, "Nedenini anladın mı?"

Ancak Lorien cevap vermedi.

Severus’un yüzündeki ifade yavaşça karardı. Parmakları Lorien’in bileğinde nabız aradı; ama bulamadı. Eğilip nefesini dinledi.

Hiçbir şey yoktu.

O an, dünyadaki bütün sesler çekildi.

Savaş, çığlıklar, büyüler.

Hepsi susmuştu.

Severus alnını Lorien’in yüzüne dayadı. Gözlerinden süzülen yaşlar üzerine düşüyordu.

Gerisinde telaşlı adım sesleri işitti.

"Geri çekil," diye bağırdı Dumbledore. "Şimdi ağlayıp sızlanmanın zamanı değil, savaş hala devam ediyor."

Severus başını kaldırıp gelen silüete doğru baktı. Onu görünce içinde büyük bir öfke ve nefret kabardı. Her şeyin acısını ondan çıkarmak istiyordu. "Dediğin her şeyi yaptım!" diye bağırdı Severus perişan halde, "Senin aptal planların–"

Fawkes, ateş gibi parlayan tüyleriyle Dumbledore'un arkasından kanat çırpıp Lorien'in başucuna kondu. İnci gibi parlayan gözyaşlarını yaralarının üzerine damlatmaya başladı.


 

Lorien kendini Hogwarts'ın yıkık duvarları arasında değil, İstanbul'un baharat kokan Mısır Çarşısı'nda buldu. Burnuna dolan ilk şey kan kokusu yerine tarçın, safran ve taze kavrulmuş kahveydi.

Kalabalığın içindeydi, aynı zamanda kalabalıktan uzakta bir yerdeydi. Etrafına baktığında yetişkin bir adam fark etti. Ona doğru yürüdü ve sırtına dokundu. Adam döndüğünde, Lorien babasını gördü.

Lorien kollarını onun boynuna doladı.

"Baba. Gerçekten sen misin?"

"Benim, Lorien."

Lorien etrafına bakındı. "Ben öldüm mü baba? Tam olarak neredeyim?"

Babası derin bir iç çekti. "İnsanların geçici olarak ziyaret ettiği bir yerdesin."

"Geri dönecek miyim?"

"Bunu ancak sen bilebilirsin. Geri dönecek misin?"

Lorien başını indirdi. "Çok yorgunum baba. Biraz yanında kalabilir miyim?"

Babası anlayışla gülümsedi. "İstediğin kadar kalabilirsin."

Birlikte bir banka oturdular. Lorien başını babasının omzuna yasladı. "Belki de her şeye son vermem gerekir, ha?"

"Lorien..." dedi babası uzaklara bakıp gülümserken, "Sana annenle nasıl tanıştığımı bir kez daha anlatmamı ister misin?"

"Olur," dedi Lorien.

Thomas'ın gözleri Mısır Çarşısı’nın silik bir hatıra gibi gezinen kalabalığın üzerinde dolaştı.

“Annenle tanıştığımızda,” dedi hafifçe gülümseyerek, “Ben İstanbul’da sadece bir turisttim. Elimde bir harita vardı ama inan bana, pusulamı şaşırmıştım.”

Derin bir nefes alıp omuz silkti.

“Kalabalık beni boğuyordu. Bir dükkanın önünde soluklanmak için durdum. Geri geri giderken bir şeye çarptım ve... koca bir çuval kırmızı biberi yere indirdim.”

Lorien kıkırdadı. Babası da suçlu bir çocuk gibi gülümsedi.

“Dükkan sahibi barut fıçısı gibi patladı tabii. Adam bağırıyor, el kol hareketleri yapıyor... Ben özür dilemeye çalışıyorum ama ne o İngilizce biliyor ne ben Türkçe. Tam o kargaşanın ortasında annen belirdi."

Babası duraksadı, gözleri parlıyordu.

“Adamla konuşup özür dilediğimi ve parasını ödemek istediğimi anlattı. O an yüzüne baktım... O kadar güzeldi ki Lorien. Dünyanın bütün karmaşasını durduran bir sakinliği vardı.”

“Sonra ne oldu?” diye sordu Lorien, hikayeyi bilmesine rağmen.

“Hemen bir bahane uydurdum tabii,” dedi babası göz kırparak. “Ona buraları hiç bilmediğimi ve kaybolduğumu söyledim. Halbuki çoğu yeri gezmiştim. Ama annen ‘Sana rehberlik edeyim’ dediğinde hepsini unuttum. O nereye götürdüyse orayı ilk kez görüyormuş gibi hayranlıkla izledim. Çünkü yanımda o varken başkaydı.”

Babası iç geçirdi.

“Bir hafta boyunca beraberdik ama sonra... veda vakti geldi. Havaalanında ayrılırken ikimizin de boğazı düğümlendi. Ertesi gün Londra’daki evimdeydim. Dışarıda yağmur yağıyordu, elimde bardağımla pencereden bakıp onu düşünüyordum ki...”

Babası sustu, o anı tekrar yaşıyordu.

“Kapım çaldı. İnanamadım. Kapıyı açtığımda annen tam karşımda duruyordu. Gözlerinde o inatçı parıltı..."

Lorien’in gözünden bir damla yaş süzüldü. Babası uzanıp o yaşı sildi.

“Sen de annen gibisin, Lorien.”

Lorien başını kaldırdı, gözlerindeki kararsızlık silinmişti.

“Sanırım ona geri dönmem gerek baba.”

Babası gülümsedi. "Öyleyse git, kızım."

Thomas'ın dudaklarından bu sözler dökülürken, Mısır Çarşısı kaybolmaya başladı. Tarçın ve kahve kokusu, yerini keskin bir antiseptik kokusuna bıraktı. 

Lorien gözlerini araladığında ilk hissettiği şey, retinasını yakan o çiğ beyazlık oldu. Tavan ve çarşaflar bembeyazdı. Burası Hogwarts değildi; burası St. Mungo’ydu.

Nerede olduğu, kaç gündür burada yattığı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Yatağın kenarından bacaklarını sarkıttı. Ayakları soğuk zemine değdiğinde başı hafifçe döndü ama düşmedi. Odanın köşesindeki beyaz sehpanın üzerinde duran gazete ilişti gözüne. 

Manşetteki harfler o kadar büyüktü ki, neredeyse sayfadan taşıyordu: 

"VOLDEMORT DÜŞTÜ."

Lorien titreyen parmaklarla gazeteye dokundu. Demek sonunda bitmişti. Gerçekten bitmişti. Koridordan gelen boğuk sesler dikkatini çekti. Kapıya doğru yöneldi ve kapıyı aralayıp başını uzattığında, Dumbledore’un genç bir Şifacı'yla konuştuğunu fark etti.

"Yani öldürmediğini mi söylüyorsun?" diye soruyordu Şifacı, sesinde hayret dolu bir tınıyla.

Lorien'i görünce ikisi de başını çevirdi.

Şifacı onu görür görmez kaşlarını çattı.

"Bayan Evergreen! Ayağa kalkmamanız gerekiyordu–"

"Profesör Dumbledore..." dedi Lorien, genç kadını görmezden gelerek. "Severus nerede? Neler oldu?"

Dumbledore, yüzünde o bilindik gülümsemesiyle müsaade istedi.

"Severus güvende, Lorien. Sakin ol," dedi. Sonra Şifacı'ya döndü. "Biraz temiz hava almamızın sakıncası yoktur, umarım."

Şifacı itiraz edecek gibi oldu ama sonra vazgeçti. "Çok uzun olmasın, dinlenmesi gerekiyor."

Dumbledore başını eğdi ve nazikçe Lorien’in koluna girerek destek oldu. Birlikte hastanenin arka bahçesine açılan kapıdan geçtiler.

Dışarı adım attıkları an, Lorien duraksadı. Gökyüzü hiç bu kadar mavi olmamıştı. Aylardır üzerlerine çöken o kasvetli sis dağılmıştı. Güneş o kadar parlaktı ki, Lorien gözlerini kıstı. Çimenlerin yeşili, çiçeklerin rengi; her şey çok daha canlıydı.

"Hava hiç olmadığı kadar güzel, öyle değil mi?" dedi Dumbledore, memnun halde etrafına bakarken.

Birlikte bir banka oturdular ancak Lorien daha fazla dayanamadı. "Neler oluyor Profesör? Ne kaçırdım? Harry gerçekten..."

"Başardı," dedi Dumbledore. "Voldemort artık yok. Bellatrix de öyle. Sirius ve Lupin onu yok etti. Kalanlar ise Azkaban'a gönderildi."

"Peki ya diğerleri? Tonks? Severus?"

"Tonks inatçı bir cadıdır, biliyorsun. Birkaç gün içinde ayağa kalktı ve oğluna kavuştu," dedi Dumbledore gözlüklerinin üstünden bakarken gülümsedi. "Senin sayende."

"Severus'a gelince... Apar topar kaçmaya çalışan Amycus'u yakalayıp Azkabana teslim etti. Eminim uyandığını duyar duymaz burada olacaktır."

Lorien derin bir nefes aldı. Her şeyin yolunda olduğuna inanmak zordu. Bakışları ellerine kaydı. Ellerinde hala simsiyah izler vardı.

"Peki ya ben?" diye fısıldadı. "Ben nasıl hayattayım? O kitapta yazıyordu ki..."

"Ah, evet," dedi Dumbledore ellerini kavuşturarak. "Görülerin bedenden çıkması meselesi... O konuda sana bir iyi bir de kötü haberim var."

Lorien endişeyle ona baktı.

"Kitaplarda yazanlar doğruydu, Lorien. Görüler uyumsuz bir bedeni terk ederken gerisinde tahrip edici, acı dolu izler bırakır. O izler, bedeninden çıkmaya çalışan muazzam bir görü gücüydü." Dumbledore ona anlamlı bir bakış attı. "Ancak bilmediğimiz şey, bunun ölümcül olmadığıydı. Tabii kendini Voldemort’un önüne atmasaydın, bunu kendimiz öğrenebilirdik."

Lorien acı içinde aklının ne kadar karıştığını hatırladı. Aklından geçen tek şey hatırlanmaya değer biri olarak ölmekti, bunun büyük bir aptallık olduğundan habersizdi. "Kötü haber nedir?" diye sordu.

"Kötü haber şu ki Evergreen... Sanıyorum kehanet güçlerini tamamen kaybettin."

Lorien donakaldı. İçine dönüp o bilindik hissi duymaya çalıştı; güçlü sezgileri, zihninin köşesindeki o puslu görüntüleri aradı.

Ama yoktu. Zihni tamamen sessizdi. Sadece rüzgarın sesi ve kuş cıvıltıları vardı. Gelecek, önünde kocaman bir bilinmez olarak uzanıyordu. Lorien bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğuna karar veremiyordu. Yıllardır onu tanımlayan ve onu "özel" kılan yeteneği olmadan hayat nasıl ilerleyecekti bilmiyordu.

Başını eğdi. "Bu demek oluyor ki... Sanırım artık Hogwarts'ta bulunmam gereksiz."

"Ben olsam öyle demezdim." dedi Dumbledore yavaşça ayağa kalkarken. "Hadi içeriye girelim artık, dinlenmen gerek."

Koridordan geçip odaya ilerledikleri sırada bir ses işittiler.

"Bana yatağında olduğunu söylediniz!" dedi öfkeli tanıdık bir ses.

Lorien başını kaldırınca Severus'u gördü.

Olduğu yerde donakaldı. Sanki onun orada kanlı canlı oturduğuna inanamıyor gibiydi.

"Severus..."

Lorien, Dumbledore'un kolundan ayrılıp ona doğru koştu.

Severus aradaki mesafeyi bir saniyede kapattı. Ne Dumbledore’un varlığını umursadı ne de çevredeki hastaları. Kollarını Lorien’e doladığı gibi onu kendine çekti. Severus o kadar sıkı sarılıyordu ki, Lorien kendini hiç bu kadar güvende hissetmemişti.